Mora
Yarımadası'nda tam 202 yıl önce bu gün biz Türkleri yok etme, önce
Balkanlar'dan sonra da Anadolu'dan sürmek, tarih sahnesinden de silmek için
büyük bir atılım başlatıldı.
Yarımadadaki
yerleşkelerden Tripoliçe'de yaşayan yaklaşık 40 bin insanımız çocuk, kadın,
yaşlı denmeden acımasızca katledildi.
Günümüz
Yunanistan'ın kara lekesi olan Mora Katliamı biz Türkler açısından tarihin en
kahredici sayfası olarak geçmişimize not edildi.
Prof.
Dr. Ali Fuat Örenç, Mora Türklerine yapılan katliamlardan şöyle bahsediyor:
Ünlü İngiliz yazar William St.
Clair, Mora’daki Rum katliamlarını şu çarpıcı cümlelerle anlatıyor: Geçmişin
derinliklerinde unutturulmaya çalışılan Mora Türklerine yönelik katliam
“medeniyet beşiği” olmakla övünen Yunanistan için tarih sahnesinden silmek
istediği kara bir leke.
Amerika, İngiltere ve Fransa ile Rusya'nın desteğini arkasına alan Yunan çeteleri batı ülkelerini Hristiyanlık için yeni bir haçlı savaşı uyutmacası ile kandırdı.
Adeta tüm dünyanın vicdanı kör edildi.
Özellikle bațılı ülkeler maalesef Yunan çetelerine destek vermiş, bölgede ne kadar Türk var ise
yok edilmelerini istemişler ve unu sağlamışlardı.
Batılı
devletlerin bölgedeki diplomatik temsilcileri ve misyon şeflerini dahi dehşete
düşüren bu olaylardan raporlara yansıyanlar, yaşanan vahşetin günümüze uzanan
belgeleri.
O
raporlardan öğreniyoruz başımıza gelenleri, yaşanan dehşeti.
Daha
isyan başlamadan önce Türklerin yok edilmesi için yemin etmiş bulunan Yunanlı din
adamları çanlar çalıp, halkı ayaklanmaya katılmaya teşvik ediyorlar.
Papazlar,
bu uğurda can verenlere şehitlik mertebesi vaat ediyor.
Ağızdan
ağıza ne Mora’da ve ne dünyada hiçbir Türk’ün kalmayacağı dolaşıyor, bir kökten
yok etme savaşının başlangıcını ilan eden şarkılar söyleniyor.
Başta
İzmir, Bursa, İstanbul ve Edirne olmak üzere Türkiye'nin birçok
ilinde Yunanistan konsoloslukları ile temsilciliklerine siyah çelenkler
bırakılıyor, yürüyüşler organize ediliyor, paneller yapılıyor.
Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu'nun (BRTK) Türkiye genelinde, Balkan Göçmenleri
Kültür ve Dayanışma Derneği (Bal-Göç) Genel Merkezi'nin ise Bursa'daki inisiyatiflere liderlik ettiği bu eylemlilik günlerinde Bursa da yerini aldı.
Uludağ Üniversitesi akademisyenlerinden Gürhan Korkmaz da bu sürece katkı
koyanlardan.
Bal-Göç
Genel Başkanı Emin Balkan'ın bu yöndeki çağrısını hiç tereddütsüz görev kabul
eden Korkmaz’ın not defterimize düşen bilgileri ise o gece etkinliğe
katılan ve kendini Türk hisseden herkesi kahırlandırdı.
Başkan Prof.
Dr. Emin Balkan’ın da dediği gibi, adeta bir soykırıma dönüşen bu katliamın
unutulmaması ve unutturulmaması için gelecek kuşaklara bu bilgilerin
aktarılması 'hayati' önemde.
Bir
kez daha tarihe tanıklık edenlerin notlarından 5 Ekim 1821 günü Türklere
yaşatılan dehşeti ve olayları tüm çıplaklığı ve yalınlığı ile tekrar anımsatalım.
McCarthy,
Tripoliçe katliamını şu çarpıcı cümlelerle nakleder:
“Üç gün boyunca zavallı Türk
yerleşimciler, bir vahşiler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne
cinsiyet ve ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlarla çocuklar dahi
öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki,
çetecilerin sergerdesi Kolokotronis’in kendisi bile, kasabaya girdiğimde yukarı
hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi demektedir.
İlerlediği zafer kutlama töreni yolu, cesetlerden bir örtüyle döşenmişti”.
Tarihçi
N. Iorga ise eserinde Rumların Tripoliçe’yi 5 Ekim 1821’de ele geçirişlerini
şöyle aktarıyor:
“Kendilerinde disiplinden eser
bulunmayan Rumlar en vahşi Asyalılardan daha korkunç bir şekilde ortalığı kan
ve ateşe verdiler. Yalnız fidye umdukları kimselerden başka, kadın ve çocuklar
da dâhil olmak üzere herkesi parçaladılar. Elebaşılardan biri, Tripoliçe
ve civarında öldürülen Türklerin sayısını 32 bin olarak tahmin etmektedir ki,
bu sayı Osmanlı İmparatorluğu zamanında öldürülen Rumların sayısından kat kat
yüksektir. Tripoliçe şehrinden yalnız duman tüten harabeden başka bir şey
kalmamıştı”.
Tarihi
kayıtlara güre isyancılar, Tripoliçe kentinde hiçbir şey bırakmayacak biçimde
yağma yapmışlar.
Öyle
ki, katliama katılan Manya Beyi, payına düşen ganimeti 20 katır ve 2 deve ile
ancak taşıyabilmiş.
Araştırmalarında
Mora’daki katliamlara dikkat çeken Salâhi N. Sonyel, Tripoliçe kıyımı bütün
dehşetiyle ele almıştır.
Yazar,
bilhassa Yunan tarihinin kahramanları arasında yer alan isyancı liderlerden
Theodoros Kolokotronis’in vahşetine dikkat çekmektedir.
Tripoliçe
katliamı sırasında kentte bulunan ve aralarında Albay Thomas Gordon’un da
olduğu Avrupalı subaylar, oradaki tüyler ürpertici sahnelere şahit oluyor ve
bazıları, daha sonra bu olayları bütün çirkinlikleriyle anlatıyorlar.
Bu
sahnelere dayanamayan Almanyalı Helen dostu genç Doktor Wilhelm Boldemann,
zehir içerek intihar ettiği belirtilmektedir.
Iorga
notlarında:
"Tarihin en büyük
katliamlarından birinin eşiğinde olan Mora’daki Tripoliçe şehri, 5 ay boyunca
50–60 bin Rum tarafından aralıksız kuşatıldı. Rum isyancılar Tripoliçe’de Rum
isyanı boyunca meydana gelen en büyük katliamlardan birini gerçekleştirdi.
Şahit olanların kanının donduran saldırılarda, şehirde bulunan 40 bine yakın
Türk’ün hemen tamamı 3 gün içinde vahşice öldürüldü. Burada bulunan komutanlar
ile ailelerinden oluşan 97 kişi rehin alındı. Kin dolu Rumlar Türk mezarlığını
dahi kazıp, kemikleri çıkarıp yaktılar. İsyancılar, kuşatma esnasında Türklere
gayret vererek isyana karşı koymaya teşvik eden Tripoliçe Kadısı Halim
Efendi’yi de üzerine yağ döküp yakmak suretiyle katletti."
demektedir.
Mora’da
Türklere karşı işlenen cinayetleri ve katliamları konu alan yabancı kaynak
eserler Amerika, Fransa, Almanya ve İngiltere kütüphanelerinden daha sonraki
yıllarda birer birer yok edilmeye başlandı.
O
eserlerden biri de ABD’li yazar McCarthy’nin, Ölüm ve Sürgün adlı yapıtıdır.
McCarthy
kitabında, Mora Yarımadası’nda Rumların Müslümanlara karşı genel bir yok etme
politikası içinde olduklarına özellikle vurgu yaparak, ayaklanmanın milliyetçi
sloganını Balyabadra Piskoposu Germanos’un ağzından dökülen;
“Hıristiyanlara
huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” söyleminin
temsil ettiğini belirtiyor.
Kentte
bulunan Avrupalı gönüllülerden Kotsch adlı bir Alman subayın anlattıkları ise
şöyle:
“Türklerle ilişki kurduğu sanılan
bir Rum papazı işkence ile öldürülmüştü. Kentten kaçmaya çalışan bir Musevi,
büsbütün soyularak, organları kesilmiş; o durumda kentte dolaştırıldıktan sonra
asılmıştı. Öldürülmeyenler 10-15 adet Rum eşkıya tekneleri ile Kuşadası ve
İzmir taraflarına nakledildiler. Bu göçmenlerden bir kısmı Anadolu’ya
geldiklerinde uzun süre açlık çektiklerinden, yemek yer yemez ölmeye başladı.”
Yunan
isyanı ve sonrası gelişmelere dair eseri bulunan David Howarth, Mora’da
Türklere yapılanları ibret verici cümlelerle kaleme alıyor.
Howarth,
1821 ihtilalini yerinde izlemiş, İngiliz, İtalyan, Fransız, Alman subay ve
gazetecilerin ülkelerine döndükten sonra yazdıkları kitap, makale ve günlükleri
tek tek inceleyerek kitabını hazırlamıştı.
Howarth
eserinde verdiği sarsıcı bilgilerden sadece şu satırlar bile yaşanan vahşeti
anlatmaya yetiyor:
"Yunanlıların, barbarlıklarına
20 kadar Avrupalı tanık olmuştu. Bunlardan biri de İskoçyalı Albay Thomas
Gordon’du. Tripoliçe’de gördüğü olaylar o kadar dehşet vericiydi ki, utanç
verici bu olayların, sonsuza değin bilinmesini istedi: İki gün içinde, on
binlerce Türkün yaşadığı şehirde tek canlı kalmamıştı. Bunların çoğu, kafası,
kolları ve bacakları kesilerek öldürülmüşlerdi. 1821 ihtilali döneminde,
Yunanistan'da yaşayan yabancıların sayısı, parmakla sayılacak kadar azdı. Bu
yüzden Avrupa ülkeleri Yunanistan'da neler olup bittiğini bilmiyordu.
Yunanistan dışına gönderilen raporlar savaşa katılmamış, Atina'da yaşayan aydın
romantikler tarafından hazırlandığı için, Yunanlıların ideallerine uygun
ölçülerde kaleme alınıyordu. Bu Avrupalılar Türkleri kınarlarken, barbarlık
edenin ve katliamı başlatanın Yunanlılar olduğunu bilmiyorlardı."
“Dünyanın haberi olmadan yok
edildiler. 20 bini aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk birkaç hafta süren
boğazlamalar sırasında Rum komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve
vicdan azabı duyulmadan öldürüldüler.”
Tanıklardan
Lütfi Efendi’nin kaleminden dökülen notlar:
“Rumların ayaklanmasıyla, yaklaşık
dört asır Mora’yı vatan edinen Türkler, isyancıların çok şiddetli saldırılarına
maruz kaldı. İsyana Yunanlılara destek için katılan ancak gördükleri vahşet
karşısında irkilen bazı Avrupalı müelliflerin gözlemlerinden anlaşıldığı
kadarıyla, Rumların bu vahşi cinayetleri tam bir soykırım özelliği taşıyordu.”
1821’de
başlayan isyan yaklaşık 10 yıl devam etti. Dönemin Avrupalı büyük devletleri
olan İngiltere, Fransa ve Rusya isyancı Yunanlıların lehine diplomatik ve
askeri müdahalelerde bulundu.
Avrupalılar
isyancıları açıktan destekledi.
Bu
da Osmanlı Devleti’nin isyanı bastırmasını imkansız hale getirdi.
Prof.
Dr. Ali Fuat Örenç, Yunanistan'ın Avrupasız var olamayacağını, şu cümlelerle
anlatıyor:
"Avrupa’da sahip oldukları
uygarlığın kültürel ve laik köklerinin Antik Yunanistan’dan kaynaklandığı tezi
kabul görüyordu. Her rütbeden subaylar ve halk gönüllü yazılıyordu. Başta
İngiltere olmak üzere Avrupa’nın pek çok yerinde kurulan komiteler para
topluyor, isyana fiilen katılan gönüllü gruplar Mora’ya akın ediyordu. New York
gibi büyük şehirlerde para ve mühimmat yardımları toplanıyor, gönüllülerle
birlikte isyan bölgesine gönderiliyordu."
Prof.
Dr. Ali Fuat Örenç, Yunanistan ile yaşanan bugünkü sorunların temelinin 200 yıl
öncesine dayandığı görüşünde:
“Günümüz Türk-Yunan ilişkilerinde
karşılaşılan krizlerin önemli kısmının tarihin bu karanlık dönemlerine
dayandığını ve iki ülkenin gelecekteki ilişkilerinin şekillenmesinde belirleyici
etkiler bıraktığını belirtmek yanlış olmayacak. Bu nedenle Türk-Yunan
ilişkilerindeki tartışmaları sadece güncel hukuki, politik, ekonomik, askeri ve
stratejik gelişmeleri dikkate alarak anlamak mümkün görünmüyor.”
Yunanistan’ın
bugünkü milli marşının yazarı Dionysios Solomos. Solomos, 1823’te kaleme aldığı
şiirinde Yunanların Osmanlıya başlattığı isyanı dehşet verici ifadelerle
anlatıyor.
Şiir
özgürlük için Türklerin katledilişini meşrulaştırmaya çalışıyor.
Solomos,
bugünkü Yunan marşının temellerini oluşturan şiirinde Türkleri adil olmayan
millet olarak tanımlıyor ve öldürülmeleri gerektiğini savunuyor.
158
kıtalık şiirde, Mora sancağının merkezi olan Tripoliçe'de Türklere yapılan
katliam şöyle anlatılıyor:
"...Derin okyanusu
İşte böyle uğuldasın isterdim
Ve dalgasında boğulsun
Her Türk tohumu
Neden muharebe yavaşladı bi an?
Neden az kan? …”
İşte tarihe not düşenlerin kaleminden sadece bir kısmına yer verdiğimiz bilgiler bile atalarımıza yaşatılan dehşeti, ruhumuzdaki hüznü anlatmaya yetiyor.
Uludağ
Üniversitesi'ndeki etkinlikte Tripoliçe'de vahşice katledilip yaşamdan
koparılan insanlarımız için dualar da okundu.
Allah
kabul etsin.
BRTK
Genel Başkanı Sabri Mutlu başta olmak üzere etkinliğe birçok STK başkanı ve
yöneticisi ile siyasi parti temsilcileri de katılarak bu vahşet nedeniyle
Yunanistan’ı bir kez daha kınadılar.
Başkan Mutlu konu hakkında geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamasında Balkan ülkeleri yetkililerine çağrıda bulunarak bölge tarihinin yeniden, tarafsız ve objektif olarak yazılmasını, mevcut eğitim kitaplarında Türklere ve müslümanlara karşı bulunan kin ve nefret dolu ifadelerin silinmesini istedi.
Çok yerinde bir çağrı.
Bu bile vicdanlarımızdaki kanamayı durdurmayacak, ancak atalarımızın yaşadığı haksızlığı bir nebze olsun giderecek.
Tripoliçe'den Balkanların elimizden çıkma sürecine, Tuna boyundan, Anadolu'nun işgal günlerine uzanan tarihin karanlık sayfalarını iyi okumalı, tahlil etmeliyiz.
Bu zaman diliminde ezici çoğunluğu sivil olmak üzere 5 milyondan fazla Türk insanlık dışı yöntemler ile canından edildi, yaşamdan koparıldı.
Bu satırları ''Keşke yunan kazansaydı'' diyenler ve onların sempazitanları iyi okusunlar.
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmasaydı bu gün yurtsuz ve yarınsız olacak, varlığımız ve adımız silinecekti.
Mora'dan bu güne yansıyan çığlığı duymak istemeyen hainler, aklınıza iyi yerleştirin.
Unutturulmak istense de ne biz, ne
de tarih unutmayacak...