30 Ocak 2021 Cumartesi

YAŞANAN ACILARIN BİR DAHA TEKRARLANMAMASI İÇİN MÜBADELENİN 98. YILINDA SAMSUN'DAN DÜNYAYA ÇAĞRI


Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 yılında yapılan nüfus değişiminin (mübadelenin) 98 yıldönümünde Samsun’da gerçekleştirilen ve oldukça duygusal anların yaşandığı etkinliklerde Batı Trakya’dan anayurda göç eden soydaşlarımız ile yaşanan acılar bir kez daha gündeme taşındı.

Soydaşların çatı örgütü, en üst kurulu niteliğindeki STK’sı Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu (BRTK) Samsun’da düzenlediği toplantı ile bir kez daha gündemi belirledi. Balkanların her noktasında her konuda inisiyatif kullanan, soydaşların sorunları için de bölgesel raporlar düzenleyip Birleşmiş Milletlere sunan BRTK, Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 yılında varılan mutabakatla gerçekleştirilen nüfus değişiminin (mübadelenin) 98. Yılında geçmişten bu güne yansıyan acılara ışık tuttu, günümüze yansıyan sorunların aktarılmasında dil oldu, söze geldi. 

Samsun’da gerçekleştirilen ve Karadeniz Balkan Dernekleri Federasyonu (KARDEF) ile Samsun Atakum Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı toplantılara Cumhuriyet Halk Partisi Balkan Masası adına Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak ile Bursa Milletvekili Yüksel Özkan da katıldı. Batı Trakya Türk asıllı Yunanistan Milletvekilleri Burhan Baran ( KİNAL ), İlhan Ahmet (KİNAL ) ile Hüseyin Zeybek (SYRİZA)’in de sanal ortamdan katıldığı toplantı ve panellerin yanı sıra Samsun’a gelen mübadillerin karaya ayak bastığı ilk nokta olan aynı zamanda Mustafa kemal Atatürk’ün manevi anısının da hala yaşatıldığı Tütün İskelesi’nde düzenlenen törenle denize karanfiller bırakıldı. Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Demir, BRTK Genel Başkanı Sabri Mutlu, KARDEF Başkanı Salih Meriç, Samsun Mübadele Derneği Başkanı Olcay Yanık ve Samsun’a yerleşen mübadillerin torunlarının da katıldığı törende duygusal anlar yaşanırken, gündeme taşınan Yunanistan göçü 98. yılında bir kez daha irdelendi, tartışıldı, ele alındı, konu hakkında çeşitli tebliğler sunuldu. 


DOKTOR SADIK AHMET’İN ŞAHSINDA

BATI TRAKYA DİRENİŞİNİN KAHRAMANLARINA SAYGI

Yapılan konuşmalarda göçün, yani doğduğun, büyüdüğün, atalarının mezarlarının bulunduğu topraklardan koparılıp, tanımadığın bilmediğin bir yere gitmenin, orada yaşama tutunmak zorunda bırakılışın ne kadar dramatik bir hadise olduğu dile getirildi. TRT FM ‘in canlı yayın yaparak katılanların duygularını tüm Türkiye’ye aktardığı etkinliğin Faik Öztrak’ın başkanlığında yapılan istişare toplantısına CHP’nin 15 bölge milletvekili ile il başkanları ve belediye başkanlarının yanı sıra Karadeniz bölgesinde faaliyet gösteren 30 civarında Balkan derneği ve STK’sının başkan ve yöneticileri de katıldı. Toplantıda 29 Ocak 1988 yılında Batı Trakya’da yaşayan insanlarımıza karşı gerçekleştirilen baskı ve zulüm ile o günlerdeki zulme karşı dimdik duran, kendilerine ve mallarına mülklerine zarar verilmemesi için korkusuzca direnen soydaşlarımız da yaad edildi. 1990 yılında gerçekleştirilen ve bu direnişi anma amacı taşıyan toplantı sırasında yine Yunan güvenlik güçlerinin insanlık dışı uygulamalarına maruz kalan insanlarımızın da unutulmadığı etkinlikte bu direnişin kahramanları ve başta Doktor Sadık Ahmet olmak üzere ölenler rahmet ve minnetle, hayatta olanlar ise sağlık ve uzun ömür dilekleri ile anıldılar. STK başkanlarına tek tek söz verilen toplantıda katılımcılar bölgelerinde yaşadıkları sıkıntılar ile Balkanlar’da yaşayan insanlarımızla ilgili düşüncelerini aktardı, çözüm önerileri sundu. 

BALKANLARDA YAŞAYAN SOYDAŞLARA KİMLİK VERİLMELİ

BRTK Başkanı Sabri Mutlu ise konuşmasında Batı Trakya'da Lozan Anlaşması sırasında bölgede faaliyette olan 305 Türk azınlık okulundan bugün sadece 115 tane kaldığına diğerlerinin Lozan Anlaşması'na aykırı olarak Yunan hükümeti tarafından çeşitli bahanelerle kapatıldığına dikkat çekti. Kalan bu okulların da başta tabelalarındaki Türk sözcüğünün kaldırılıp Müslüman Azınlık Okulu yazıldığını ve statülerinin değiştirilmeye çalışıldığını söyleyen Başkan Mutlu BRTK olarak bu uygulamanın sona erdirilmesi çağrısı yaptı. Kalan okulların da yeterli sayıda öğrenci olmadığı bahanesiyle kapatılmak istendiğine de dikkat çeken Mutlu Batı Trakya'daki soydaşlarımızın eğitim hakkının uluslararası anlaşmalara rağmen gasp edilmeye çalışıldığını söyledi. Ana dil kullanımı dahil bölgedeki insanımızın birçok konuda engellendiğine hatta evlerinin bile tadilat yapılmasına izin verilmediğine değinen Mutlu ''Bölge tarım cenneti iken bu olanak zamanla çökertildi. Bu nedenle gençlerimiz Avrupa'ya gidip geleceklerini gurbet ellerde aramak zorunda kalıyor. Bu da nüfus erozyonuna neden oluyor. Bu uygulama asimilasyon sürecinin bir parçasıdır.  Biz Türk hükümeti ile Türkiye'deki duyarlı iş insanlarımızdan Batı Trakya'nın verimli ovalarına tarımsal üretime dayalı sanayi yatırımları yapmalarını istiyoruz. Bölgede yaşanan göçü ancak böyle engelleyebiliriz'' dedi. Konuşmasında başta Girit ile Kos ve Rodos adasında yaşayan ve Yunanistan'ın değişik bölgelerinde de yaşam süren Türk asıllıların sorunlarına da dikkat çeken Başkan Mutlu bu insanlarımızın Lozan Anlaşması dışında bırakıldığını, eğitim hakkının engellendiğini, hatta asimilasyon sürecinin daha etkin hayata geçirilerek karma evliliklerin özellikle teşvik edildiğini söyledi. Bunun önüne geçilmesi için bu soydaşlar ile Balkanların tamamında yaşayan insanlarımıza Türkiye Cumhuriyeti kimliği verilmesini isteyen BRTK Genel Başkanı Sabri Mutlu ''Bu uygulama mutlaka hayata geçirilmeli. Hükümetimiz acil olarak buradaki insanlarımıza el uzatıp onların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamalıdır'' dedi.


69 BALKAN STK’SINDAN ORTAK BİLDİRİ

CHP’nin Balkan Masası Başkanı ve panelin yöneticisi Faik Öztrak aktarılan sorunların çözüm noktasındaki düşüncelerini dile getirirken yapılacak ortak projelerin gerçekleştirilmesi için üç belediyenin Balkanlar’da kardeşlik protokolü imzalayacağını, CHP’li belediyelere konfederasyona bağlı derneklerle işbirliği yaparak Balkanlar’da yaşayan insanımıza ulaşmaları için de talimatlar verileceğini ifade etti. Öztrak bu konuda Batı Trakya başta olmak üzere Balkanların tamamında soydaşlar ile ilgili işbirliği projeleri gerçekleştirmek ve yürütülecek çalışmaları koordine etmek ve taçlandırmak için Balkan Masası bünyesinde daimi bir sekreterya kurulduğunu da belirtti.

Mübadelenin 98.yılı anısına gerçekleştirilen etkinlikler sonrası konu hakkında 69 Balkan STK başkanının imzasını taşıyan bir basın bildirisi de yayınlandı. Yapılan ortak açıklamada geçmişte yaşanan acıların bir daha tekrarlanmaması istendi. Yaklaşık iki milyon insanın yerinden yurdundan oluğu hatırlatılan basın bildirisi şu görüşlere yer verildi:

‘’Türk-Yunan Nüfus Mübadelesinin 98.yılında çok farklı bir Dünya’dayız..

30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında imzalanan “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının” zorunlu göçünü öngören Mübadele Sözleşmesi ile her iki ülkeden yaklaşık iki milyon insan doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı.

MÜBADELE ÖYKÜLERİ 

SUYUN İKİ YANINDA DA 
98 YILDIR HİÇ UNUTULMADI

Günümüzde mübadele müzelerinde; efemeralarını, siyah beyaz fotoğraflarını gördüğümüz ancak hepsinden önemlisi kuşaktan kuşağa aktarılan memleket anıları, yüreklerimizde sakladığımız yeni vatanlarına yolculuklarının öyküsü suyun iki yanında 98 yıldır hiç unutulmadı. 100. yıla iki yıl kala mübadelenin, başka bir deyişle iki yönlü can değişiminin bu denli hatırda kalmasının başlıca nedenleri: Kültürün taşınması ve göçlerin tüm hızıyla sürmesidir.

Evet, bu yıl çok farklı bir dünyadayız..
Koronavirüs salgını nedeniyle dünyamızın toplumsal ve ekonomik düzeni alt üst oldu.
Ülkelerin sağlık sistemleri çökme noktasına geldi. Her gün binlerce insan yaşamını yitiriyor.
Dünya’da vaka sayısı yüz milyona yaklaştı. Şu ana kadar dünya genelinde yaşamını yitirenlerin sayısı iki milyonu aştı. Sağlık Bakanlığının verilerine göre ülkemizde vaka sayısı iki buçuk milyona, yaşamını yitirenlerin sayısı 25.000’e yaklaştı. Yaşamını yitirenler arasında çok sayıda doktor, hemşire ve sağlık emekçisi bulunuyor. Olağanüstü bir çaba ve özveri ile görev yapan sağlık çalışanlarımıza şükranlarımızı sunuyor, candan kutluyor ve alkışlıyoruz.
Salgın hastalıklar hayatımızın bir gerçeğidir. Geçmişte milyonlarca insanın ölümüne neden olan salgınlar görüldü. Salgın hastalıklar biz mübadillere hiç yabancı değildir. 1923 yılında savaştan yeni çıkmış bir ülkenin tüm mübadillerinin karantina altında tutulmasına ve bulaşıcı hastalıklara karşı aşılarının yapılmasına karşın hemen her mübadil ailede can kayıpları yaşanmıştır.

Geçmişte yaşananlar bize KORONAVİRÜS salgınının da son sağlık krizi olmayacağını 
göstermiştir. Dünya Sağlık Örgütü, halk sağlığına daha fazla yatırım yapmaları için bütün devletlere çağrı yapıyor. Ayrıca Covid-19 aşılarının herkese eşit şekilde dağıtılması gerektiğinin altını çiziyor. En büyük dileğimizin günümüzün teknolojisinde tüm insanların düzenli ve etkili aşılanması olduğunun altını çiziyoruz.
Son günlerde gündeme gelen tartışmalardan birisi de “Aşı Pasaportu”. Mübadillerin, aile büyüklerinin doğup büyüdükleri toprakları ziyaretlerinde vize alma zorunluluğu, vize alırken yaşanan sıkıntılar yetmiyormuş gibi pandemi nedeniyle uygulamaya konulacağı söylenen “Aşı Pasaportu” seyahat imkanlarımızı iyice kısıtlayacaktır. COVID 19 salgını sürerken gündeme giren ‘aşı pasaportu’ yeni acılara ve ayrılıklara neden olacağı için bu düşüncenin uygulanmamasını diliyoruz.

MÜBADİLLERE VİZE UYGULAMASINA SON VERİLMELİ

Pandemi nedeniyle sarsılan ekonomiden etkilenen tüm vatandaşlarımızın; özellikle de dezavantajlı grupların barınma ve geçim sorunları için etkin önlemlerin alınmasını istiyoruz. Ülkemizde en dezavantajlı grup hiç kuşkusuz Romanlar ve Roman mübadillerdir. 

Bu grubun; barınma, eğitim, çalışma ve sağlık sorunları güncelliğini koruyor, sorunlarının acil ve kalıcı
olarak çözümlenmesi gerektiğini vurguluyoruz.
Dünya’daki dezavantajlı gruplardan olan sığınmacıların, mültecilerin ve Romanların, Türkiye’de; geçici koruma statüsünde olan göçmenlerin sağlıklı yaşam koşullarına bir an önce kavuşmaları için Avrupa Birliğinin gerekli önlemleri ivedilikle almasını bekliyoruz.
Komşu Suriye’de süren acımasız savaş nedeniyle milyonlarca insan canını kurtarmak için ülkesini terk etti, dört milyona yakını Türkiye’ye sığındı. Bu insanların tekrar ülkelerine dönebilmeleri ve huzur içinde yaşamlarını yeniden kurabilmeleri için barışçıl ortamın bir an önce sağlanması gerektiğini önemle vurguluyoruz.

Geçen yıl yaptığımız ortak açıklamada dile getirdiğimiz:
-Vize uygulamasına son verilmesi,
- Her iki ülkede mübadeleden kalan kültürel mirasın korunması,
- Çevremizde yükselen savaş tehdidinin giderek tüm dünyayı saracak bir sıcak çatışmaya dönüşmesi olasılığına karşı hemşerimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’yurtta sulh cihanda sulh’’ sözleriyle ifade ettiği prensibe uygun olarak içerde demokrasi, dışarda diplomasi odaklı adımlar atılması,
- Doğu Akdeniz’deki kaynakların kullanımı başta olmak üzere Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan tüm anlaşmazlıkların çözümü için itidalli davranılması ve diplomasiye önem verilmesi gerektiğine inanıyoruz.
- Barışın önemini vurgulamak için Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz’un LOZAN BARIŞ BAYRAMI olarak ilan edilmesi ve resmen kutlanılması ile ilgili taleplerimizi yineliyoruz.
Mübadelenin ve Lozan Barış Antlaşmasının 98.yılında, çatışmaların ve savaşların sona ermesini, tüm dünya halkları için barış ve demokrasinin egemen olmasını ümit ederek; savaşlarda, göç yollarında, terör saldırılarında ve koronavirüs salgınında yaşamını yitirenleri saygı ve rahmetle anıyoruz.
Çekilen acılar bir daha yaşanmasın.’’




Balkan mübadilleri ve soydaşları temsil eden 69 STK 
adına ortak açıklamaya imza koyan kuruluşlar;

·         Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Merkezi
·         Lozan Mübadilleri Vakfı Ege Bölge Temsilciliği
·         Lozan Mübadilleri Vakfı Mudanya Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Genel Merkezi
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Ordu Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Gümüşhacıköy Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Merzifon Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Vezirköprü Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Stratejik Araştırmalar Merkezi
·         Akdağmadeni Lozan Mübadilleri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği
·         Alaçam Mübadele ve Balkan Türk Kültürünü Araştırma Derneği
·         Amasya Mübadele ve Balkan Türkleri Derneği
·         Ankara Lozan Mübadilleri Derneği
·         Ayvalık Giritliler Derneği
·         Bafra Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları Derneği
·         Beylikdüzü Gürpınar Trakyalılar ve Rumeliler Eğitim Kültür Dayanışma Derneği
·         Bodrum Girit ve Yunanistan Göçmenleri Kültür Dayanışma Derneği
·         Bursa Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Büyük Mübadele Derneği
·         Çukurova Girit Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Demirtaş Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Derecik Mübadele ve Balkan Türkleri Derneği
·         Didim Rumeli Kültürünü Yaşatma ve Dayanışma Derneği
·         Edirne Lozan Mübadilleri Derneği
·         Erdek Girit ve Rumeli Mübadilleri Dostluk Dayanışma Derneği
·         Erzin Turunçlu İmraniye Girit Türkleri Kültür Derneği
·         Eski Atışalanı Köyü Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği
·         Eskişehir Rumeli Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği
·         Fethiye Muhacir Romanlar Sosyal Dayanışma Derneği
·         Gelibolu Lozan Mübadilleri Derneği
·         Gemlik Girit ve Rumeli Türkleri Kültür Dayanışma Derneği
·         Giresun Lozan Mübadilleri ve Balkan Kültürünü Araştırma Derneği
·         Giritliler Kültür, Dostluk ve Yardımlaşma Derneği
·         Hebilli Köyü Kale Giritliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Isparta Lozan Mübadilleri Derneği
·         İki Yaka Mübadilleri Derneği
·         İlkadım Çanakça Derneği
·         İncirliova Selanik Mübadili ve Göçmenleri Eğitim, Kültür Dayanışma Derneği
·         İzmir Giritliler Derneği
·         Kartal Rumeli Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Kayabaşı Selanikliler Derneği
·         Kuşadası Selanik Mübadilleri ve Rumeli Göçmenleri Kültür Dayanışma Derneği
·         Lozan Mübadilleri Derneği (İstanbul)
·         Mahmutbey Selanikliler Derneği
·         Manisa Giritliler Derneği
·         Mersin İhsaniye/Melemez Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Mersin Girit Türkleri Kültür Dostluk ve Yardımlaşma Derneği
·         Mursallı Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Niksar Balkan Türkleri Derneği
·         Samsun Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları Derneği
·         Samsun Hacıismail Spor Kulübü Derneği
·         Samsun Selanik Spor Kulübü Derneği
·         Sarıyer Lozan Mübadilleri Derneği
·         Selanik Türkleri ve Buca Yaylacıklılar Eğitim Kültür Dayanışma Derneği
·         Selimpaşa Epivates Bigados Tarihi Kültürel Sosyal Eğitim ve Araştırma Derneği
·         Selimpaşa Çağdaş Eğitim Kültür Selanik Mübadele ve Turizm Derneği
·         Seyrekliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Sinop Mübadele ve Balkan Türk Kültürünü Araştırma Derneği
·         Tarsus Girit Türkleri Derneği
·         Taşova Mübadele Derneği
·         Tokat Erbaa Balkan Türkleri Derneği
·         Yanyalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği
·         Silifke Giritliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Şarköy Mübadilleri
·         Tepecik Trakya Rumeli Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Bornova Selanikliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Eşrefpaşa Giritliler Derneği
·         Tokat Balkan Türkleri Derneği

29 Ocak 2021 Cuma

Türkiye-Yunanistan arası gerginlikte Ankara nasıl bir yol izlemeli?

 

Doç. Dr. Pınar Erkem / EURONEWS

Türkiye ile Yunanistan ilişkileri üzerinde oluşturulacak bakış açısını, 1821-1830 Yunan bağımsızlık süreci ve sonrasında Yunanistan’ın Osmanlı devleti karşısındaki genişleme süreciyle başlatmak yanlış olmayacaktır.

Bu dönemden itibaren, iki ülkenin birbirine bakışı karşılıklı olarak belirgin bir güvensizlik üzerinde kurgulanmıştır. Kurtuluş Savaşıyla karşılıklı çarpışmalar seviyesine gelen ilişki, Lozan Anlaşmasıyla belirli bir statüko kazanmış ve o tarihten itibaren iki ülke arasındaki ilişkiler siyasi düzlemde inişli çıkışlı olarak devam etmiştir. Atatürk ve Venizelos’un karşılıklı dostluk ve iş birliğini oturtma çabasının yarattığı olumlu hava, 1960 sonrasında Kıbrıs’ta yaşanan etnik çatışmayla tekrar gerilmiştir.

İlişkilerin tekrar gerilmesinin arkasında yatan birikim ise, Doğu Akdeniz sorunuyla başlayan ve Ege Denizi sorunlarıyla devam eden bir süreçtir.

1970’lerle gündeme oturan Ege Denizi uyuşmazlıkları halen sürmekle beraber, 1996 yılındaki Kardak Krizi iki ülke arasındaki gerginliğin zirve noktasını oluşturmuştur. İkisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan, bu krizle savaşın eşiğine gelmişlerdir. Soğuk Savaşta olduğu gibi, krizin en yüksek noktaya ulaşmasından sonra yumuşama dönemine geçilmiş; Dışişleri Bakanları Cem ve Papandreou’nun isimleriyle anılan yumuşama dönemi günümüzde yaşanan krize kadar sürmüştür. Söz konusu yumuşama Türkiye’de “deprem diplomasisi” olarak anılsa da, sadece iki ülkenin yaşadığı trajik deprem hadiseleri nedeniyle yaşanan bir dönem değil, bundan öncesine dayanan ve dışişlerinin bakanlarının önderliğinde bir “yeniden ilişki kurma” çabasının ürünüdür. İlişkilerin tekrar gerilmesinin arkasında yatan birikim ise, Doğu Akdeniz sorunuyla başlayan ve Ege denizi sorunlarıyla devam eden bir süreçtir.

Doğu Akdeniz’deki enerji uyuşmazlığı Kıbrıs açısından ele alınmalı

Bu son derece kısa tarihsel anımsamanın bize gösterdiği, ilişkilerin sürekli düşmanlık ve çatışma ekseninde değil, inişli çıkışlı bir şekilde ilerliyor oluşu. İki ülke arasındaki en büyük sorun halen Kıbrıs anlaşmazlığı; bugün yaşanan Doğu Akdeniz’deki enerji uyuşmazlığı da bu çerçevede ele alınmalı. Bunun yanında iki ülke arasındaki sorunların çözül(e)memiş olması veya farklı algılanışı, özellikle Ege denizindeki çakışan egemenlik sorunlarının sürmesinin temel nedeni.

Bu anlaşmazlıklar konusunda iki taraf da kendini haklı görmekte ve bu haklılığı ispat etmek için bu sorunların kendi lehine olabilecek çözüm mekanizmaları tarafından çözülmesini talep etmekteler. Hiç de yeni olmayan bu sorunların bugün tekrar gündemimize oturmasının arkasında, Yunanistan’ın Türkiye’nin diplomasi boyutunun ve uluslararası siyasi konumunun zayıflığından yararlanarak durumu kendi lehine çevirme çabası olduğu söylenebilir. Güney Kıbrıs’ın geçtiğimiz yıllarda İsrail, Mısır ve Lübnan ile yaptığı anlaşmalar da bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu adımların Türkiye tarafından kendisine karşı bir bloklaşma olarak algılanması ve Doğu Akdeniz’de kendisini bir “çevrelenme” içinde hissetmesi de ilişkileri olumsuz etkileyen bir başka faktör olmuştur. Fransa’nın da bu çerçeveye girerek Türkiye’yi açıkça ötekileştiren bir tavır takınması ile ilişkilerin gerilmesi de benzer şekilde Türkiye’nin uluslararası siyasette, özellikle de, Yunanistan’ın da üye olduğu, AB ile ilişkilerinde olumsuz bir etki olmuştur.

Yunanistan’ın bu çabalarına karşı Türkiye’nin seçimleri neler olabilir?

Böylesine bir analiz için öncelikle Türkiye açısından mevcut anlaşmazlığın niteliğini anlamlandırmak oldukça önemli. Hiçbir dış politika sorununu küresel konjonktürden ve Türkiye’nin uluslararası siyasetteki konumundan bağımsız değerlendirmek mümkün değil. Türkiye’nin siyasi durumu, diğer ülkelerle ilişkileri, anlaşmazlıkları, yumuşak gücünün etkisi gibi pek çok faktör, komşu ülkelerle ilişkilerini de belirliyor. Uluslararası aktörlerin veya büyük güçlerin Türkiye’yle ilişkilerinin çatışmalı olduğu dönemlerde, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı iddialarını tekrar seslendirilmesi de beklenmedik bir gelişme değil.

Dış politikanın istikrar isteyen ve uzun vadeli bir politika alanı olduğu unutulmamalı. Bu nedenle maceracı bir dış politika izlemek yerine, Türkiye’nin sahip olduğu nitelikli ve tecrübeli diplomatlara güvenilmesi Ege deniziyle ilgili uyuşmazlıklara dair izlenecek yolun belirlenmesinde önemli olacaktır. Türkiye’nin mevcut uyuşmazlıklarla ilgili hukuki düzenlemelere ve diğer ülkelerdeki uygulamalara vakıf olan pek çok nitelikli diplomatı bulunmakta. Türkiye’nin haklı pozisyonu, sağlam temellendirilmiş şekilde ve doğru uluslararası mecralarda ısrarla ve devamlı şekilde ifade edilmeli. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de askeri varlığı vasıtasıyla uyguladığı güç projeksiyonu ve sadece Ege’de Yunanistan’a değil, kendine karşı Doğu Akdeniz’de oluşan bloklaşmaya “Mavi Vatan” stratejisi ile gösterdiği kararlılık, kendi etki alanındaki hâkimiyetini gözler önüne sermesi açısından gerekli bir hamle olmakla beraber, şu an görüşmelere oturmuş olması da bunu tamamlar nitelikte bir hamle olarak görülmeli.

Uluslararası siyaset, askeri ve diplomatik çeşitli araçlardan oluşur. Bunların arasında savaş ve barış iki ayrı uç olarak görülecek olursa, ikisi arasındaki çeşitli ilişki kurma araçları mevcuttur ve ülkeler bunları kullanarak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Türkiye de Yunanistan da farklı araçları kullanarak hem ilişkilerini devam ettiriyorlarken, hem de konumlarını güçlendirmeye çalışmaktalar. Sert gücü kullanabilme iradesini göstererek Türkiye neyi, nereye kadar kabul edebileceğini hem Yunanistan’a hem dünyaya ifade etmiş oldu. Şimdi müzakere masasına oturarak çizilmiş olan bu sınırların içerisinde taraflar uzlaşı arayacaklar. Yunanistan’ın bir yandan müzakere çağrısı yaparak yumuşama talep etmesi, diğer yandan ise askeri açıdan güçlenme çalışmaları yapması veya askerliği uzatması Türkiye’nin güç projeksiyonunu dengeleme kapsamında değerlendirilebilir.

"Yunanistan’a karşı Rusya’yı dengeleyici görmek de bir hata olacaktır"

Türkiye’nin Yunanistan’la olan ilişkilerinde AB üyeliğinden doğan bir asimetri mevcut. Bir yandan Yunanistan Türkiye’nin AB üyeliğini 1999’da gördüğümüz gibi destekliyor, diğer yandan Türkiye AB’yle iyi ilişkiler için Yunanistan’la sorunlarını halletmek zorunda. Türkiye-Yunanistan-AB üçgeninde Türkiye AB’ye üye olmadığı için ne yazık ki dezavantajlı konumda. Bunun yanında, Yunanistan’la ilişkilerinde Türkiye’nin askeri üstünlüğüne güvenerek hareket ettiği Soğuk Savaş dengeleri de artık geçerli değil; Türkiye askeri anlamda ne kadar üstün olsa da bahsettiğimiz dış dengeler bu gücü kullanmasına engel olabilir. O nedenle diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin önemi ortada. Yunanistan’a karşı Rusya’yı bir dengeleyici görmek de bir hata olacaktır, bu iki ülkenin aralarındaki iş birliği tarihsel ve kültürel olarak daha güçlü. Bu nedenle, ikili ilişkilerin geliştirilmesi yönünde atılacak her adımın önemli olmasının yanında dikkat edilmesi gereken birkaç konu şunlar; ne Rusya’nın, ne de AB’nin veya ABD’nin ikili ilişkilere arabulucu mahiyetinde müdahil olmaması gerekir. Zira özellikle bu son iki aktör nezdinde Yunanistan daha etkili, bunda Türkiye’nin lobicilik faaliyetlerindeki eksikliği göze çarpmakta. O nedenle ilişkilerin sadece iki ülke arasında yürütülmesi Türkiye açısından daha olumlu sonuçlar verecektir.

Türkiye’nin iç politikası Yunanistan’da çok yakından takip ediliyor. Bu nedenle iç politikaya yönelik siyasi söylemlerde Yunanistan’ı ötekileştirici dil kullanmak, iki ülke ilişkilerine zarar verici bir durum oluşturmakta. Türkiye’nin ‘büyük komşu’ olduğu aşikâr; coğrafi olarak da, nüfus olarak da, askeri, ekonomik, siyasi güç olarak komşu Yunanistan’a göre asimetrik bir durum söz konusu. Bu durum Yunanistan’ın Osmanlı yönetimine dair negatif hatıralarıyla da birleşince, bir güvenlik ihtiyacı ve her an korunmaya geçmeye hazır olma durumu mevcut. Türkiye ise Yunanistan’ın Osmanlı’dan ayrılmasından itibaren var olan bir ihanete uğrama hissi ile birleşen güvensizlik söz konusu. Bu güvensizlikler değiştirilemez değil; Atatürk döneminde de, İsmail Cem döneminde de ilişkiler yapıcı bir şekilde inşa edildi ve bu iki ülkenin de yararına oldu. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde yalnızlaştığı şu dönemde, Yunanistan ile sorunları çözerek yine bir yumuşama dönemi yaşanmasının iki ülkenin de çıkarına olacaktır.

"Sivil siyasetin rasyonalitesi iş birliği ve diyaloga yakınken, askeri yaklaşımın rasyonalitesi her zaman çatışmacı bir mantıktadır; nihayetinde askerin işi savaşmak, siyasetin işi barış yapmaktır."

Bunu yaparken iki ülkenin ekonomik iş birliğinin turizmin ötesindeki alanlarda geliştirilmesi faydalı olacaktır; buradan başlayan iş birliğinin diğer alanlarda devam etmesi Almanya-Fransa ilişkileri örneğinde olduğu gibi bir kartopu etkisi yaratabilir. Karşılıklı diyalogun artırılması ve siyasi ilişkilerin askeri perspektiften uzak şekilde ilerlemesi de çok önemli. Sivil siyasetin rasyonalitesi iş birliği ve diyaloga yakınken, askeri yaklaşımın rasyonalitesi her zaman çatışmacı bir mantıktadır; nihayetinde askerin işi savaşmak, siyasetin işi barış yapmaktır. O nedenle Yunanistan’la ilişkilerin yönetilmesinde rolün siyasilerde olması, ilişkilerin barışçıl şekilde ilerlemesi açısından önemli. Gerek Doğu Akdeniz’deki sorunlarda, gerek Ege denizinde, ilk şık olarak askeri müdahale seçeneği yerine uluslararası toplumu yanına çekecek, uluslararası hukuka uygun adımların neler olduğu değerlendirilmeli.

Son olarak; özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunun odağında, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin ve hatta Türkiye-AB ilişkilerinin önemli unsuru olan Kıbrıs çatışması yatıyor. KKTC’nin uluslararası tanınırlığının olmaması Türkiye açısından en büyük sorun. Fakat tanınma sağlanamadığı gibi, KKTC toprakları halen Türkiye’nin işgali altında olarak kabul ediliyor. Bu durum değişmediği sürece Kıbrıslı Türklerin izolasyonu süreceği gibi Türkiye’nin siyasi anlamda eli de zayıf kalacak. Öte yandan, Kıbrıslı Rumların BM çerçevesinde süren görüşmelere katılsa da çözüme bir türlü yanaşmamaları gerçeği de ortada. Var olan statüko Rumların lehine olduğu sürece de bir anlaşma beklemek hayalcilik olacaktır. Bu bağlamda, Türkiye için en zor olan sorun Kıbrıslı Türklerin bağımsız siyasi egemenliklerinin uluslararası topluma tanıtılması veya en azından Kıbrıs sorununun çözülmesi için uluslararası aktörlerin harekete geçirilmesi konusundadır. Türkiye’nin aktif ve barışçıl bir çoktaraflı diplomasiyle bir an önce bu konuyu yeniden gündeme getirmesi hem Kıbrıslı Türklerin hem de Türkiye’nin çıkarınadır.

*Doç. Dr. Pınar Erkem, 2008'den bu yana İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümününde öğretim görevlisidir. Uluslararası İlişkiler lisans eğitimini 9 Eylül Üniversitesi'nde, yüksek lisans eğitimini ise Vrije Üniversitesi'nde alan Erkem, 2014'te İstanbul Üniversitesi'nde doktorasını tamamlamıştır.

27 Ocak 2021 Çarşamba

KARADAĞLI MÜSLÜMANLARDAN SİYASİ GÜÇBİRLİĞİ

Karadağ Müslümanları Konseyi, “Kendilerini İslam inancına sahip Müslüman ve Karadağlı ilan eden yaklaşık 45.000 Karadağlı Müslümanın, aslen Karadağlı Müslümanları ve sivil değerleri paylaşan diğer tüm Karadağ vatandaşlarını temsil edecek bir siyasi parti kurulduğunu” duyurdu. Açıklamada, “Şimdiye kadar Karadağlı Müslümanlar olarak çoğunlukla diğer partilerde faal oldular ve haklarını onlar aracılığıyla kullanmaya çalıştılar. Yine de son olayların ışığında, yavaş yavaş ikinci sınıf vatandaş olduğumuzun farkına vardık. Önceki dönemde, Karadağ’ın siyasi ve kamusal yaşamında yeterince temsil edilmiyorduk, bu nedenle bazılarının bizi tanımadığı bir durumdayız ve devlet parlamentosu üyeleri ulusal azınlıkları sayarken genellikle Müslümanları atlıyorlar.” denildi. Açıklamada, “Bu parti, Karadağ’ı tek devlet olarak baz alacak. Çünkü öyle görünüyor ki Karadağ’dan başka veya yedek devleti olmayan tek kişi Karadağlı Müslümanlardır. Fikir almak için Belgrad, Saraybosna, Zagreb veya Tiran’a gitmiyoruz. Kalbimizi ve ruhumuzu sadece Cetinje, Podgorica, Bar, Bijelo Polje, Rumija, Lovćen, Hajla, Bjelasica, Prokletije’ye çeviriyoruz. Bizim için Karadağ’dan başka ve daha iyi bir ülke yok. Biz sadece onun için savaşacağız.” ifadeleri kullanıldı. Bildiride, “Faaliyetlerimizin Karadağ’daki her vatandaşın daha iyi yaşamasına katkıda bulunacağına inanıyoruz. Hedeflerimizi paylaşmak isteyen tüm ilgilenen vatandaşlarımızı partijamuslimanacg@gmail.com e-posta adresinden iletişime geçerek bize katılmaya davet ediyoruz” sözlerine yer verildi. 

(Karadağ HAYAT)

KUZEY MAKEDONYA'YA AVRUPA BİRLİĞİ YOLUNDA YENİ ENGEL: BULGARİSTAN

Yunanistan ile isim krizini aşarak AB'ye üyelik yolunda önemli bir mesafe alan Kuzey Makedonya, bu sefer doğu komşusu Bulgaristan'ın üyelik sürecini bloke etme girişimleriyle karşı karşıya.

Bağımsızlığını ilan ettiğinden beri Avrupa Birliği (AB) ve NATO’ya üye olmayı stratejik bir hedef olarak belirleyen Kuzey Makedonya, 2005 yılı Kasım ayında AB üyeliğinde aday ülke statüsü kazanırken, söz konusu statünün kazanılmasının ardından 15 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen AB üyelik müzakerelerinin başlatılması için halen tarih alamadı.

Bulgaristan, 2017'de iki ülke arasında imzalanan dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasının şartlarını yerine getirmediği gerekçesiyle Kuzey Makedonya’nın AB üyeliğine karşı çıkıyor.

Bu stratejik hedeflere ulaşma yolunda sürekli engellerle karşılaşan Kuzey Makedonya, güney komşusu Yunanistan ile yaşadığı isim sorunu nedeniyle 2008 yılında Bükreş’teki NATO zirvesinde Yunanistan tarafından veto edilmiş, böylece ittifaka üye olamamıştı. Bu adım Kuzey Makedonya’nın AB entegrasyon sürecinde de bir engel olarak önüne çıkmıştı.

Söz konusu olaydan tam 10 yıl sonra, Kuzey Makedonya ve Yunanistan siyasileri Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde Prespa Anlaşmasını imzalayarak yıllardır süren isim sorununa nokta koydu. Bu kapsamda “Makedonya” ismini “Kuzey Makedonya” olarak değiştirdikten sonra Yunanistan artık Kuzey Makedonya’nın Avrupa entegrasyonu yolunda engel olmaktan çıktı; Kuzey Makedonya da bu sayede 2020 yılı Mart ayında NATO’nun 30. üyesi oldu.

Bulgaristan, AB üyeliği için Kuzey Makedonya’nın yerine getirmesi gereken ve birçoğu ülke ve vatandaşların kimlikleri ile tarihi meseleleri içeren 20 civarında şart öne sürüyor.

STRATEJİK HEDEFLERE ULAŞMADA KOMŞU ENGELİ

Kuzey Makedonya AB ile üyelik müzakerelerine bir adım daha yaklaşmışken bu sefer doğu komşusu Bulgaristan, 2017 yılında iki ülke arasında imzalanan dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasını anımsatarak Sofya’nın ısrar ettiği şartların yerine getirilmediği gerekçesiyle Kuzey Makedonya’nın önüne engel çıkarıyor.

2017 yılının Ağustos ayında iki ülke hükümetleri arasında düzenlenen toplantıda Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov tarafından dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşması imzalanmıştı. Anlaşma kapsamında tarihi konular ve eğitim gibi meseleler için Ortak Uzman Komisyonu da kurulmuştu.

Yunanistan ile de 2018 yılında anlaşmaya varmasının ardından Kuzey Makedonya bu kez iki ülke arasındaki tarihi ve kimlik meselelerinin çözülmesi yönünde Bulgaristan’ın baskılarını hissetmeye başladı. Bulgaristan meclisi 2019 yılının Ekim ayında AB’nin Kuzey Makedonya ile müzakereleri başlatması yönündeki deklarasyonunu onayladı. Bu deklarasyonda, “Avrupa entegrasyonuna yönelik destek, tarihi olaylar, belgeler ve eserler ile Bulgar tarihindeki şahsiyetlerin rolü ve görüşlerinin zararına olmamalıdır” ifadeleri yer alıyor.

AB üyesi olabilmesi için Kuzey Makedonya’nın yerine getirmesi gereken ve aralarında “Makedon dili” ve “Bulgar faşist işgalcisi” ifadelerinden bahsedilmemesi meselesi de bulunan 20 civarında şart bulunuyor. Şartlar, ülke ve vatandaşların kimlikleri ile tarihi meseleleri içeriyor.

Bulgaristan’ın, Kuzey Makedonya’nın AB üyeliğini desteklemek için talep ettiği bu şartlar, 2019 yılı Ekim ayında Fransa’nın AB’nin genişlemesine karşı çıkması ve üyelik müzakereleri için yeni metodoloji talep etmesi meselesinin ardından gölgede kaldı. Söz konusu yeni metodolojinin onaylanmasının ardından geçen yılın Mart ayında AB Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’la üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı aldı, ancak bu yönde herhangi bir tarih belirlenmedi.

Kuzey Makedonya AB üyelik müzakerelerinin başlatılması süreci eşiğindeyken, Bulgaristan 2019 yılı Eylül ayında AB ülkelerine mektup göndererek, Kuzey Makedonya’daki “Bulgar karşıtı devlet ideolojisi” hakkında tarihi gerekçeler sunup Makedon kimliği ve diline yönelik tutumu için destek istedi.

Üyeliğe aday ülkelerin AB’ye çözülmemiş sorunlar getirmemesi gerektiği belirtilen mektupta, Üsküp’le olan anlaşmazlıkların çözülmemiş çekişmeler olduğu ve bütün bunların, Kuzey Makedonya’nın üyeliğine ilişkin AB’de karar alma sürecine olumsuz etki edebileceği vurgulandı. Bu durum, Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’nın AB’ye entegrasyonu yolunda bir engel daha oluşturacağı sinyalini vermiş oldu.

Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev 6 Kasım 2020’de yaptığı açıklamada, AB Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER) toplantısında Bulgaristan’ın, Kuzey Makedonya’nın AB üyelik müzakerelerinin başlatılmasına yönelik müzakere çerçevesinin birinci aşamasını bloke ettiğini ifade etti. Zaev, bu şekilde Kuzey Makedonya ve Bulgaristan arasında varılan dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasının ikinci maddesinin ihlal edildiğini söyledi.

Bulgaristan’ın bu yöndeki resmi vetosu 17 Kasım 2019’da yayınlanırken, Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva, ülkesinin Kuzey Makedonya’nın AB katılım müzakere çerçevesini onaylamadığını belirtti. Kuzey Makedonya’nın AB’ye entegrasyon yolunun uzun olduğunu dile getiren Zaharieva, “Bulgaristan düşmanlığı temelli bir ideolojiye dayanan bir devletin AB’de yeri yok” görüşünü paylaştı. Ayrıca Zaharieva, Kuzey Makedonya’nın 1999 yılında uzlaştığı resmi dil konusundaki formülü desteklememesi, Bulgaristan ile dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasının uygulanması için yol haritasının yerine getirilmemesi ve Kuzey Makedonya’nın Bulgaristan’da sözde Makedon azınlığının bulunmasıyla ilgili iddialarının Bulgaristan’ın veto kararının ana nedenlerinin arasında yer aldığını söyledi.

DİPLOMATİK TEMASLAR

Bulgaristan’ın bu kararının ardından iki ülke arasındaki diplomatik müzakereler devam etti ancak Bulgaristan 10-11 Aralık 2020’de yapılan AB Liderler Zirvesinde bile bu yöndeki müzakere çerçevesine onay vermedi. Öte yandan, Kuzey Makedonya’da iktidarda bulunan siyasiler, bu yönde bir çözümün var olduğuna dair iyimser görüş sergiliyor.

Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev Bulgar medyasına yaptığı açıklamada, toprak iddiasında bulunmadıklarını, içişlerine karışmayacaklarını ve azınlıklara yönelik talepleri olmadığına dair bir evrak gönderdiklerini ifade etti.

Kuzey Makedonya Dışişleri Bakanı Buyar Osmani sorunun giderilmesi için Üsküp ve Sofya arasında diplomatik bir kanalın mevcut olduğunu, çözümün ise Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Anlaşmasına olan güvenin geri getirilmesinde yattığını kaydetti. Ayrıca, Kuzey Makedonya hükümeti geçen yılın Aralık ayında, iki ülke arasında tarih ve kimlik alanındaki açık meselelerin çözüme kavuşması için eski Başbakan Vlado Buçkovski’yi Bulgaristan Özel Temsilcisi olarak görevlendirdi.

Geçtiğimiz dönemde Bulgaristan’ı ziyaret edip ilgili yetkililerle görüşen Buçkovski, sürecin önündeki engeli kaldıracak ve aynı zamanda Avrupa değerleri ruhuna uygun olacak bir çözüme ulaşılmasının mümkün olduğunu belirtti. Bu yönde ek süreye ihtiyaç duyulabileceğinin altını çizen Buçkovski, doğru yolda olduklarını ifade etti.

Kuzey Makedonya Dışişleri Bakanlığı, Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Anlaşmasının uygulanmasına yönelik eylem planını 2020 yılı sonlarına doğru Bulgar tarafına ilettiklerini açıkladı. Osmani ve Zaharieva tarafından yapılan görüşmelerde görüş, fikir ve uygun öneri paylaşımında bulunulması hususlarında uzlaşı sağlandı.

BULGARİSTAN’IN VETOSU JEOSTRATEJİK BİR HATA

Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’nın Avrupa entegrasyonunu engelleme kararına tepki gösteren Kuzey Makedonya hükümeti yetkilileri, söz konusu kararı “sorumsuz ve jeostratejik hata” olarak nitelendirerek Kuzey Makedonya’nın geleceğinin Avrupa’da olduğunu vurguladı.

Hükümet organları tarafından yapılan açıklamalarda “Makedon ulusal kimliği, müzakere konusu olmadı, müzakere konusu değildir ve olması mümkün değildir. Makedon halkı ve Makedon dili, Makedon kimliğinin sütunlarıdır. Bunlar geçmişten gelmektedir ve bizim Avrupa’daki geleceğimizin de sütunlarıdır. AB’nin stratejik hedefi olan genişleme sürecini AB üyesi olan Bulgaristan durdurdu. Burada sorumsuz ve ağır bir jeostratejik hata söz konusu,” ifadeleri kullanıldı.

Öte yandan, ülkedeki İç Makedon Devrimci Örgütü-Makedonya’nın Ulusal Birliği Demokratik Partisi (VMRO-DPMNE) öncülüğündeki muhalefet ise “Makedon kimliğinin geleceği için müzakere edeceğini” söyleyerek Başbakan Zaev’in istifasını talep eden protestolar düzenledi.

YENİ BİR KRİZ İHTİMALİ

AB ülkeleri arasında birçok diplomatik girişime rağmen Kuzey Makedonya ile Bulgaristan arasındaki açık meselelerin çözümü ufukta görünmüyor. Avrupa entegrasyonu ve reform ihtiyacına olan bağlılığını sürdürdüğünü dile getiren Kuzey Makedonya hükümeti, Bulgaristan’la olan sorunun çözüme kavuşturulması için müzakerelere hazır olduğunu ifade ediyor. Ancak, sürecin ne şekilde işleyeceğine dair Bulgaristan tarafından henüz net sinyaller verilmiyor.

Bulgaristan ve Kuzey Makedonya arasındaki sorunun çözümüne dair ilkbahara doğru ilerleme kaydedileceği şeklinde bir umut bulunuyor. Bu dönemde Bulgaristan’da yapılacak genel seçimlerin ardından Bulgaristan’daki siyasi durumun dengelenmesi, bu sayede de komşu ülke Kuzey Makedonya ila açık sorunların çözüme kavuşturulmasına daha fazla odaklanması bekleniyor.

Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’ya yönelik vetosu, muhalefetin ara sıra düzenlediği protestolar, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının oluşturduğu krizle mücadele ve ekonomik gerileme, Kuzey Makedonya’nın halihazırda bulunduğu karmaşık durumu daha da karmaşık hale getiren şeylerden birkaçı. Söz konusu koşulların öngörülebilir bir vakitte değişmemesi durumunda Kuzey Makedonya’nın yeni bir siyasi krize sürüklenmesi an meselesi.

(Admir Fazlagikj / AA)

Uluslararası Holokost gününde tarihte Balkanlarda yaşananlar ile Bosna Hersek ve Arnavutluk’taki Müslüman kurtarıcıları anmak…

Bugün uluslararası ‘HOLOKOST’ günü. Bilmeyenler için anlamını ve tarihte Bosna Hersek’te bu çerçevede gerçekleşmiş bir kurtarma öyküsünü aktaralım. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1 Kasım 2005 tarihli kararıyla, 27 Ocak gününü “Uluslararası Holokost’u Anma Günü” olarak kabul etmiştir. Bu nedenle Nazi rejimi ve işbirlikçilerinin sistematik bir biçimde vahşice katlettiği 6 milyon Yahudi ile Romanlar ve engelliler başta olmak üzere 11 milyon Holokost kurbanı bu vesile ile dünyanın pek çok yerinde düzenlenen çeşitli etkinlikler ile anılır. Biz de Şalom gazetesinden alıntı ile Balkanlar özelinde Bosna Hesrsek’in başkenti Saraybosna’da ve Arnavutluk'ta yaşanan katliam girişimleri ile mağdurlara bu vahşetten kaçmaları için yardım eli uzatan Müslümanların öykülerini tarihe kayıt düşme adına aktarıyoruz.

Mustafa ve Zejneba Hardaga, İzet ve Bahrija Hardaga ile Ahmet Sadık´ın cesaret dolu Yahudileri kurtarma hikayeleri herkes tarafından bilinmeli…

Nisan 1941’de Almanların Yugoslavya’yı işgalinden sonra ülke Almanya ve müttefikleri arasında bölündü. Hırvatistan ve Bosna Hersek bölgeleri, faşist Ustasa hareketi tarafından yönetilen kukla bir devlet-sözde Bağımsız Hırvatistan Devleti-altında birleştirildi. Ustasa derhal ‘Hırvatistan’ı yabancı unsurlardan temizlemek için’ bir kampanya ile Sırpları, Yahudileri ve Çingeneleri sistematik olarak öldüren bir terör saltanatı başlattı. Yahudilerin kamplarda toplanması Haziran 1941’de başladı. Saraybosnalı Yahudilerin toplanması Ağustos 1941’den 1942’nin başına kadar devam etti. Erkekler Jasenovac’a gönderildi -sadece birkaçı canlı olarak geri döndü- kadınlar ile çocuklar Ağustos 1942’de Auschwitz’e gönderildi. Ayrıca Lobograd adlı iki kampta ve birçok kişinin salgın hastalıklardan öldüğü veya diğer kamplara gönderildiği Djakovo’da hayatlarını kaybettiler. Savaştan önceki 14 bin Bosna Yahudi’sinin, 12 bini katledildi.

1941 Nisan’ında Almanlar Yugoslavya’yı işgal ettiğinde Saraybosna havadan bombalandı. Cavilio Ailesinin evi yıkıldı. Bombalama başladığında tepelere kaçtılar, artık evleri yoktu. Kendilerine ait fabrikaya gittiklerinde fabrika binasının sahibi, Müslüman Mustafa Hardaga ile karşılaştılar. Ona durumlarını anlattıkları zaman Mustafa kendi evinde kalmalarını önerdi.

Hardaga Ailesi

Hardagalar, İslam dininin bütün gereklerini yerine getiren çok dindar bir aileydi. Hane halkı, Mustafa ve eşi Zejneba ile kardeşi İzet Hardaga ve eşi Bahrija’dan oluşuyordu. Müslüman geleneklerine göre kadınların peçe takmaları ve yüzlerini yabancıların yanında örtmeleri gerekiyordu. Yabancı bir erkeğin onların evinde ağırlanması sıra dışı bir şeydi. Ancak Zejneba’nın yıllar sonra anlattığı gibi, eşleri Cavilios’ları memnuniyetle karşıladı ve onlara ailesinin bir parçası olduklarını belirtti; “Evimiz sizin evinizdir” dedi. Onların bundan emin olmaları için, evin kadınları, ailelerinin özel bir üyesi olduğundan Josef Cavilio’nun yanındayken yüzlerini kapatmıyorlardı.

Cavilio Ailesi, Hardaga’ların yanında kısa bir süre kaldılar. Josef Cavilio, Yahudilerin nispeten güvende olduğu, İtalyan kontrolü altındaki bir alana, Mostar’a karısını ve çocuklarını taşıdı. Cavilio, işini tasfiye etmek için geride kaldı. Sonunda Ustasa tarafından tutuklandı ve hapsedildi. Şiddetli kar yağışı nedeniyle tutsaklar Saraybosna’dan, Hırvatların Sırpları, Yahudileri ve Çingeneleri sistematik bir şekilde öldürdüğü Srezil Jasenovac Kampına transfer edilemediler. Bunun yerine mahkûmlar, yoldan karları temizlemek için bacakları zincirli olarak tutuklandı. İşte Zejneba, Josef Cavilio’yu bu sokakta zincirlenmiş olarak gördü. Cavilio daha sonra sokağın köşesinde durmuş, yaşlı gözlerle onu izleyen peçeli Zejneba’nın ona baktığını fark etti. Tehlikeye rağmen onu gözleriyle takip ediyordu.

Josef Cavilio sonunda Hırvatların elinden kaçmayı başardı ve yine Hardaga’ların evine sığındı. Aile onu sıcak bir şekilde karşıladı ve onu sağlığına kavuşturdu. Gestapo karargâhı yakındaydı ve tehlike çok büyüktü. Josef’in ifadesine göre, Sırpları ve Yahudileri gizleyenlerin ölüm cezasına çarptırılacakları yazılı duvar ilanları her tarafa yapıştırılmıştı. Hardaga’ların hayatını tehlikeye sokmak istemeyen Josef Cavilio, Mostar’a kaçmaya ve ailesine katılmaya karar verdi.

Eylül 1943’ten sonra, İtalyan bölgeleri Alman işgali altına girdiğinde, Cavilio Ailesi bir kez daha taşınmak zorunda kaldı. Dağlara kaçtılar ve partizanlara katıldılar. Savaştan sonra Saraybosna’ya geri döndüler. Bir süre daha, ev bulana kadar yine Hardaga’larda kaldılar. Hardaga Ailesi, ayrıca Cavilio Ailesinin güvenlik için onlara emanet ettikleri mücevherleri de iade ettiler.

İşte o zaman Zejneba’nın babası Ahmed Sadık’ın evinde de Papo Ailesinin gizlendiğini öğrendiler. Ama Papo’lar hayatta kalamadı. Jasenovac’ta yakalandı ve öldürüldü.

Cavilio Ailesi daha sonra İsrail’e göç etti. 1984’te Yad Vaşem Soykırım Müzesinden, Hardaga Ailesi ve Ahmed Sadık’ın ‘Uluslararası Dürüst’ olarak tanınmasını istediler. Bir yıl sonra Zejneba, ailesinin adına bir ağaç dikmek üzere İsrail’e geldi.

Hardagalar İsrail’de

Holokost’tan 50 yıl sonra, 1994’te Saraybosna Sırp kuvvetlerinin saldırısına uğradığında, Zejneba ve ailesi büyük sıkıntı içindeydi. Ortak Dağıtım Komitesinin (Joint) yardımıyla Yad Vaşem, Bosna Cumhurbaşkanına Zejneba ve ailesinin İsrail’e gelmesine izin vermesi için çağrıda bulundu. Şubat 1994’te, Zejneba kızı, damadı ve torunu ile birlikte İsrail’e geldi. Havaalanında, hükümet yetkilileri, Yad Vaşem ve Cavilio ailesinin temsilcileri tarafından karşılandılar. Hardaga’lar, Yahudi tarihinin en karanlık döneminde Yahudi bir aileyi barındırmıştı. Borcu geri ödeyen ve sıkıntılı zamanlarda bu sefer de Hardaga Ailesine yardım eden İsrail Devletiydi.

Muhtemelen bu derin bağ, Zejneba’nın kızı Sarah Pecanac ve ailesini, Yahudi dinine dönmeye teşvik etti. Sarah, “Yahudi olmak istemem çok doğal. Bu insanlara ait olmak benim için bir onurdur” demekte. Ailesinin öyküsünün sergilendiği, ailesi hakkındaki dosyanın ‘Uluslararası Dürüst’ arşivinde tutulduğu ve adlarına bir ağacın dikildiği Yad Vashem için çalışmaya başladığında, yeni bir yaşama adım attı. Ailesinin cesareti ile insanlığın onuruna daha derin duygularla bağlandı.

29 Ocak 1984’te,Yad Vaşem, Mustafa ve Zejneba Hardaga, İzet ve Bahrija Hardaga ve Ahmed Sadık’ı ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı.

Josef Cavilio anlatıyor…

Nisan 1941’de Yugoslavya Almanya’nın saldırısına uğradığında, düşman uçakları memleketim Saraybosna’yı bombaladı. Kasabanın çevresindeki dağlık ormanlarda bir sığınak bulduk ve akşam olunca geri döndük. Üçüncü kattaki dairemizin kötü bir şekilde vurulduğunu gördük. Geceyi iş yerimde geçirmeye karar verdik. Fabrika yolunda, fabrika binasının sahibi Mustafa Hardaga ile tanıştık. Evimizin bir bombayla yıkıldığını öğrenince, kendi evinde kalmamız için yalvardı.

Hardaga Ailesi hali vakti yerinde ve geleneksel bir Müslüman aile idi. Ailenin kadınları, yabancıların yanında yüzlerini bir örtüyle gizlerdi. Daha önce evlerinde hiç yabancı bir erkek kalmamıştı. Bizi şu sözlerle karşıladılar: “Josef sen bizim kardeşimizsin, Rivka kız kardeşimiz ve çocuklarınız bizim çocuklarımız gibidir. Evinizde gibi hissedin ve sahip olduğumuz her şey de sizindir.”

Almanlar Saraybosna’yı işgal ettiğinde, Ustasa antisemit bir kampanya yürüttü. Hardaga’ların evinin yakınındaki büyük sinagog vahşi kitleler tarafından yağmalandı. 400 yıllık Tevrat Parşömenleri ateşe verildi. Ev sahiplerimizin evinde, perdenin arkasında gizlenmiş şekilde bu korkunç manzarayı izledim. Ev halkı bize daha da sıcak ve şefkatli davranmaya başladılar. Hardaga Ailesini tehlikeye attığımızı biliyordum. O yüzden ailemi, Yahudilerin nispeten daha iyi korunduğu ve İtalyanların işgalindeki bölge olan Mostar’a taşımanın yollarını araştırmaya başladım. Eşim ve çocuklarım, sahte evraklarla, kendi ailesi gibi amca rolüne giren bir aile dostu tarafından Mostar’a götürüldüler.

Bu arada yetkililer, işimi bir işbirlikçi olan eski muhasebecim Eterle’ye devretme emri verdi. Fabrikam, su ve kanalizasyon tesisatları için borular üretiyordu. Tüm Bosna-Hersek’te bu konudaki tek fabrikaydı. Bir sabah fabrikama gittiğimde birinin iki makineyi bozduğunu fark ettim. Bay Eterle beni suçladı ve beni teslim etmeye karar verdiğini söyledi. Fabrikanın yakınındaki Hardaga’ların evinin dışında gizleneceğim bir yer aramaya başladım. Hava karardığında, eski bir dost olan Yüzbaşı Radovitz’in sorumlu olduğu askeri hastaneye gittim ve ondan beni saklamasını istedim. Sayesinde beni Jasenovak Kampına gönderemediler. Hasta bir mahkûm olarak her sabah beni karı temizlemek için dışarı çıkarıyorlardı. Ayaklarımızdan zincirlerle bağlıydık. Bir gün yüzü peçeli, yan tarafta duran ve ağlayan bir kadın gördüm. Onun koruyucum Mustafa’nın karısı Zejneba olduğunu anlamıştım. O günden itibaren, hapsedildiğim bir ay boyunca Zejneba veya eltisi Bahrija bana ve diğer birçok aç insanı doyurmaya yetecek kadar yiyecek getirdiler.

Bir gece başka bir mahkûmla birlikte kaçmaya karar verdik, ancak yakalandık ve ölüm cezasına çarptırıldık. Sekiz mahkûmla birlikte, Saraybosna’dan yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki Pale’ye nakledildik. Partizanların aktif olduğu, su ve kanalizasyon borularını tahrip ettikleri bir alandı. Hasarı düzeltmemiz istendi. Ustasa muhafızları bize yemek vermiyorlardı. Ot ve salyangoz yiyerek karnımızı doyurmaya çalışıyorduk. Bu gardiyanlardan biri, Hardaga Ailesine benim nerede olduğumu söyledi. İki hafta sonra, çok çalıştığımızdan ve neredeyse hep aç olduğumuz için artık hepimiz zayıflıktan sürünürken, bize yiyecek paketleri göndermeyi başardılar. Hardaga’ların cesareti hepimize faydalı oldu ve devam edebilmemiz için bize güç verdi. Bu yere vardığımızdan iki ay sonra, düzenli ordudan Yüzbaşı Reichmann yanımıza gelerek kilit altında tutulduğumuz barakanın kapısını açık bırakacağını söyledi. Anlamıştık ve kaçtık. Hepimiz farklı yönlere koştuk. Bölgeyi iyi tanıdığım için, ormanlık bir yoldan Saraybosna’ya dönmeye karar verdim. Sabah şafaktan önce Hardaga’ların kapısını çaldım. Sürgün yerime yiyecek getirerek aldıkları tüm risklerden sonra, onlara güvenebileceğimi çok iyi biliyordum. Çok mutlu oldular, gözyaşları ve kahkahalarla beni kucakladılar. Aileme para gönderdiklerini anlattılar, aylar sonra ilk defa orada deliksiz olarak uyudum.

Ertesi sabah Zejneba’nın babasıyla tanıştım ve bana iki ay önce çok yakın arkadaşlarım olan Papo Ailesini sakladığını ve onları iki ay önce İtalyan bölgesine taşımayı başardığını anlattı.

Ev sahiplerimin evinde ilk günler dinlendim, yemek yedim ve iyileşmeye başladım. Geceleri, mahalledeki Gestapo mahzenlerinde tutulan komünist mahkûmların çığlıklarını duyuyorduk. Neler olduğunu fark etmeye başladım. Duvarlar, insanları Yahudileri ve komünistleri evlerinde barındırmamaları konusunda uyaran duyurularla kaplıydı. Cezası ölümdü. Yine korktum, harekete geçmem ve artık Yahudilerin kalmadığı yerden çıkmam gerektiğini biliyordum. Ev sahiplerim beni olabildiğince rahat ettirmek için ellerinden geleni yaptılar, ancak kalırsam aileye felaket getireceğimi hissediyordum. Tanıdıklarımdan birine gittim. O, ailemle yeniden birleşmeme yardım etti.

Savaştan sonra Saraybosna’ya döndük ve Hardaga Ailesi bizi sevinçle karşıladı. Evlerinde bıraktığımız mücevherler hala onları paketlediğimiz kutudaydı. Zejneba’nın babası Ahmed Sadık’ın gizlediği Papo Ailesinin, Ustasa tarafından vuruldukları haberini alınca bütün sevincimiz yok oldu.

1948’de İsrail Devletinin kurulmasından kısa bir süre sonra İsrail’e göç ettik.

---------------------------------------------------

Arnavutluk’taki Müslüman kurtarıcılar

1934’te ABD’nin Arnavutluk Büyükelçisi Herman Bernstein şunları yazmıştı: “Arnavutluk’ta Yahudilere karşı herhangi bir ayrımcılık yapıldığına dair bir iz yok, çünkü günümüzde ülke üç inanca bölünmesine rağmen, dini önyargı ve nefretin olmadığı Avrupa’daki ender topraklardan biri.” Bu yazı kahraman Veseli ailesi; Vesel, Fatima ve çocukları Refik, Hamit, Kemal ile Ali Sheqer Pashkaj’ın öyküsü…

Mandil ailesi, Moshe’nin çok ünlü bir fotoğrafçı olduğu Yugoslavya’dan geldi. Almanlar, Nisan 1941’de Yugoslavya’yı işgal ettiğinde, aile Yahudilerin göreceli olarak korunduğu, İtalyan kontrolündeki Kosova eyaletine kaçtı. 1942 yazının sonlarına doğru kaçaklar, nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu, İtalya’nın kontrol ettiği bölgeye, Arnavutluk’un daha içlerine doğru taşındı. Moshe ve Ela Mandil, çocukları Gavra ve İrena ile Tiran’a taşındılar. Fotoğrafçılık yapmak üzere dükkân ararken, Mandil eski çıraklarından Neshed Prizerini’nin sahibi olduğu bir dükkânı buldu. Prizerini Mandil’e yalnızca çalışma teklifinde bulunmakla kalmadı, aynı zamanda aileyi evinde kalmaya davet etti.

Fotoğrafçı Moshe Mandil, annesinin köyü Kuja’dan fotoğrafçılığı öğrenmesi için gönderdiği, Prizerini’nin 17 yaşındaki çırağı Refik Veseli ile dükkânda tanıştı. Almanların, Arnavutluk’u işgalinden sonra, durum Yahudiler için tehlikeli hale geldi. Refik Veseli, Mandillerin, kendi ailesinin dağlardaki evine kaçmalarını önerdi. Veseli ve Mandiller, kayalık arazide katırlarla uzun bir yolculuğa çıktılar. Alman ordusuna yakalanmamak için, yan yollarda yolculuk ediyorlardı. Geceleri yolculuk yapıyor, gündüzleri dağlardaki mağaralarda saklanıyorlardı.

Kuja köyüne vardıkları zaman, Moshe ve eşi Ela ahırın üzerindeki küçük bir odada gizlenirken, çocuklar Veselilerin evinde sanki onların çocuklarıyla kardeşlermiş gibi yaşıyorlardı. Refik’in erkek kardeşi Kemal, gelişlerinden bir süre sonra, Tiran’dan Ruzhica, Yosef Ben Yosef ve Yosef’in Finica adlı kız kardeşini getirdi. Böylece evde iki Yahudi aile olarak gizlenmeye başladı. Mandiller ve Ben Yosefler; birlikte, 1944’te ülke Almanlardan temizlenene kadar, o dağ köyünde saklanıp hayatta kalabildiler. Savaşın sonuna doğru bölgedeki askeri faaliyet yoğunlaşmıştı. Almanlar partizanlarla savaşmaya başlayınca köy bombalandı ve aramalar yapıldı. Fakat Veselilerin gizlediği Yahudi ailelerini ele geçiremediler.

Savaş sonrası

Savaştan sonra Mandiller Yugoslavya’ya döndüklerinde, aile Novi Sad’da yaşamaya başladı. Moshe yeniden bir fotoğrafçı dükkânı açtı. Refik Veseli’yi oraya hem kendileriyle birlikte yaşamaya hem de fotoğrafçı olarak eğitimine devam edebilmesi için davet ettiler. Veseli, Mandiller daha sonra İsrail’e göç edene değin onlarla yaşamaya devam etti. Daha sonra aralarındaki mesafeye rağmen temaslarını asla kaybetmediler.

1987’de Gavra Mandil, Yad Vaşem’e bir mektup yazarak ailesinin Holokost hikayesini anlattı. Arnavut halkına ve özellikle kurtarıcılarına bir borç olarak bir meblağ ödenmesini rica etti. Mektubunda, Arnavutluk’ta hayatta kalan bütün Yahudiler adına bir yükümlülük hissettiğini yazıyordu. “Goethe ve Schiller mirası hakkında eğitim almamış olabilirler, ancak en doğal ve anlaşılır şekilde, insan yaşamına büyük önem verdiler” diye yazdı. Arnavutlar tarafından, zulüm gören Yahudilere yapılan olağanüstü yardım, bir şeref sembolü olan ‘Besa’ sayesinde yapıldı. ‘Besa’ kelimenin tam anlamıyla ‘sözünü tutmak’ anlamına geliyor. Besa’ya göre hareket eden biri, sözünü tutan, güvenebilecek biridir. Bu sembol, Arnavutların yorumladığı gibi, Müslüman inancından kaynaklanıyordu.

23 Aralık 1987’de, Kudüs’teki Holokost Müzesi Yad Vaşem, Vesel ve Fatima Veseli ile oğulları Refik Veseli’yi, ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı. Yad Vaşem tarafından tanınan ilk Arnavutlar onlardı. Gavra Mandil, Arnavutluk Devlet Başkanı’na yazdığı bir mektupta, çok sert bir idareye sahip ve Stalinist Komünist bir ülke olmasından ötürü, Refik Veseli ve karısının İsrail’e seyahat edebilmeleri ve Yad Vaşem’de, onlar için yapılacak olan törene katılabilmeleri için özel izin talep etti. Mektubunda, “Tehlike ve ölümün etrafta olduğu o günlerde, küçük ve cesur Arnavut halkı büyüklüklerini kanıtladı. Hiçbir sıkıntı yaşamadan ve karşılığında hiçbir şey istemeden, Arnavut halkı temel insanlık görevini yerine getirdi. Yahudi mültecilerin hayatını kurtardı” diye yazdı. Gavra mektubuna babasının, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Enver Hoca’yı gösteren, 28 Kasım 1944’te zafer geçit töreni sırasında çektiği resimleri de ekledi.

Refik Veseli ve eşine seyahat izni verildi ve Yad Vaşem’de onurlarına yapılan törene katıldılar.

23 Mayıs 2004 tarihinde, Yad Vaşem, Hamid ve Kemal Veseli’yi de ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdılar.

ALİ SHEQER PASHKAJ: Holokost sırasında bir Yahudi’yi kurtaran şerefli Müslüman Arnavut

“Benim babam neden hayatını ve tüm köyünü tehlikeye atarak, bir yabancıyı kurtardı? Babam dindar bir Müslüman’dı. Bir hayat kurtaranın, cennete gireceğine inanıyordu.”

Bu hikâyeyi artık hayatta olmayan Ali Sheqer Pashkaj’ın oğlu, Enver Alia Sheqer anlatıyor:

“Bizim esas evimiz Puke’de. Babamın gıda maddeleri sattığı büyük bir mağazası vardı. Çevredeki en çeşitli gıda maddeleri satan dükkân onunki idi. Bir gün 19 Arnavut mahkûm ağır çalışma cezası alarak dağlara götürülürken, kamyona bindirilen mahkûmlar arasında bir de Yahudi genç vardı. Naziler onu da infaz etmek üzere kamyona bindirmişlerdi. Babam mükemmel Almanca konuşurdu. Kafasında bir plan tasarladı. Nazilerle Almanca konuşarak onları dükkânına davet etti ve yiyecekler eşliğinde şarap ikram etti. Nazi subayları sarhoş olana kadar, onlara şarap vermeye devam etti.

Bu arada bir kavun keserek içine bir not yazdı ve Yahudi gence verdi. Notta, ormandan geçerlerken kamyondan atlamasını ve ormanda saklanmasını, daha sonra kendisinin onu ormanda bulup, emin bir yerde saklayacağını yazıyordu. Naziler babamla vedalaştılar, fakat birkaç saat sonra öfkeyle geri geldi. Babamı sorguluyor ve Yahudi’yi nereye gizlediğini soruyorlardı. Babam devamlı aynı yanıtları veriyordu: ‘Ben masumum, kimseyi saklamadım.’ Onu bir duvarın önüne getirdiler, öldürmekle tehdit ediyorlardı. Tam dört kere başına tabancayı dayadılar. Babam kararlılıkla hiçbir şey söylemedi. Nazi subayları sonunda pes etti ve araçlarına binip gittiler.

Babam daha sonra ormana gitti ve Yahudi genci alarak bizim eve getirdi. O’nu savaş bitene kadar iki yıl boyunca gizledi ve yaşamasını sağladı. Köyümüzde 30 aile vardı, ama hiç kimse babamın bir Yahudi’yi sakladığını bilmiyordu. Yahudi delikanlının adı Yeoshua Baruchowiç idi. Yeoshua hala hayatta; bir diş hekimi ve Meksika’da yaşıyor.”

18 Mart 2002’de Yad Vaşem, Ali Sheqer Paşkaj’ı, ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı.

Arnavutların BESA geleneği

Mültecileri kurtarmaya Arnavut geleneğinde ‘BESA’ deniliyor. Daha çok ‘şeref sözü’ anlamında kullanılan bu kelime, aynı zamanda yardım isteyene el uzatma, konuk etme geleneğini ifade ediyor.

Bu gelenek 15. yüzyılda hüküm süren Arnavut lideri Leka Dukagin tarafından Kuzey Arnavutluk’taki aşiretleri yönetmek için çıkardığı kanuna dayandırılıyor. Ama ‘Besa’nın çok daha eski bir gelenek olduğunu, kanunun sadece bunu yazılı hale getirdiğini söyleyenler az değil. Kanunda yazılı cümlelerden biri buymuş: “Bir ev, sahibinden önce Tanrı’nın misafirinindir.”

Kosova Savaşı, Arnavutların karşılaştığı en büyük kriz olsa da, bu sorun ne ilkti ne de son olacağa benziyor. Fakat kimsenin pek bilmediği bir şey var; II. Dünya Savaşı’nda, Yahudileri gizleyen ve hayatta kalmalarını sağlayan tek Avrupa ülkesi Arnavutluk olmuş. Kendi içindeki Yahudileri koruduğu gibi, çevre ülkelerden gelen 2 binden fazla Yahudi’ye kucak aşmış, İtalyan faşistlerinin ve Alman Nazilerinin baskısına rağmen, onları teslim etmeyi reddetmişti. Törelere göre böyle bir şey, ev sahibine sadece utanç getirmez, aynı zamanda kanı yerde bırakmama sorumluluğu yükler.

Arnavutluk bu kez de Ortadoğu’dan gelen mültecilere Besa geleneğini uyguluyor. Yüzlerce İranlı mültecinin yanı sıra, Suriyeli mültecilere de kapılarını açtı. Başbakan Edi Rama, Arnavutluk’ta yaşayan 500 bin Kosovalıyı örnek göstererek, AB’nin mülteciler konusunda çok daha fazla şey yapması gerektiğini söyledi.

Bütün bunlara rağmen mütevazı Arnavutların bu kadar insana yaptığı bu büyük hizmet görülmüyor. Dünyanın her yerinde, mültecilerin sınır kapılarından geri çevrildiği bu dönemlerde, bu küçük ve yoksul Balkan ülkesinin onlara kucak açmasından öğrenilecek çok şey var.

(Sara YANAROCA / ŞALOM)

26 Ocak 2021 Salı

Romanya'dan, Türkiye ile kriz çıkaracak sürpriz vergi kararı!


Romanya'nın yürürlüğe koyduğu düzenlemeye göre, Türkiye kaynaklı faturalar geçersiz sayılarak ülkedeki vergi işlemlerinde gider olarak kabul edilmeyecek

 

Romanya, Avrupa Konseyi'nin yayınladığı ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu "Vergi konularında işbirliği yapan fakat iyi yönetişim konusunda taahhütleri bulunan ülkeler"e karşı vergisel bir düzenlemeye giderken, bu durumun iki ülke arasındaki ticarete darbe vuracağı belirtiliyor. 1 Ocak'ta Romanya'da devreye giren düzenlemeye göre, tedarik zincirinde önemli yer tutan Türkiye'den gelen faturalar geçersiz sayılarak ülkedeki vergi işlemlerinde gider olarak kabul edilmeyecek.

Uluslararası vergi, danışmanlık, denetim şirketi BDO'nun ortaklarından Dursun Küçükaslan, Dünya gazetesinde yayımlanan 'Romanya'dan Türkiye ile ticarete darbe vuracak vergi yasası' başlıklı yazısında, Romanya'daki yasa değişikliğiyle iki ülke arasındaki ticarette kriz çıkabileceğini belirtti.

Düzenleme neticesinde Türkiye'deki şirketlerden Romanya'ya düzenlenen faturaların Romanya'da vergi hesabında maliyet ya da gider olarak dikkate alınamayacağını belirten Küçükaslan, Romanya'nın bu düzenlemeden geri adım atacağına kesin gözüyle bakıldığını belirtti.

Küçükaslan'ın yazısından öne çıkan bölümler şöyle:

"Avrupa Konseyi 2017 yılından beri vergi kaçırma, vergiden kaçınma ve kara paranın aklanması gibi konulara karşı aksiyon alabilmek adına iki tane liste yayımlıyor. Bu listeler "Vergi Konularında İşbirliği Yapmayan Ülkeler Listesi" (1 Sayılı Liste) ve "Vergi Konularında İşbirliği Yapan Fakat İyi Yönetişim Konusunda Taahhütleri Bulunan Ülkeler Listesi" (2 Sayılı Liste). Listeler yılda iki kere güncelleniyor. Önümüzdeki ilk güncelleme Şubat 2021'de olacak.

1 Sayılı Listeye kara liste diyebiliriz. ... Virjin Adaları, Seyşeller, Barbados, Fiji gibi zararlı vergi rekabeti yaptığı malum olan vergi cenneti diyebileceğimiz ülkeler var bu listede.

2 Sayılı Listede ise vergisel anlamda işbirliği yapan ancak bazı taahhütlerini yerine getirmesi beklenen ülkeler var. Bu listeye kara liste diyemeyiz, belki gri liste denebilir. Bu ülkelerin taahütlerini yerine getirip getirmediği gözlemleniyor.

 

Türkiye 2 Sayılı Listede yer alıyor

 

"Şaşırtıcı bir şekilde Türkiye 2 Sayılı Listede yer alıyor. Türkiye'nin taahhüdü ise tüm AB üye devletleri ile 31 Aralık 2020 tarihine kadar Otomatik Bilgi Değişiminin (OBD) etkili bir şekilde uygulanması konusunda somut ilerleme kaydetmek olmuş. ... Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya ve Fransa gibi gurbetçilerimizin yoğun olarak yaşadığı AB ülkeleri ile OBD 2020 sonu itibari ile başlatılmadı.

"Konsey Şubat ayında toplanıp Türkiye'nin OBD'nin etkili bir şekilde uygulanması konusunda somut ilerleme kaydedip kaydetmediğini değerlendirecek. ... Konsey'in Türkiye'yi 1 Sayılı Listeye alacağını düşünmüyorum. Ama 2 Sayılı Listeden de çıkarmayabilir. Bunu hepimiz göreceğiz.

Romanya çok sert bir adım attı

"Romanya 2020 Aralık ayında önemli bir vergisel düzenleme yaptı. Yapılan düzenlemeye göre 1 Ocak 2021 tarihinden itibaren Konsey tarafından ilan edilen 1 ve 2 sayılı listelerde yer alan ülkelerden gelen bütün faturalar vergi hesabında gider olarak kabul edilmeyecek.

"Türkiye 2 Sayılı Listede yer aldığı için bu düzenleme neticesinde Türkiye'deki şirketlerden Romanya'ya düzenlenen faturalar Romanya'da vergi hesabında maliyet ya da gider olarak dikkate alınamayacak. Örneğin Romanya'daki bir şirket Türkiye'deki bir şirketten mal alıp sattığında Türkiye'den gelen malın faturasını maliyet olarak dikkate alamayacak. Ya da Romaya'daki bir fabrika Türkiye'den gelen hammaddeyle ürettiği ürünleri satarken Türkiye'den gelen hammaddeye isabet eden maliyeti dikkate alamayacak. Türkiye'den Romanya'ya satılan sabit kıymetlerin amortismanları Romanya'da gider olarak dikkate alınamayacak. Listeyi uzatmak mümkün.

 

Romanya neden böyle hareket etti?

 

"Almanya, Fransa, İtalya gibi koca koca AB üyesi ülkeler henüz bir yaptırım uygulamamışken Romanya'nın tedarik zincirinde önemli yer tutan Türkiye'ye karşı neden bu kadar sert bir yaptırım uyguladığına anlam vermek güç. Romanya'daki meslektaşlarımıza sorduğumuzda muhtemelen yasa yapıcıların düzenlemenin sonucunu iyi hesap edemediğini ifade ettiler. Meslektaşlarımız Romanya'nın bu düzenlemeden geri adım atacağına kesin gözüyle bakıyorlar. Ancak bir an evvel geri adım atılması önemli, zira düzenleme şu an itibari ile yürürlükte. Ayrıca yapılacak düzenlemenin Türkiye'den 2021 başından beri gelen faturaları kavraması da önemli. Aksi halde Türkiye'den düzenlenen Ocak ayına ilişkin faturalar Romanya'daki şirketlere haksız vergi yükü yaratacak.

"Umarım Konsey Şubat ayında Türkiye'yi listelerden çıkartır da bundan sonraki süreçte diğer AB üyesi ülkelerle benzer sorunlar yaşanmaz." (T24)

AB üyeliği Balkanlar'da 'YOL KESME' mücadelesine dönüştü

Saraybosna Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi Doç. Dr. Hamza Karçiç Avrupa Birliği sürecinde Balkan ülkeleri arasındaki sorunları irdeledi. AB üyeliğine giden yolda herkesin birbirine engel olduğunu dile getiren Karçiç önceliği elde eden ülkelerin diğerlerini baskıladığı görüşünde.

17 Kasım 2020’de Bulgaristan Kuzey Makedonya’nın Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakerelerinin başlamasını engelledi. Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva’nın, ülkesinin kapı komşusuyla müzakerelerin başlamasını destekleyemeyeceğini söylediği bildirildi. Bu, daha önce Yunanistan ve Fransa tarafından önüne çıkarılanların ardından Kuzey Makedonya’nın karşılaştığı üçüncü engel. Son veto, Bulgarların Makedon dili konusundaki görüşlerinden kaynaklanıyor.

Ne kadar endişe verici olsa da Bulgar vetosu istisnai bir hal değil. Hatta bizatihi, AB’ye en son üye olan devletlerin, üye olmayan komşularıyla katılım müzakerelerinin başlamasını aktif olarak engelleme geleneğini takip ediyor. 2009 yılında SlovenyaHırvatistan’ın AB ile müzakerelerini engellemişti. Bunun nedeni, bu iki eski Yugoslav cumhuriyeti arasındaki Piran körfezinden geçen sınırın nasıl çizileceğine ilişkin anlaşmazlıklardı. 2016’da bu sefer Sırbistan Hırvatistan’ı, üyelik müzakerelerini engellemekle suçladı. Basında çıkan haberlerde Hırvatistan’ın, Sırbistan’daki Hırvat azınlığın statüsü nedeniyle yeni bir faslın açılmasını engellediği belirtilmişti.

AB genişlemesinin yeni üye devletlerin Avrupalılaşmasına yol açtığı ve bulundukları bölgede yayılma etkisi gösterdiği şeklindeki bir zamanlar makul görünen görüş artık hiç endişeye mahal vermeyecek şekilde “halledilmiş” oldu. 2004 yılından bu yana AB’ye katılan birçok üye devlette liberallikten uzak rüzgârların esmeye başlaması, “Avrupalılaşmanın” geri döndürülmesi mümkün bir süreç olduğunu gösteriyor. Yeni AB üyelerinin komşularına karşı izledikleri engelleme politikaları, daha on yıl öncesine kadar revaçta olan Avrupalılaşma fikrinin altını oymuş durumda.

"AVRUPALIYI" OYNAMA

“Hazır imkânın varken komşunun yoluna taş koy” tarzındaki yaklaşım, yalnızca Avrupalılaşmanın bölgesel yayılma etkisine dair verilen yalan vaatleri değil, aynı zamanda Balkan ülkelerinin geri kalanına giderek artan şekilde reva görülen adaletsiz muameleyi de açıkça ortaya koyuyor. Temelde yeni AB üyelerinin yaptığı şey, kapı komşularından tavizler koparmak için Birliğe üyeliklerini bir manivela olarak kullanmak. Bu ise bir istisna değil; tekrarlanmak üzere programlanmış bir kalıp setidir.

Kendisine daha AB’ye aday ülke statüsü dahi verilmemiş bir ülke olarak Bosna, izah ettiğimiz duruma bir örnek teşkil ediyor. Hırvatistan’ın siyasi liderleri, Hırvatistan 2013’te AB’ye katıldıktan kısa bir süre sonra Bosna’ya karşı, tamamen haksız ve temelsiz bir şekilde, ataerkilâne bir üstünlük taslamaya başladılar. Bosna’nın iç siyasetine düpedüz müdahale anlamına gelen tavırları, seçim kayırmacılığından tutun da Bosna yasalarına müdahale girişimlerine kadar uzanıyor. Hırvatistan-Bosna arasındaki ilişkilerin 2013’ten bu yana izlediği seyir, AB’ye en son üye olan devletin kendi ulusal ve milli çıkarlarını dayatabilmek için bunları bir güzel “Avrupa değerleri” ambalajına sardığını gösteriyor. Hırvatistan siyasi liderliği -ikna edicilikten ne derece uzak olsalar da- “Avrupa değerlerinin koruyucusu” rolünü üstlenerek AB üyeliğini kendi çıkarlarına olacak şekilde kullanmanın peşinde. Bu yaklaşım hem milliyetçiler hem de sosyal demokratlar tarafından takip ediliyor.

Bosna’da Avrupalıyı oynama girişimi, büyük nüfuz sahibi Hırvat milliyetçi partisi Hırvat Demokratik Birliği (HDZ) tarafından bile bir ara benimsenmişti. HDZ, komşu kapısı olan Hırvatistan’daki politikacılara özenerek kendisini bir dönem “Avrupa değerlerinin” koruyucusu olarak göstermeye çalıştı, fakat bizzat kendisi bu dönüşü inandırıcı bulmayarak kısa bir süre sonra bu rolden vazgeçti.

Artık Hırvatistan bir AB üyesi olduğuna ve Sırbistan, kendisiyle açılan 18 müzakere faslıyla Bosna’nın çok ilerisinde olduğuna göre, mevcut işleyişe istinaden Sırbistan’ın AB’ye Bosna’dan önce katılacağını varsayabiliriz. Sırbistan, AB’ye Bosna’dan önce katılacak olursa, Bosna’ya karşı elde ettiği yeni kozunu, Slovenya’nın Hırvatistan’a karşı kullandığı gibi kullanabilir hale gelecek ve kullanacaktır da. Hem Hırvatistan hem de Sırbistan’ın AB’ye üye olduğu bir senaryoda ise Bosna, iki potansiyel veto hakkından yararlanan iki komşu arasında sıkışıp kalacaktır.

Dahası, (Hırvatistan’ın AB üyeliği bu noktada akılda tutulmalı) Bosnalı Hırvatlar halihazırda Hırvat pasaportu alma ve ayrıca çeşitli diğer avantajlardan yararlanma hakkına sahipler. Sırbistan’ın birliğe kabul edilmesi durumunda Bosnalı Sırpların da benzer avantajlardan yararlanması eşit derecede muhtemel. Bosna’da ülkenin AB üyeliği yolunda büyük engellere dönüşenler, bizatihi Bosnalı Sırp ve Bosnalı Hırvat milliyetçi siyasetçilerdir. Buradaki muhtemel neticeyi öngörmek ise işten değil: Bosna’nın AB entegrasyon sürecinde geride kalmasının en büyük ceremesini yalnızca Boşnaklar çekecektir. Bu sadece bir teori değil; kendisine doludizgin yaklaşmakta olduğumuz, giderek artan derecede muhtemel bir senaryo.

VETO UYGULAMASI NORMALLEŞTİ

Bu barikat koyma modeli Bosna’nın dışındaki birtakım ülkeler için de gayet geçerli olabilir. AB üyelik müzakerelerine 2014 yılında başlayan Sırbistan, AB üyeliği yolunda Kosova’nın çok ilerisinde bulunuyor. Belgrad-Priştine normalleşmesi, Sırbistan’ın katılımından önce tam olarak sonuçlandırılmazsa bu, -şimdiye kadarki blokaj mantığına bakacak olursak- Sırbistan’ın AB üyeliğini Kosova’nın yoluna taş koymak için kullanacağı anlamına geliyor. Şimdiye kadar zikredilen diğer tüm örneklerde olduğu gibi bu barikatlar, Kosova’nın uyması gereken “Avrupa standartları” olarak paketlenip sunulacaktır.

Sırbistan ve Arnavutluk AB’ye birlikte katılırlarsa Arnavutluk, Sırbistan’ın Kosova’nın yoluna koyacağı barikatları, karşı vetolarıyla dengeleyebilir. Ancak Kosova’nın müttefiki Arnavutluk, AB müzakerelerinde Sırbistan’ın gerisinde kalmış durumda. Arnavutluk, AB’nin kendisiyle katılım müzakerelerini başlatma kararını 2020 gibi henüz çok yakın bir tarihte aldığı bir aday ülke. Bu da Arnavutluk’tan önce AB’ye katılması durumunda Sırbistan’ın veto oyununu oynayabileceği anlamına geliyor.

Komşunun yoluna taş koyma tavrına dair ortaya koyduğumuz bu genel bakışın işaret ettiği gerçek, vetoların bir anormallik olmadığı, tam tersine, artık normalleşmiş bir uygulama haline geldiğidir. AB üyeliği, komşunuzun normalde yapmayacağı şeyleri yapmasını sağlamak ve dahası, milliyetçi çıkarlarınızı “Avrupa değerleri” olarak pazarlamak için bir manivela vazifesi görür hale gelmiş durumda. AB adaylarına uygulanan vetolar, aşırı sağ siyasetin yükselişi ve AB’nin en son üyelerinde esmeye başlayan liberallikten uzak rüzgârlarla birleştiğinde, zerre miktar güven telkin etmiyor. Bu eğilimin telkin ettiği politika doğrultusunda, AB üyeliğine aday olanlar, yalnızca iyi komşuluk ilişkileri geliştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmak yerine, önlerine çıkarılması muhtemel engelleri dengelemek amacıyla başta Berlin olmak üzere önemli ulusal başkentlerle daha güçlü bağlar kurarlarsa pek akıllıca bir iş yapmış olurlar. (AA)