27 Ocak 2021 Çarşamba

KUZEY MAKEDONYA'YA AVRUPA BİRLİĞİ YOLUNDA YENİ ENGEL: BULGARİSTAN

Yunanistan ile isim krizini aşarak AB'ye üyelik yolunda önemli bir mesafe alan Kuzey Makedonya, bu sefer doğu komşusu Bulgaristan'ın üyelik sürecini bloke etme girişimleriyle karşı karşıya.

Bağımsızlığını ilan ettiğinden beri Avrupa Birliği (AB) ve NATO’ya üye olmayı stratejik bir hedef olarak belirleyen Kuzey Makedonya, 2005 yılı Kasım ayında AB üyeliğinde aday ülke statüsü kazanırken, söz konusu statünün kazanılmasının ardından 15 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen AB üyelik müzakerelerinin başlatılması için halen tarih alamadı.

Bulgaristan, 2017'de iki ülke arasında imzalanan dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasının şartlarını yerine getirmediği gerekçesiyle Kuzey Makedonya’nın AB üyeliğine karşı çıkıyor.

Bu stratejik hedeflere ulaşma yolunda sürekli engellerle karşılaşan Kuzey Makedonya, güney komşusu Yunanistan ile yaşadığı isim sorunu nedeniyle 2008 yılında Bükreş’teki NATO zirvesinde Yunanistan tarafından veto edilmiş, böylece ittifaka üye olamamıştı. Bu adım Kuzey Makedonya’nın AB entegrasyon sürecinde de bir engel olarak önüne çıkmıştı.

Söz konusu olaydan tam 10 yıl sonra, Kuzey Makedonya ve Yunanistan siyasileri Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde Prespa Anlaşmasını imzalayarak yıllardır süren isim sorununa nokta koydu. Bu kapsamda “Makedonya” ismini “Kuzey Makedonya” olarak değiştirdikten sonra Yunanistan artık Kuzey Makedonya’nın Avrupa entegrasyonu yolunda engel olmaktan çıktı; Kuzey Makedonya da bu sayede 2020 yılı Mart ayında NATO’nun 30. üyesi oldu.

Bulgaristan, AB üyeliği için Kuzey Makedonya’nın yerine getirmesi gereken ve birçoğu ülke ve vatandaşların kimlikleri ile tarihi meseleleri içeren 20 civarında şart öne sürüyor.

STRATEJİK HEDEFLERE ULAŞMADA KOMŞU ENGELİ

Kuzey Makedonya AB ile üyelik müzakerelerine bir adım daha yaklaşmışken bu sefer doğu komşusu Bulgaristan, 2017 yılında iki ülke arasında imzalanan dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasını anımsatarak Sofya’nın ısrar ettiği şartların yerine getirilmediği gerekçesiyle Kuzey Makedonya’nın önüne engel çıkarıyor.

2017 yılının Ağustos ayında iki ülke hükümetleri arasında düzenlenen toplantıda Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov tarafından dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşması imzalanmıştı. Anlaşma kapsamında tarihi konular ve eğitim gibi meseleler için Ortak Uzman Komisyonu da kurulmuştu.

Yunanistan ile de 2018 yılında anlaşmaya varmasının ardından Kuzey Makedonya bu kez iki ülke arasındaki tarihi ve kimlik meselelerinin çözülmesi yönünde Bulgaristan’ın baskılarını hissetmeye başladı. Bulgaristan meclisi 2019 yılının Ekim ayında AB’nin Kuzey Makedonya ile müzakereleri başlatması yönündeki deklarasyonunu onayladı. Bu deklarasyonda, “Avrupa entegrasyonuna yönelik destek, tarihi olaylar, belgeler ve eserler ile Bulgar tarihindeki şahsiyetlerin rolü ve görüşlerinin zararına olmamalıdır” ifadeleri yer alıyor.

AB üyesi olabilmesi için Kuzey Makedonya’nın yerine getirmesi gereken ve aralarında “Makedon dili” ve “Bulgar faşist işgalcisi” ifadelerinden bahsedilmemesi meselesi de bulunan 20 civarında şart bulunuyor. Şartlar, ülke ve vatandaşların kimlikleri ile tarihi meseleleri içeriyor.

Bulgaristan’ın, Kuzey Makedonya’nın AB üyeliğini desteklemek için talep ettiği bu şartlar, 2019 yılı Ekim ayında Fransa’nın AB’nin genişlemesine karşı çıkması ve üyelik müzakereleri için yeni metodoloji talep etmesi meselesinin ardından gölgede kaldı. Söz konusu yeni metodolojinin onaylanmasının ardından geçen yılın Mart ayında AB Kuzey Makedonya ve Arnavutluk’la üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı aldı, ancak bu yönde herhangi bir tarih belirlenmedi.

Kuzey Makedonya AB üyelik müzakerelerinin başlatılması süreci eşiğindeyken, Bulgaristan 2019 yılı Eylül ayında AB ülkelerine mektup göndererek, Kuzey Makedonya’daki “Bulgar karşıtı devlet ideolojisi” hakkında tarihi gerekçeler sunup Makedon kimliği ve diline yönelik tutumu için destek istedi.

Üyeliğe aday ülkelerin AB’ye çözülmemiş sorunlar getirmemesi gerektiği belirtilen mektupta, Üsküp’le olan anlaşmazlıkların çözülmemiş çekişmeler olduğu ve bütün bunların, Kuzey Makedonya’nın üyeliğine ilişkin AB’de karar alma sürecine olumsuz etki edebileceği vurgulandı. Bu durum, Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’nın AB’ye entegrasyonu yolunda bir engel daha oluşturacağı sinyalini vermiş oldu.

Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev 6 Kasım 2020’de yaptığı açıklamada, AB Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER) toplantısında Bulgaristan’ın, Kuzey Makedonya’nın AB üyelik müzakerelerinin başlatılmasına yönelik müzakere çerçevesinin birinci aşamasını bloke ettiğini ifade etti. Zaev, bu şekilde Kuzey Makedonya ve Bulgaristan arasında varılan dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasının ikinci maddesinin ihlal edildiğini söyledi.

Bulgaristan’ın bu yöndeki resmi vetosu 17 Kasım 2019’da yayınlanırken, Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva, ülkesinin Kuzey Makedonya’nın AB katılım müzakere çerçevesini onaylamadığını belirtti. Kuzey Makedonya’nın AB’ye entegrasyon yolunun uzun olduğunu dile getiren Zaharieva, “Bulgaristan düşmanlığı temelli bir ideolojiye dayanan bir devletin AB’de yeri yok” görüşünü paylaştı. Ayrıca Zaharieva, Kuzey Makedonya’nın 1999 yılında uzlaştığı resmi dil konusundaki formülü desteklememesi, Bulgaristan ile dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşmasının uygulanması için yol haritasının yerine getirilmemesi ve Kuzey Makedonya’nın Bulgaristan’da sözde Makedon azınlığının bulunmasıyla ilgili iddialarının Bulgaristan’ın veto kararının ana nedenlerinin arasında yer aldığını söyledi.

DİPLOMATİK TEMASLAR

Bulgaristan’ın bu kararının ardından iki ülke arasındaki diplomatik müzakereler devam etti ancak Bulgaristan 10-11 Aralık 2020’de yapılan AB Liderler Zirvesinde bile bu yöndeki müzakere çerçevesine onay vermedi. Öte yandan, Kuzey Makedonya’da iktidarda bulunan siyasiler, bu yönde bir çözümün var olduğuna dair iyimser görüş sergiliyor.

Kuzey Makedonya Başbakanı Zoran Zaev Bulgar medyasına yaptığı açıklamada, toprak iddiasında bulunmadıklarını, içişlerine karışmayacaklarını ve azınlıklara yönelik talepleri olmadığına dair bir evrak gönderdiklerini ifade etti.

Kuzey Makedonya Dışişleri Bakanı Buyar Osmani sorunun giderilmesi için Üsküp ve Sofya arasında diplomatik bir kanalın mevcut olduğunu, çözümün ise Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Anlaşmasına olan güvenin geri getirilmesinde yattığını kaydetti. Ayrıca, Kuzey Makedonya hükümeti geçen yılın Aralık ayında, iki ülke arasında tarih ve kimlik alanındaki açık meselelerin çözüme kavuşması için eski Başbakan Vlado Buçkovski’yi Bulgaristan Özel Temsilcisi olarak görevlendirdi.

Geçtiğimiz dönemde Bulgaristan’ı ziyaret edip ilgili yetkililerle görüşen Buçkovski, sürecin önündeki engeli kaldıracak ve aynı zamanda Avrupa değerleri ruhuna uygun olacak bir çözüme ulaşılmasının mümkün olduğunu belirtti. Bu yönde ek süreye ihtiyaç duyulabileceğinin altını çizen Buçkovski, doğru yolda olduklarını ifade etti.

Kuzey Makedonya Dışişleri Bakanlığı, Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Anlaşmasının uygulanmasına yönelik eylem planını 2020 yılı sonlarına doğru Bulgar tarafına ilettiklerini açıkladı. Osmani ve Zaharieva tarafından yapılan görüşmelerde görüş, fikir ve uygun öneri paylaşımında bulunulması hususlarında uzlaşı sağlandı.

BULGARİSTAN’IN VETOSU JEOSTRATEJİK BİR HATA

Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’nın Avrupa entegrasyonunu engelleme kararına tepki gösteren Kuzey Makedonya hükümeti yetkilileri, söz konusu kararı “sorumsuz ve jeostratejik hata” olarak nitelendirerek Kuzey Makedonya’nın geleceğinin Avrupa’da olduğunu vurguladı.

Hükümet organları tarafından yapılan açıklamalarda “Makedon ulusal kimliği, müzakere konusu olmadı, müzakere konusu değildir ve olması mümkün değildir. Makedon halkı ve Makedon dili, Makedon kimliğinin sütunlarıdır. Bunlar geçmişten gelmektedir ve bizim Avrupa’daki geleceğimizin de sütunlarıdır. AB’nin stratejik hedefi olan genişleme sürecini AB üyesi olan Bulgaristan durdurdu. Burada sorumsuz ve ağır bir jeostratejik hata söz konusu,” ifadeleri kullanıldı.

Öte yandan, ülkedeki İç Makedon Devrimci Örgütü-Makedonya’nın Ulusal Birliği Demokratik Partisi (VMRO-DPMNE) öncülüğündeki muhalefet ise “Makedon kimliğinin geleceği için müzakere edeceğini” söyleyerek Başbakan Zaev’in istifasını talep eden protestolar düzenledi.

YENİ BİR KRİZ İHTİMALİ

AB ülkeleri arasında birçok diplomatik girişime rağmen Kuzey Makedonya ile Bulgaristan arasındaki açık meselelerin çözümü ufukta görünmüyor. Avrupa entegrasyonu ve reform ihtiyacına olan bağlılığını sürdürdüğünü dile getiren Kuzey Makedonya hükümeti, Bulgaristan’la olan sorunun çözüme kavuşturulması için müzakerelere hazır olduğunu ifade ediyor. Ancak, sürecin ne şekilde işleyeceğine dair Bulgaristan tarafından henüz net sinyaller verilmiyor.

Bulgaristan ve Kuzey Makedonya arasındaki sorunun çözümüne dair ilkbahara doğru ilerleme kaydedileceği şeklinde bir umut bulunuyor. Bu dönemde Bulgaristan’da yapılacak genel seçimlerin ardından Bulgaristan’daki siyasi durumun dengelenmesi, bu sayede de komşu ülke Kuzey Makedonya ila açık sorunların çözüme kavuşturulmasına daha fazla odaklanması bekleniyor.

Bulgaristan’ın Kuzey Makedonya’ya yönelik vetosu, muhalefetin ara sıra düzenlediği protestolar, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının oluşturduğu krizle mücadele ve ekonomik gerileme, Kuzey Makedonya’nın halihazırda bulunduğu karmaşık durumu daha da karmaşık hale getiren şeylerden birkaçı. Söz konusu koşulların öngörülebilir bir vakitte değişmemesi durumunda Kuzey Makedonya’nın yeni bir siyasi krize sürüklenmesi an meselesi.

(Admir Fazlagikj / AA)

Uluslararası Holokost gününde tarihte Balkanlarda yaşananlar ile Bosna Hersek ve Arnavutluk’taki Müslüman kurtarıcıları anmak…

Bugün uluslararası ‘HOLOKOST’ günü. Bilmeyenler için anlamını ve tarihte Bosna Hersek’te bu çerçevede gerçekleşmiş bir kurtarma öyküsünü aktaralım. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1 Kasım 2005 tarihli kararıyla, 27 Ocak gününü “Uluslararası Holokost’u Anma Günü” olarak kabul etmiştir. Bu nedenle Nazi rejimi ve işbirlikçilerinin sistematik bir biçimde vahşice katlettiği 6 milyon Yahudi ile Romanlar ve engelliler başta olmak üzere 11 milyon Holokost kurbanı bu vesile ile dünyanın pek çok yerinde düzenlenen çeşitli etkinlikler ile anılır. Biz de Şalom gazetesinden alıntı ile Balkanlar özelinde Bosna Hesrsek’in başkenti Saraybosna’da ve Arnavutluk'ta yaşanan katliam girişimleri ile mağdurlara bu vahşetten kaçmaları için yardım eli uzatan Müslümanların öykülerini tarihe kayıt düşme adına aktarıyoruz.

Mustafa ve Zejneba Hardaga, İzet ve Bahrija Hardaga ile Ahmet Sadık´ın cesaret dolu Yahudileri kurtarma hikayeleri herkes tarafından bilinmeli…

Nisan 1941’de Almanların Yugoslavya’yı işgalinden sonra ülke Almanya ve müttefikleri arasında bölündü. Hırvatistan ve Bosna Hersek bölgeleri, faşist Ustasa hareketi tarafından yönetilen kukla bir devlet-sözde Bağımsız Hırvatistan Devleti-altında birleştirildi. Ustasa derhal ‘Hırvatistan’ı yabancı unsurlardan temizlemek için’ bir kampanya ile Sırpları, Yahudileri ve Çingeneleri sistematik olarak öldüren bir terör saltanatı başlattı. Yahudilerin kamplarda toplanması Haziran 1941’de başladı. Saraybosnalı Yahudilerin toplanması Ağustos 1941’den 1942’nin başına kadar devam etti. Erkekler Jasenovac’a gönderildi -sadece birkaçı canlı olarak geri döndü- kadınlar ile çocuklar Ağustos 1942’de Auschwitz’e gönderildi. Ayrıca Lobograd adlı iki kampta ve birçok kişinin salgın hastalıklardan öldüğü veya diğer kamplara gönderildiği Djakovo’da hayatlarını kaybettiler. Savaştan önceki 14 bin Bosna Yahudi’sinin, 12 bini katledildi.

1941 Nisan’ında Almanlar Yugoslavya’yı işgal ettiğinde Saraybosna havadan bombalandı. Cavilio Ailesinin evi yıkıldı. Bombalama başladığında tepelere kaçtılar, artık evleri yoktu. Kendilerine ait fabrikaya gittiklerinde fabrika binasının sahibi, Müslüman Mustafa Hardaga ile karşılaştılar. Ona durumlarını anlattıkları zaman Mustafa kendi evinde kalmalarını önerdi.

Hardaga Ailesi

Hardagalar, İslam dininin bütün gereklerini yerine getiren çok dindar bir aileydi. Hane halkı, Mustafa ve eşi Zejneba ile kardeşi İzet Hardaga ve eşi Bahrija’dan oluşuyordu. Müslüman geleneklerine göre kadınların peçe takmaları ve yüzlerini yabancıların yanında örtmeleri gerekiyordu. Yabancı bir erkeğin onların evinde ağırlanması sıra dışı bir şeydi. Ancak Zejneba’nın yıllar sonra anlattığı gibi, eşleri Cavilios’ları memnuniyetle karşıladı ve onlara ailesinin bir parçası olduklarını belirtti; “Evimiz sizin evinizdir” dedi. Onların bundan emin olmaları için, evin kadınları, ailelerinin özel bir üyesi olduğundan Josef Cavilio’nun yanındayken yüzlerini kapatmıyorlardı.

Cavilio Ailesi, Hardaga’ların yanında kısa bir süre kaldılar. Josef Cavilio, Yahudilerin nispeten güvende olduğu, İtalyan kontrolü altındaki bir alana, Mostar’a karısını ve çocuklarını taşıdı. Cavilio, işini tasfiye etmek için geride kaldı. Sonunda Ustasa tarafından tutuklandı ve hapsedildi. Şiddetli kar yağışı nedeniyle tutsaklar Saraybosna’dan, Hırvatların Sırpları, Yahudileri ve Çingeneleri sistematik bir şekilde öldürdüğü Srezil Jasenovac Kampına transfer edilemediler. Bunun yerine mahkûmlar, yoldan karları temizlemek için bacakları zincirli olarak tutuklandı. İşte Zejneba, Josef Cavilio’yu bu sokakta zincirlenmiş olarak gördü. Cavilio daha sonra sokağın köşesinde durmuş, yaşlı gözlerle onu izleyen peçeli Zejneba’nın ona baktığını fark etti. Tehlikeye rağmen onu gözleriyle takip ediyordu.

Josef Cavilio sonunda Hırvatların elinden kaçmayı başardı ve yine Hardaga’ların evine sığındı. Aile onu sıcak bir şekilde karşıladı ve onu sağlığına kavuşturdu. Gestapo karargâhı yakındaydı ve tehlike çok büyüktü. Josef’in ifadesine göre, Sırpları ve Yahudileri gizleyenlerin ölüm cezasına çarptırılacakları yazılı duvar ilanları her tarafa yapıştırılmıştı. Hardaga’ların hayatını tehlikeye sokmak istemeyen Josef Cavilio, Mostar’a kaçmaya ve ailesine katılmaya karar verdi.

Eylül 1943’ten sonra, İtalyan bölgeleri Alman işgali altına girdiğinde, Cavilio Ailesi bir kez daha taşınmak zorunda kaldı. Dağlara kaçtılar ve partizanlara katıldılar. Savaştan sonra Saraybosna’ya geri döndüler. Bir süre daha, ev bulana kadar yine Hardaga’larda kaldılar. Hardaga Ailesi, ayrıca Cavilio Ailesinin güvenlik için onlara emanet ettikleri mücevherleri de iade ettiler.

İşte o zaman Zejneba’nın babası Ahmed Sadık’ın evinde de Papo Ailesinin gizlendiğini öğrendiler. Ama Papo’lar hayatta kalamadı. Jasenovac’ta yakalandı ve öldürüldü.

Cavilio Ailesi daha sonra İsrail’e göç etti. 1984’te Yad Vaşem Soykırım Müzesinden, Hardaga Ailesi ve Ahmed Sadık’ın ‘Uluslararası Dürüst’ olarak tanınmasını istediler. Bir yıl sonra Zejneba, ailesinin adına bir ağaç dikmek üzere İsrail’e geldi.

Hardagalar İsrail’de

Holokost’tan 50 yıl sonra, 1994’te Saraybosna Sırp kuvvetlerinin saldırısına uğradığında, Zejneba ve ailesi büyük sıkıntı içindeydi. Ortak Dağıtım Komitesinin (Joint) yardımıyla Yad Vaşem, Bosna Cumhurbaşkanına Zejneba ve ailesinin İsrail’e gelmesine izin vermesi için çağrıda bulundu. Şubat 1994’te, Zejneba kızı, damadı ve torunu ile birlikte İsrail’e geldi. Havaalanında, hükümet yetkilileri, Yad Vaşem ve Cavilio ailesinin temsilcileri tarafından karşılandılar. Hardaga’lar, Yahudi tarihinin en karanlık döneminde Yahudi bir aileyi barındırmıştı. Borcu geri ödeyen ve sıkıntılı zamanlarda bu sefer de Hardaga Ailesine yardım eden İsrail Devletiydi.

Muhtemelen bu derin bağ, Zejneba’nın kızı Sarah Pecanac ve ailesini, Yahudi dinine dönmeye teşvik etti. Sarah, “Yahudi olmak istemem çok doğal. Bu insanlara ait olmak benim için bir onurdur” demekte. Ailesinin öyküsünün sergilendiği, ailesi hakkındaki dosyanın ‘Uluslararası Dürüst’ arşivinde tutulduğu ve adlarına bir ağacın dikildiği Yad Vashem için çalışmaya başladığında, yeni bir yaşama adım attı. Ailesinin cesareti ile insanlığın onuruna daha derin duygularla bağlandı.

29 Ocak 1984’te,Yad Vaşem, Mustafa ve Zejneba Hardaga, İzet ve Bahrija Hardaga ve Ahmed Sadık’ı ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı.

Josef Cavilio anlatıyor…

Nisan 1941’de Yugoslavya Almanya’nın saldırısına uğradığında, düşman uçakları memleketim Saraybosna’yı bombaladı. Kasabanın çevresindeki dağlık ormanlarda bir sığınak bulduk ve akşam olunca geri döndük. Üçüncü kattaki dairemizin kötü bir şekilde vurulduğunu gördük. Geceyi iş yerimde geçirmeye karar verdik. Fabrika yolunda, fabrika binasının sahibi Mustafa Hardaga ile tanıştık. Evimizin bir bombayla yıkıldığını öğrenince, kendi evinde kalmamız için yalvardı.

Hardaga Ailesi hali vakti yerinde ve geleneksel bir Müslüman aile idi. Ailenin kadınları, yabancıların yanında yüzlerini bir örtüyle gizlerdi. Daha önce evlerinde hiç yabancı bir erkek kalmamıştı. Bizi şu sözlerle karşıladılar: “Josef sen bizim kardeşimizsin, Rivka kız kardeşimiz ve çocuklarınız bizim çocuklarımız gibidir. Evinizde gibi hissedin ve sahip olduğumuz her şey de sizindir.”

Almanlar Saraybosna’yı işgal ettiğinde, Ustasa antisemit bir kampanya yürüttü. Hardaga’ların evinin yakınındaki büyük sinagog vahşi kitleler tarafından yağmalandı. 400 yıllık Tevrat Parşömenleri ateşe verildi. Ev sahiplerimizin evinde, perdenin arkasında gizlenmiş şekilde bu korkunç manzarayı izledim. Ev halkı bize daha da sıcak ve şefkatli davranmaya başladılar. Hardaga Ailesini tehlikeye attığımızı biliyordum. O yüzden ailemi, Yahudilerin nispeten daha iyi korunduğu ve İtalyanların işgalindeki bölge olan Mostar’a taşımanın yollarını araştırmaya başladım. Eşim ve çocuklarım, sahte evraklarla, kendi ailesi gibi amca rolüne giren bir aile dostu tarafından Mostar’a götürüldüler.

Bu arada yetkililer, işimi bir işbirlikçi olan eski muhasebecim Eterle’ye devretme emri verdi. Fabrikam, su ve kanalizasyon tesisatları için borular üretiyordu. Tüm Bosna-Hersek’te bu konudaki tek fabrikaydı. Bir sabah fabrikama gittiğimde birinin iki makineyi bozduğunu fark ettim. Bay Eterle beni suçladı ve beni teslim etmeye karar verdiğini söyledi. Fabrikanın yakınındaki Hardaga’ların evinin dışında gizleneceğim bir yer aramaya başladım. Hava karardığında, eski bir dost olan Yüzbaşı Radovitz’in sorumlu olduğu askeri hastaneye gittim ve ondan beni saklamasını istedim. Sayesinde beni Jasenovak Kampına gönderemediler. Hasta bir mahkûm olarak her sabah beni karı temizlemek için dışarı çıkarıyorlardı. Ayaklarımızdan zincirlerle bağlıydık. Bir gün yüzü peçeli, yan tarafta duran ve ağlayan bir kadın gördüm. Onun koruyucum Mustafa’nın karısı Zejneba olduğunu anlamıştım. O günden itibaren, hapsedildiğim bir ay boyunca Zejneba veya eltisi Bahrija bana ve diğer birçok aç insanı doyurmaya yetecek kadar yiyecek getirdiler.

Bir gece başka bir mahkûmla birlikte kaçmaya karar verdik, ancak yakalandık ve ölüm cezasına çarptırıldık. Sekiz mahkûmla birlikte, Saraybosna’dan yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki Pale’ye nakledildik. Partizanların aktif olduğu, su ve kanalizasyon borularını tahrip ettikleri bir alandı. Hasarı düzeltmemiz istendi. Ustasa muhafızları bize yemek vermiyorlardı. Ot ve salyangoz yiyerek karnımızı doyurmaya çalışıyorduk. Bu gardiyanlardan biri, Hardaga Ailesine benim nerede olduğumu söyledi. İki hafta sonra, çok çalıştığımızdan ve neredeyse hep aç olduğumuz için artık hepimiz zayıflıktan sürünürken, bize yiyecek paketleri göndermeyi başardılar. Hardaga’ların cesareti hepimize faydalı oldu ve devam edebilmemiz için bize güç verdi. Bu yere vardığımızdan iki ay sonra, düzenli ordudan Yüzbaşı Reichmann yanımıza gelerek kilit altında tutulduğumuz barakanın kapısını açık bırakacağını söyledi. Anlamıştık ve kaçtık. Hepimiz farklı yönlere koştuk. Bölgeyi iyi tanıdığım için, ormanlık bir yoldan Saraybosna’ya dönmeye karar verdim. Sabah şafaktan önce Hardaga’ların kapısını çaldım. Sürgün yerime yiyecek getirerek aldıkları tüm risklerden sonra, onlara güvenebileceğimi çok iyi biliyordum. Çok mutlu oldular, gözyaşları ve kahkahalarla beni kucakladılar. Aileme para gönderdiklerini anlattılar, aylar sonra ilk defa orada deliksiz olarak uyudum.

Ertesi sabah Zejneba’nın babasıyla tanıştım ve bana iki ay önce çok yakın arkadaşlarım olan Papo Ailesini sakladığını ve onları iki ay önce İtalyan bölgesine taşımayı başardığını anlattı.

Ev sahiplerimin evinde ilk günler dinlendim, yemek yedim ve iyileşmeye başladım. Geceleri, mahalledeki Gestapo mahzenlerinde tutulan komünist mahkûmların çığlıklarını duyuyorduk. Neler olduğunu fark etmeye başladım. Duvarlar, insanları Yahudileri ve komünistleri evlerinde barındırmamaları konusunda uyaran duyurularla kaplıydı. Cezası ölümdü. Yine korktum, harekete geçmem ve artık Yahudilerin kalmadığı yerden çıkmam gerektiğini biliyordum. Ev sahiplerim beni olabildiğince rahat ettirmek için ellerinden geleni yaptılar, ancak kalırsam aileye felaket getireceğimi hissediyordum. Tanıdıklarımdan birine gittim. O, ailemle yeniden birleşmeme yardım etti.

Savaştan sonra Saraybosna’ya döndük ve Hardaga Ailesi bizi sevinçle karşıladı. Evlerinde bıraktığımız mücevherler hala onları paketlediğimiz kutudaydı. Zejneba’nın babası Ahmed Sadık’ın gizlediği Papo Ailesinin, Ustasa tarafından vuruldukları haberini alınca bütün sevincimiz yok oldu.

1948’de İsrail Devletinin kurulmasından kısa bir süre sonra İsrail’e göç ettik.

---------------------------------------------------

Arnavutluk’taki Müslüman kurtarıcılar

1934’te ABD’nin Arnavutluk Büyükelçisi Herman Bernstein şunları yazmıştı: “Arnavutluk’ta Yahudilere karşı herhangi bir ayrımcılık yapıldığına dair bir iz yok, çünkü günümüzde ülke üç inanca bölünmesine rağmen, dini önyargı ve nefretin olmadığı Avrupa’daki ender topraklardan biri.” Bu yazı kahraman Veseli ailesi; Vesel, Fatima ve çocukları Refik, Hamit, Kemal ile Ali Sheqer Pashkaj’ın öyküsü…

Mandil ailesi, Moshe’nin çok ünlü bir fotoğrafçı olduğu Yugoslavya’dan geldi. Almanlar, Nisan 1941’de Yugoslavya’yı işgal ettiğinde, aile Yahudilerin göreceli olarak korunduğu, İtalyan kontrolündeki Kosova eyaletine kaçtı. 1942 yazının sonlarına doğru kaçaklar, nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu, İtalya’nın kontrol ettiği bölgeye, Arnavutluk’un daha içlerine doğru taşındı. Moshe ve Ela Mandil, çocukları Gavra ve İrena ile Tiran’a taşındılar. Fotoğrafçılık yapmak üzere dükkân ararken, Mandil eski çıraklarından Neshed Prizerini’nin sahibi olduğu bir dükkânı buldu. Prizerini Mandil’e yalnızca çalışma teklifinde bulunmakla kalmadı, aynı zamanda aileyi evinde kalmaya davet etti.

Fotoğrafçı Moshe Mandil, annesinin köyü Kuja’dan fotoğrafçılığı öğrenmesi için gönderdiği, Prizerini’nin 17 yaşındaki çırağı Refik Veseli ile dükkânda tanıştı. Almanların, Arnavutluk’u işgalinden sonra, durum Yahudiler için tehlikeli hale geldi. Refik Veseli, Mandillerin, kendi ailesinin dağlardaki evine kaçmalarını önerdi. Veseli ve Mandiller, kayalık arazide katırlarla uzun bir yolculuğa çıktılar. Alman ordusuna yakalanmamak için, yan yollarda yolculuk ediyorlardı. Geceleri yolculuk yapıyor, gündüzleri dağlardaki mağaralarda saklanıyorlardı.

Kuja köyüne vardıkları zaman, Moshe ve eşi Ela ahırın üzerindeki küçük bir odada gizlenirken, çocuklar Veselilerin evinde sanki onların çocuklarıyla kardeşlermiş gibi yaşıyorlardı. Refik’in erkek kardeşi Kemal, gelişlerinden bir süre sonra, Tiran’dan Ruzhica, Yosef Ben Yosef ve Yosef’in Finica adlı kız kardeşini getirdi. Böylece evde iki Yahudi aile olarak gizlenmeye başladı. Mandiller ve Ben Yosefler; birlikte, 1944’te ülke Almanlardan temizlenene kadar, o dağ köyünde saklanıp hayatta kalabildiler. Savaşın sonuna doğru bölgedeki askeri faaliyet yoğunlaşmıştı. Almanlar partizanlarla savaşmaya başlayınca köy bombalandı ve aramalar yapıldı. Fakat Veselilerin gizlediği Yahudi ailelerini ele geçiremediler.

Savaş sonrası

Savaştan sonra Mandiller Yugoslavya’ya döndüklerinde, aile Novi Sad’da yaşamaya başladı. Moshe yeniden bir fotoğrafçı dükkânı açtı. Refik Veseli’yi oraya hem kendileriyle birlikte yaşamaya hem de fotoğrafçı olarak eğitimine devam edebilmesi için davet ettiler. Veseli, Mandiller daha sonra İsrail’e göç edene değin onlarla yaşamaya devam etti. Daha sonra aralarındaki mesafeye rağmen temaslarını asla kaybetmediler.

1987’de Gavra Mandil, Yad Vaşem’e bir mektup yazarak ailesinin Holokost hikayesini anlattı. Arnavut halkına ve özellikle kurtarıcılarına bir borç olarak bir meblağ ödenmesini rica etti. Mektubunda, Arnavutluk’ta hayatta kalan bütün Yahudiler adına bir yükümlülük hissettiğini yazıyordu. “Goethe ve Schiller mirası hakkında eğitim almamış olabilirler, ancak en doğal ve anlaşılır şekilde, insan yaşamına büyük önem verdiler” diye yazdı. Arnavutlar tarafından, zulüm gören Yahudilere yapılan olağanüstü yardım, bir şeref sembolü olan ‘Besa’ sayesinde yapıldı. ‘Besa’ kelimenin tam anlamıyla ‘sözünü tutmak’ anlamına geliyor. Besa’ya göre hareket eden biri, sözünü tutan, güvenebilecek biridir. Bu sembol, Arnavutların yorumladığı gibi, Müslüman inancından kaynaklanıyordu.

23 Aralık 1987’de, Kudüs’teki Holokost Müzesi Yad Vaşem, Vesel ve Fatima Veseli ile oğulları Refik Veseli’yi, ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı. Yad Vaşem tarafından tanınan ilk Arnavutlar onlardı. Gavra Mandil, Arnavutluk Devlet Başkanı’na yazdığı bir mektupta, çok sert bir idareye sahip ve Stalinist Komünist bir ülke olmasından ötürü, Refik Veseli ve karısının İsrail’e seyahat edebilmeleri ve Yad Vaşem’de, onlar için yapılacak olan törene katılabilmeleri için özel izin talep etti. Mektubunda, “Tehlike ve ölümün etrafta olduğu o günlerde, küçük ve cesur Arnavut halkı büyüklüklerini kanıtladı. Hiçbir sıkıntı yaşamadan ve karşılığında hiçbir şey istemeden, Arnavut halkı temel insanlık görevini yerine getirdi. Yahudi mültecilerin hayatını kurtardı” diye yazdı. Gavra mektubuna babasının, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Enver Hoca’yı gösteren, 28 Kasım 1944’te zafer geçit töreni sırasında çektiği resimleri de ekledi.

Refik Veseli ve eşine seyahat izni verildi ve Yad Vaşem’de onurlarına yapılan törene katıldılar.

23 Mayıs 2004 tarihinde, Yad Vaşem, Hamid ve Kemal Veseli’yi de ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdılar.

ALİ SHEQER PASHKAJ: Holokost sırasında bir Yahudi’yi kurtaran şerefli Müslüman Arnavut

“Benim babam neden hayatını ve tüm köyünü tehlikeye atarak, bir yabancıyı kurtardı? Babam dindar bir Müslüman’dı. Bir hayat kurtaranın, cennete gireceğine inanıyordu.”

Bu hikâyeyi artık hayatta olmayan Ali Sheqer Pashkaj’ın oğlu, Enver Alia Sheqer anlatıyor:

“Bizim esas evimiz Puke’de. Babamın gıda maddeleri sattığı büyük bir mağazası vardı. Çevredeki en çeşitli gıda maddeleri satan dükkân onunki idi. Bir gün 19 Arnavut mahkûm ağır çalışma cezası alarak dağlara götürülürken, kamyona bindirilen mahkûmlar arasında bir de Yahudi genç vardı. Naziler onu da infaz etmek üzere kamyona bindirmişlerdi. Babam mükemmel Almanca konuşurdu. Kafasında bir plan tasarladı. Nazilerle Almanca konuşarak onları dükkânına davet etti ve yiyecekler eşliğinde şarap ikram etti. Nazi subayları sarhoş olana kadar, onlara şarap vermeye devam etti.

Bu arada bir kavun keserek içine bir not yazdı ve Yahudi gence verdi. Notta, ormandan geçerlerken kamyondan atlamasını ve ormanda saklanmasını, daha sonra kendisinin onu ormanda bulup, emin bir yerde saklayacağını yazıyordu. Naziler babamla vedalaştılar, fakat birkaç saat sonra öfkeyle geri geldi. Babamı sorguluyor ve Yahudi’yi nereye gizlediğini soruyorlardı. Babam devamlı aynı yanıtları veriyordu: ‘Ben masumum, kimseyi saklamadım.’ Onu bir duvarın önüne getirdiler, öldürmekle tehdit ediyorlardı. Tam dört kere başına tabancayı dayadılar. Babam kararlılıkla hiçbir şey söylemedi. Nazi subayları sonunda pes etti ve araçlarına binip gittiler.

Babam daha sonra ormana gitti ve Yahudi genci alarak bizim eve getirdi. O’nu savaş bitene kadar iki yıl boyunca gizledi ve yaşamasını sağladı. Köyümüzde 30 aile vardı, ama hiç kimse babamın bir Yahudi’yi sakladığını bilmiyordu. Yahudi delikanlının adı Yeoshua Baruchowiç idi. Yeoshua hala hayatta; bir diş hekimi ve Meksika’da yaşıyor.”

18 Mart 2002’de Yad Vaşem, Ali Sheqer Paşkaj’ı, ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı.

Arnavutların BESA geleneği

Mültecileri kurtarmaya Arnavut geleneğinde ‘BESA’ deniliyor. Daha çok ‘şeref sözü’ anlamında kullanılan bu kelime, aynı zamanda yardım isteyene el uzatma, konuk etme geleneğini ifade ediyor.

Bu gelenek 15. yüzyılda hüküm süren Arnavut lideri Leka Dukagin tarafından Kuzey Arnavutluk’taki aşiretleri yönetmek için çıkardığı kanuna dayandırılıyor. Ama ‘Besa’nın çok daha eski bir gelenek olduğunu, kanunun sadece bunu yazılı hale getirdiğini söyleyenler az değil. Kanunda yazılı cümlelerden biri buymuş: “Bir ev, sahibinden önce Tanrı’nın misafirinindir.”

Kosova Savaşı, Arnavutların karşılaştığı en büyük kriz olsa da, bu sorun ne ilkti ne de son olacağa benziyor. Fakat kimsenin pek bilmediği bir şey var; II. Dünya Savaşı’nda, Yahudileri gizleyen ve hayatta kalmalarını sağlayan tek Avrupa ülkesi Arnavutluk olmuş. Kendi içindeki Yahudileri koruduğu gibi, çevre ülkelerden gelen 2 binden fazla Yahudi’ye kucak aşmış, İtalyan faşistlerinin ve Alman Nazilerinin baskısına rağmen, onları teslim etmeyi reddetmişti. Törelere göre böyle bir şey, ev sahibine sadece utanç getirmez, aynı zamanda kanı yerde bırakmama sorumluluğu yükler.

Arnavutluk bu kez de Ortadoğu’dan gelen mültecilere Besa geleneğini uyguluyor. Yüzlerce İranlı mültecinin yanı sıra, Suriyeli mültecilere de kapılarını açtı. Başbakan Edi Rama, Arnavutluk’ta yaşayan 500 bin Kosovalıyı örnek göstererek, AB’nin mülteciler konusunda çok daha fazla şey yapması gerektiğini söyledi.

Bütün bunlara rağmen mütevazı Arnavutların bu kadar insana yaptığı bu büyük hizmet görülmüyor. Dünyanın her yerinde, mültecilerin sınır kapılarından geri çevrildiği bu dönemlerde, bu küçük ve yoksul Balkan ülkesinin onlara kucak açmasından öğrenilecek çok şey var.

(Sara YANAROCA / ŞALOM)

26 Ocak 2021 Salı

Romanya'dan, Türkiye ile kriz çıkaracak sürpriz vergi kararı!


Romanya'nın yürürlüğe koyduğu düzenlemeye göre, Türkiye kaynaklı faturalar geçersiz sayılarak ülkedeki vergi işlemlerinde gider olarak kabul edilmeyecek

 

Romanya, Avrupa Konseyi'nin yayınladığı ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu "Vergi konularında işbirliği yapan fakat iyi yönetişim konusunda taahhütleri bulunan ülkeler"e karşı vergisel bir düzenlemeye giderken, bu durumun iki ülke arasındaki ticarete darbe vuracağı belirtiliyor. 1 Ocak'ta Romanya'da devreye giren düzenlemeye göre, tedarik zincirinde önemli yer tutan Türkiye'den gelen faturalar geçersiz sayılarak ülkedeki vergi işlemlerinde gider olarak kabul edilmeyecek.

Uluslararası vergi, danışmanlık, denetim şirketi BDO'nun ortaklarından Dursun Küçükaslan, Dünya gazetesinde yayımlanan 'Romanya'dan Türkiye ile ticarete darbe vuracak vergi yasası' başlıklı yazısında, Romanya'daki yasa değişikliğiyle iki ülke arasındaki ticarette kriz çıkabileceğini belirtti.

Düzenleme neticesinde Türkiye'deki şirketlerden Romanya'ya düzenlenen faturaların Romanya'da vergi hesabında maliyet ya da gider olarak dikkate alınamayacağını belirten Küçükaslan, Romanya'nın bu düzenlemeden geri adım atacağına kesin gözüyle bakıldığını belirtti.

Küçükaslan'ın yazısından öne çıkan bölümler şöyle:

"Avrupa Konseyi 2017 yılından beri vergi kaçırma, vergiden kaçınma ve kara paranın aklanması gibi konulara karşı aksiyon alabilmek adına iki tane liste yayımlıyor. Bu listeler "Vergi Konularında İşbirliği Yapmayan Ülkeler Listesi" (1 Sayılı Liste) ve "Vergi Konularında İşbirliği Yapan Fakat İyi Yönetişim Konusunda Taahhütleri Bulunan Ülkeler Listesi" (2 Sayılı Liste). Listeler yılda iki kere güncelleniyor. Önümüzdeki ilk güncelleme Şubat 2021'de olacak.

1 Sayılı Listeye kara liste diyebiliriz. ... Virjin Adaları, Seyşeller, Barbados, Fiji gibi zararlı vergi rekabeti yaptığı malum olan vergi cenneti diyebileceğimiz ülkeler var bu listede.

2 Sayılı Listede ise vergisel anlamda işbirliği yapan ancak bazı taahhütlerini yerine getirmesi beklenen ülkeler var. Bu listeye kara liste diyemeyiz, belki gri liste denebilir. Bu ülkelerin taahütlerini yerine getirip getirmediği gözlemleniyor.

 

Türkiye 2 Sayılı Listede yer alıyor

 

"Şaşırtıcı bir şekilde Türkiye 2 Sayılı Listede yer alıyor. Türkiye'nin taahhüdü ise tüm AB üye devletleri ile 31 Aralık 2020 tarihine kadar Otomatik Bilgi Değişiminin (OBD) etkili bir şekilde uygulanması konusunda somut ilerleme kaydetmek olmuş. ... Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya ve Fransa gibi gurbetçilerimizin yoğun olarak yaşadığı AB ülkeleri ile OBD 2020 sonu itibari ile başlatılmadı.

"Konsey Şubat ayında toplanıp Türkiye'nin OBD'nin etkili bir şekilde uygulanması konusunda somut ilerleme kaydedip kaydetmediğini değerlendirecek. ... Konsey'in Türkiye'yi 1 Sayılı Listeye alacağını düşünmüyorum. Ama 2 Sayılı Listeden de çıkarmayabilir. Bunu hepimiz göreceğiz.

Romanya çok sert bir adım attı

"Romanya 2020 Aralık ayında önemli bir vergisel düzenleme yaptı. Yapılan düzenlemeye göre 1 Ocak 2021 tarihinden itibaren Konsey tarafından ilan edilen 1 ve 2 sayılı listelerde yer alan ülkelerden gelen bütün faturalar vergi hesabında gider olarak kabul edilmeyecek.

"Türkiye 2 Sayılı Listede yer aldığı için bu düzenleme neticesinde Türkiye'deki şirketlerden Romanya'ya düzenlenen faturalar Romanya'da vergi hesabında maliyet ya da gider olarak dikkate alınamayacak. Örneğin Romanya'daki bir şirket Türkiye'deki bir şirketten mal alıp sattığında Türkiye'den gelen malın faturasını maliyet olarak dikkate alamayacak. Ya da Romaya'daki bir fabrika Türkiye'den gelen hammaddeyle ürettiği ürünleri satarken Türkiye'den gelen hammaddeye isabet eden maliyeti dikkate alamayacak. Türkiye'den Romanya'ya satılan sabit kıymetlerin amortismanları Romanya'da gider olarak dikkate alınamayacak. Listeyi uzatmak mümkün.

 

Romanya neden böyle hareket etti?

 

"Almanya, Fransa, İtalya gibi koca koca AB üyesi ülkeler henüz bir yaptırım uygulamamışken Romanya'nın tedarik zincirinde önemli yer tutan Türkiye'ye karşı neden bu kadar sert bir yaptırım uyguladığına anlam vermek güç. Romanya'daki meslektaşlarımıza sorduğumuzda muhtemelen yasa yapıcıların düzenlemenin sonucunu iyi hesap edemediğini ifade ettiler. Meslektaşlarımız Romanya'nın bu düzenlemeden geri adım atacağına kesin gözüyle bakıyorlar. Ancak bir an evvel geri adım atılması önemli, zira düzenleme şu an itibari ile yürürlükte. Ayrıca yapılacak düzenlemenin Türkiye'den 2021 başından beri gelen faturaları kavraması da önemli. Aksi halde Türkiye'den düzenlenen Ocak ayına ilişkin faturalar Romanya'daki şirketlere haksız vergi yükü yaratacak.

"Umarım Konsey Şubat ayında Türkiye'yi listelerden çıkartır da bundan sonraki süreçte diğer AB üyesi ülkelerle benzer sorunlar yaşanmaz." (T24)

AB üyeliği Balkanlar'da 'YOL KESME' mücadelesine dönüştü

Saraybosna Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi Doç. Dr. Hamza Karçiç Avrupa Birliği sürecinde Balkan ülkeleri arasındaki sorunları irdeledi. AB üyeliğine giden yolda herkesin birbirine engel olduğunu dile getiren Karçiç önceliği elde eden ülkelerin diğerlerini baskıladığı görüşünde.

17 Kasım 2020’de Bulgaristan Kuzey Makedonya’nın Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakerelerinin başlamasını engelledi. Bulgaristan Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva’nın, ülkesinin kapı komşusuyla müzakerelerin başlamasını destekleyemeyeceğini söylediği bildirildi. Bu, daha önce Yunanistan ve Fransa tarafından önüne çıkarılanların ardından Kuzey Makedonya’nın karşılaştığı üçüncü engel. Son veto, Bulgarların Makedon dili konusundaki görüşlerinden kaynaklanıyor.

Ne kadar endişe verici olsa da Bulgar vetosu istisnai bir hal değil. Hatta bizatihi, AB’ye en son üye olan devletlerin, üye olmayan komşularıyla katılım müzakerelerinin başlamasını aktif olarak engelleme geleneğini takip ediyor. 2009 yılında SlovenyaHırvatistan’ın AB ile müzakerelerini engellemişti. Bunun nedeni, bu iki eski Yugoslav cumhuriyeti arasındaki Piran körfezinden geçen sınırın nasıl çizileceğine ilişkin anlaşmazlıklardı. 2016’da bu sefer Sırbistan Hırvatistan’ı, üyelik müzakerelerini engellemekle suçladı. Basında çıkan haberlerde Hırvatistan’ın, Sırbistan’daki Hırvat azınlığın statüsü nedeniyle yeni bir faslın açılmasını engellediği belirtilmişti.

AB genişlemesinin yeni üye devletlerin Avrupalılaşmasına yol açtığı ve bulundukları bölgede yayılma etkisi gösterdiği şeklindeki bir zamanlar makul görünen görüş artık hiç endişeye mahal vermeyecek şekilde “halledilmiş” oldu. 2004 yılından bu yana AB’ye katılan birçok üye devlette liberallikten uzak rüzgârların esmeye başlaması, “Avrupalılaşmanın” geri döndürülmesi mümkün bir süreç olduğunu gösteriyor. Yeni AB üyelerinin komşularına karşı izledikleri engelleme politikaları, daha on yıl öncesine kadar revaçta olan Avrupalılaşma fikrinin altını oymuş durumda.

"AVRUPALIYI" OYNAMA

“Hazır imkânın varken komşunun yoluna taş koy” tarzındaki yaklaşım, yalnızca Avrupalılaşmanın bölgesel yayılma etkisine dair verilen yalan vaatleri değil, aynı zamanda Balkan ülkelerinin geri kalanına giderek artan şekilde reva görülen adaletsiz muameleyi de açıkça ortaya koyuyor. Temelde yeni AB üyelerinin yaptığı şey, kapı komşularından tavizler koparmak için Birliğe üyeliklerini bir manivela olarak kullanmak. Bu ise bir istisna değil; tekrarlanmak üzere programlanmış bir kalıp setidir.

Kendisine daha AB’ye aday ülke statüsü dahi verilmemiş bir ülke olarak Bosna, izah ettiğimiz duruma bir örnek teşkil ediyor. Hırvatistan’ın siyasi liderleri, Hırvatistan 2013’te AB’ye katıldıktan kısa bir süre sonra Bosna’ya karşı, tamamen haksız ve temelsiz bir şekilde, ataerkilâne bir üstünlük taslamaya başladılar. Bosna’nın iç siyasetine düpedüz müdahale anlamına gelen tavırları, seçim kayırmacılığından tutun da Bosna yasalarına müdahale girişimlerine kadar uzanıyor. Hırvatistan-Bosna arasındaki ilişkilerin 2013’ten bu yana izlediği seyir, AB’ye en son üye olan devletin kendi ulusal ve milli çıkarlarını dayatabilmek için bunları bir güzel “Avrupa değerleri” ambalajına sardığını gösteriyor. Hırvatistan siyasi liderliği -ikna edicilikten ne derece uzak olsalar da- “Avrupa değerlerinin koruyucusu” rolünü üstlenerek AB üyeliğini kendi çıkarlarına olacak şekilde kullanmanın peşinde. Bu yaklaşım hem milliyetçiler hem de sosyal demokratlar tarafından takip ediliyor.

Bosna’da Avrupalıyı oynama girişimi, büyük nüfuz sahibi Hırvat milliyetçi partisi Hırvat Demokratik Birliği (HDZ) tarafından bile bir ara benimsenmişti. HDZ, komşu kapısı olan Hırvatistan’daki politikacılara özenerek kendisini bir dönem “Avrupa değerlerinin” koruyucusu olarak göstermeye çalıştı, fakat bizzat kendisi bu dönüşü inandırıcı bulmayarak kısa bir süre sonra bu rolden vazgeçti.

Artık Hırvatistan bir AB üyesi olduğuna ve Sırbistan, kendisiyle açılan 18 müzakere faslıyla Bosna’nın çok ilerisinde olduğuna göre, mevcut işleyişe istinaden Sırbistan’ın AB’ye Bosna’dan önce katılacağını varsayabiliriz. Sırbistan, AB’ye Bosna’dan önce katılacak olursa, Bosna’ya karşı elde ettiği yeni kozunu, Slovenya’nın Hırvatistan’a karşı kullandığı gibi kullanabilir hale gelecek ve kullanacaktır da. Hem Hırvatistan hem de Sırbistan’ın AB’ye üye olduğu bir senaryoda ise Bosna, iki potansiyel veto hakkından yararlanan iki komşu arasında sıkışıp kalacaktır.

Dahası, (Hırvatistan’ın AB üyeliği bu noktada akılda tutulmalı) Bosnalı Hırvatlar halihazırda Hırvat pasaportu alma ve ayrıca çeşitli diğer avantajlardan yararlanma hakkına sahipler. Sırbistan’ın birliğe kabul edilmesi durumunda Bosnalı Sırpların da benzer avantajlardan yararlanması eşit derecede muhtemel. Bosna’da ülkenin AB üyeliği yolunda büyük engellere dönüşenler, bizatihi Bosnalı Sırp ve Bosnalı Hırvat milliyetçi siyasetçilerdir. Buradaki muhtemel neticeyi öngörmek ise işten değil: Bosna’nın AB entegrasyon sürecinde geride kalmasının en büyük ceremesini yalnızca Boşnaklar çekecektir. Bu sadece bir teori değil; kendisine doludizgin yaklaşmakta olduğumuz, giderek artan derecede muhtemel bir senaryo.

VETO UYGULAMASI NORMALLEŞTİ

Bu barikat koyma modeli Bosna’nın dışındaki birtakım ülkeler için de gayet geçerli olabilir. AB üyelik müzakerelerine 2014 yılında başlayan Sırbistan, AB üyeliği yolunda Kosova’nın çok ilerisinde bulunuyor. Belgrad-Priştine normalleşmesi, Sırbistan’ın katılımından önce tam olarak sonuçlandırılmazsa bu, -şimdiye kadarki blokaj mantığına bakacak olursak- Sırbistan’ın AB üyeliğini Kosova’nın yoluna taş koymak için kullanacağı anlamına geliyor. Şimdiye kadar zikredilen diğer tüm örneklerde olduğu gibi bu barikatlar, Kosova’nın uyması gereken “Avrupa standartları” olarak paketlenip sunulacaktır.

Sırbistan ve Arnavutluk AB’ye birlikte katılırlarsa Arnavutluk, Sırbistan’ın Kosova’nın yoluna koyacağı barikatları, karşı vetolarıyla dengeleyebilir. Ancak Kosova’nın müttefiki Arnavutluk, AB müzakerelerinde Sırbistan’ın gerisinde kalmış durumda. Arnavutluk, AB’nin kendisiyle katılım müzakerelerini başlatma kararını 2020 gibi henüz çok yakın bir tarihte aldığı bir aday ülke. Bu da Arnavutluk’tan önce AB’ye katılması durumunda Sırbistan’ın veto oyununu oynayabileceği anlamına geliyor.

Komşunun yoluna taş koyma tavrına dair ortaya koyduğumuz bu genel bakışın işaret ettiği gerçek, vetoların bir anormallik olmadığı, tam tersine, artık normalleşmiş bir uygulama haline geldiğidir. AB üyeliği, komşunuzun normalde yapmayacağı şeyleri yapmasını sağlamak ve dahası, milliyetçi çıkarlarınızı “Avrupa değerleri” olarak pazarlamak için bir manivela vazifesi görür hale gelmiş durumda. AB adaylarına uygulanan vetolar, aşırı sağ siyasetin yükselişi ve AB’nin en son üyelerinde esmeye başlayan liberallikten uzak rüzgârlarla birleştiğinde, zerre miktar güven telkin etmiyor. Bu eğilimin telkin ettiği politika doğrultusunda, AB üyeliğine aday olanlar, yalnızca iyi komşuluk ilişkileri geliştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmak yerine, önlerine çıkarılması muhtemel engelleri dengelemek amacıyla başta Berlin olmak üzere önemli ulusal başkentlerle daha güçlü bağlar kurarlarsa pek akıllıca bir iş yapmış olurlar. (AA)

25 Ocak 2021 Pazartesi

TÜRKİYE'DEN YUNANİSTAN'A 'JET' MESAJ !..

Yunanistan ile Türkiye arasında 1 Mart 2016’da kesilen ve 5 yıl aradan sonra İstanbul’da yeniden startı verilen istikşafi görüşmeler beklendiği gibi hiçbir konuda uzlaşma sağlanmadan sonlandı. Türk heyetine Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal’ın başkanlık ettiği ve Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde gerçekleştirilen görüşme saat 14.30 sularında tamamlanırken aynı dakikalarda Türk jetleri de Doğu Akdeniz üzerinde gövde gösterisi yaptı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın da katıldığı ve Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin yakından takip ettiği, Türkiye’nin ev sahipliğinde 61. turu düzenlenen görüşmelerde Dışişleri Bakanlığı İkili Siyasi İşler ve Denizcilik-Havacılık-Hudut Genel Müdürü Büyükelçi Çağatay Erciyes de yer alırken, Yunanistan tarafında ise heyet başkanı diplomat Pavlos Apostolidis idi. Yunanistan'ı temsil eden heyette Dışişleri Bakanlığı Genel Müdürü Büyükelçi Aleksandros Kuyu ve Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri'nin Özel Kalem Müdürü İfigeniya Kanara da vardı. Taraflar, istikşafi görüşmelerin 61. turunda, sadece bir sonraki görüşmenin Atina'da yapılması konusunda mutabık kaldı.

Mevcut durum, son gelişmeler ve atılabilecek adımların ele alındığı görüşmeler sonrası Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye ile Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmelere ilişkin sosyal medya hesabı twitterdan paylaşımda bulundu. İbrahim Kalın, paylaşımında, “Türkiye ile Yunanistan arasında dört buçuk yıldır yapılmayan istikşafi görüşmeler bugün İstanbul'da başladı. Cumhurbaşkanımızın güçlü liderliğinde Ege dahil tüm sorunların çözümü mümkündür ve bunun için irademiz tamdır. Bölgesel barış ve istikrar herkesin menfaatinedir” dedi.

Toplantının sonlandığı dakikalarda Milli Savunma Bakanlığı da Twitter hesabından, F-16, F4-E 2020 jet uçakları ile CN-235 CASA, E7-T (HİK) ve KC-135R havadan yakıt ikmal uçaklarının Doğu Akdeniz'de eğitim görevi icra ettiğini duyurdu. Bakanlığın açıklamasında, "Hava Kuvvetleri Komutanlığımıza bağlı üslerimizden havalanan F-16, F4-E 2020 jet uçakları ile CN-235 CASA, E7-T ve KC-135R havadan yakıt ikmal uçaklarımız, Doğu Akdeniz'de eğitim görevi icra etti" denildi.

https://www.haberturk.com/video/haber/izle/msbden-dogu-akdeniz-paylasimi/708484

23 Ocak 2021 Cumartesi

TÜRKİYE TÜM EGE'Yİ İSTEYEN VE GERİLİM POLİTİKASI İLE MASAYA GELEN YUNANİSTAN'IN BU OYUNUNU BOZMALI


Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, karasularına ilişkin açıklama yapan Yunanistan’ın İstanbul’da pazartesi günü yapılacak öngörüşmeye (istikşafi görüşmeler) gerilim stratejisiyle geleceğini söyledi.

Türkiye ile Yunanistan arasında 5 yıl sonra yeniden başlayacak görüşmeler öncesinde Atina’dan özellikle Ege’deki karasuları konusunda gerilimi yükseltecek açıklamalar gelirken Ankara, Atina’nın bu açıklamalarına düşük tonlu yanıt vermeyi tercih etti. 

İstanbul’da pazartesi günü yapılacak öngörüşmelerin 61. turunda iki ülke diplomatları, müzakere pozisyonlarını gözden geçirecek. 5 yıl aradan sonra başlayacak öngörüşmeler öncesi Yunanistan’dan gelen açıklamaları değerlendiren emekli büyükelçi Tugay Uluçevik, “12 mil” açıklamalarının, Yunanistan’ın öngörüşmelerde takınacağı tutumun göstergesi olduğunu belirtti. 

Uluçevik, “Müzakerelerde en azından bazı konularda havayı yumuşatma niyetinde olsalar, bu konuları zaten kamuoyu önünde dillendirmezler. Şimdi 12 mil açıklamaları yaparak bir anlamda kendilerini kamuoyu önünde bağlıyorlar. Daha görüşmeler başlamadan ‘Bu konuda bir tavizi parlamentomuz, kamuoyumuz kabul etmez’ demenin önünü açıyorlar” dedi.

 

‘TEHDİT SONUÇ VERDİ’ GÖRÜNTÜSÜ

11 Aralık’taki Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi kararları ile 14 Aralık’ta ABD’nin Türkiye’ye yönelik açıkladığı S-400 yaptırımları sonrası Ankara’dan AB’ye yönelik söylem değişikliğine gittiğine dikkat çeken Uluçevik, “Türkiye, Doğu Akdeniz konusunda ABD ve AB’nin kıskacına girmiş durumdadır, söylemlerindeki tonunu düşürmüştür. Türkiye, AB ve ABD’nin yaptırım tehditleri olmadan Yunanistan’a istikşafi görüşme çağrısı yapsaydı anlamı başka olurdu. Ama şimdi Türkiye, AB ve ABD’den gelen tehditler sonucunda Yunanistan’a görüşme daveti yaptı görüntüsü oluşmuştur. Davetin zamanlaması ‘tehditler Türkiye’yi dize getirdi’ görüntüsünü oluşturmuştur” diye konuştu. 

Görüşmeler öncesi Türkiye’nin Akdeniz’deki araştırma gemilerini geri çektiğini kaydeden Uluçevik, “Türkiye, istikşafi görüşmeler süresince Doğu Akdeniz’de şimdiye kadar attığı adımları atamayacaktır. Bu, Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’de statükoyu kendi lehine dondurması demektir. Yunanistan, Türkiye’nin atacağı en ufak adımı ‘Türkiye tehditkâr politika yürütüyor’ diye kullanacaktır” ifadelerini kullandı. 

Uluçevik, “Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerindeki kopuklukları gidermesi ve normal hale getirmesini bir emekli diplomat olarak memnuniyetle karşılarım. Ancak bu yapılırken Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ilgilendiren konularda taviz verilmemelidir. Türkiye’nin Ege’deki karasuları konusunda takındığı tutumu, hiç olmazsa söylem olarak adaların askersizleştirilmiş statüsünün ihlali konusunda ilan etmesi gerekiyor” dedi.

60 KERE KONUŞTUK ANLATAMADIK!

TÜRKİYE NE İSTİYOR? YUNANİSTAN NE SÖYLÜYOR?

Tarih 11 Ocak Pazartesi… Dışişleri Bakanlığı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmelerin 61. turunun 25 Ocak’ta İstanbul’da yapılacağını açıklıyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 2002-2016 yılları arasında yapılan görüşmelerde ne görüşüldüyse bundan sonra da aynı konuların görüşüleceğini söylüyor. İstikşafi görüşmeler Ege ve Doğu Akdeniz başta olmak üzere iki ülke arasındaki ihtilaflı konuları hedef alacak gibi görünüyor.

Peki bu adım Türkiye-Yunanistan ilişkileri açısından ne anlama geliyor? Önceki 60 turda bir sonuç elde edilemeyen ve yeniden başlayacak olan istikşafi görüşmeler kapsamında kritik soru başlıkları ön plana çıkıyor. Bu dosyada meselenin arka planına odaklanıyoruz. Konuyla ilgili Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz ve Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik’in görüşlerine başvurduk. Ancak öncesinde istikşafi görüşmelerin geçmişini ve ihtilafları hatırlamakta fayda var.

İSTİKŞAFİ GÖRÜŞMELER NEYİ İÇERİYOR?

İstikşafi görüşme, kelime anlamı olarak ‘ön görüşme, araştırma-tanıma görüşmesi’ gibi anlamlara geliyor. Türkiye için bu kavram yeni değil. Türkiye-Yunanistan arasındaki istikşafi görüşmeler 1999’daki Helsinki Zirvesi’nden sonra olgunlaşmıştı. Türkiye ve Yunanistan, Ege sorunlarına çözüm bulmak amacıyla 12 Mart 2002’de istikşafi görüşmelere başlamış ve iki tarafın da kabul edebileceği ‘adil, kalıcı ve kapsamlı’ bir çözüm amaçlanmıştı. Son görüşme olan 60. tur, 1 Mart 2016’da Atina’da yapıldı. Görüşmeler sonrasında dönemin Yunan hükümeti tarafından askıya alındı. İki ülke arasındaki görüşmeler siyasi istişareler formatıyla devam etmiş olsa da istikşafi çerçeveye dönmemişti.

KITA SAHANLIĞI, KARASULARI VE SEVILLA HARİTASI

İki ülke arasında kıta sahanlığı ve karasuları konularında ciddi anlaşmazlıklar var. Önceki 60 görüşmenin en önemli gündem maddelerinden biri de bu anlaşmazlıklardı. Lozan’da Türkiye ve Yunanistan için karasularının 3 mil olması esas alınmıştı. Ancak Yunanistan 1936 yılında çıkardığı kanunla karasularının 6 deniz mili olduğunu ilan etti. Türkiye de 1964 yılında karasularını Yunanistan gibi 6 deniz miline çıkardı. Uluslararası Deniz Hukuku 12 mile kadar izin verdiği için Yunanistan bu hakkını kullanmak istiyor. Türkiye ise Yunanistan’ın bu tavrının karşısında yer alıyor. Çünkü 12 mil olarak uygulaması Türkiye’nin aleyhine bir durum ortaya çıkaracak.

İşin bir de Sevilla Haritası boyutu var. Yunanistan’ın Ege Denizi ve Akdeniz’deki yetki alanları konusunda iddialarına temel teşkil eden bir çalışma olan Sevilla Haritası’nın resmi bir hükmü olmadığı AB tarafından açıklanmıştı. Sevilla Üniversitesi beşeri denizcilik coğrafyası alanında uzman olan Prof. Juan Luis Suarez de Vivero tarafından hazırlanan bu harita Yunanistan’ın taleplerini de ortaya koyuyor. Yunanistan Ege’deki 18 ada üzerinden 10 binlerce kilometrelik kıta sahanlığı kurmayı amaçlıyor. Türkiye ise bu teze izin vermiyor.

Sevilla Haritası, Türkiye açısından rasyonel ve uluslararası hukuka uygun bulunmuyor. Haritada Meis Adası’ndan başlayan Yunan kıta sahanlığı güneye doğru Akdeniz’in ortasına kadar iniyor ve Türkiye’ye Antalya Körfezi dışında bir çıkış fırsatı tanımıyor. Yunanistan’ın kıta sahanlığını Yunan adalarının sınırlarına göre çiziyor.

1-) UZLAŞMAK MÜMKÜN OLABİLİR Mİ?

‘İSTİKŞAFİ GÖRÜŞMELER 
TÜRKİYE İÇİN BİR GERİ ADIM’

Emekli Amiral Cem Gürdeniz, istikşafi görüşmeleri Türk dış politikası açısından bir geri adım olarak nitelendiriyor. Gürdeniz’e göre iki tarafın sorunlar konusunda uzlaşması pek mümkün değil.

“Yunanistan’ın şımarık ve uzlaşmaz tutumunun bilinmesine rağmen davet edilmesinin bir anlamı yok” diyen Gürdeniz’in bu konudaki görüşleri şöyle:

“Yunanistan istikşafi görüşmeleri bugüne kadar kendi tezlerini Türkiye’ye dayatmak için bir araç olarak kullandı. Açık bir olgu var. Yunanistan ve AB’nin lider ülkeleri Türkiye’yi Anadolu’ya sıkıştırmak istemektedir. Türkiye ise jeopolitik, siyasi ve ekonomik olarak Ege ve Akdeniz’de mevcut hak ve çıkarlarını korumak zorundadır. Gelecek kuşaklar için Doğu Akdeniz’de ve Ege’de etkin bir politika uygulamaya mecburuz. Altmış yıldır süren bir AB maceramız var. Sonuç ortada. Bu noktada Türkiye’nin artık böyle bir enerji kaybına tahammülü yok.”

“Yeni bir dünya kuruluyor, çok kutuplu sistem kuruldu bile” diyen Gürdeniz, şöyle devam ediyor: “Yeni dünya düzeninde deniz alanları karalardan çok daha kıymetli olacak. Bu kapsamda Türkiye’nin kendi hakkı olan bir metre karelik deniz alanını bile kimseye kaptırmama yükümlülüğü var. Bu gelecek kuşaklara karşı en büyük sorumluluğumuzdur.”

Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Karadeniz, Akdeniz ve Ege’deki deniz yetki alanlarını kapsayan ‘Mavi Vatan’ doktrininin fikir babası.

Gürdeniz, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’in açıklamasına da dikkat çekiyor: “Yunanistan başbakanının söylediği ‘Türkiye AB üyesi olmak istiyorsa Ege’den vazgeçmelidir’ açıklaması göz önüne alınırsa istikşafi görüşmelerden neden bir şey beklemediğim daha iyi anlaşılır. Yunanistan, bizim Doğu Akdeniz’deki ve Ege’deki haklarımızdan vazgeçmemizi istiyor.”

‘GÖRÜŞMELERE 61. TUR DENİLMEMELİ’

“Yapılması planlanan yeni görüşmeye ‘istikşafi görüşmelerde 61. tur’ denilmemeli. Çünkü 2002’de başlatılan bu format, 1999 AB Helsinki Zirvesi kararları yüzünden, yani Türkiye’nin AB üyelik sürecine uyum sağlamak için yaratılmıştı. Bunun Türkiye için yanlış bir format olduğunu düşünüyorum. Şimdi konu çok daha farklı boyutlardadır. O nedenle format farklı olmalıdır. Çünkü yeni bir döneme girdik. İşin içinde artık tartışmasız olarak egemenlik sorunları var ve bunlar ertelenecek boyutlarda değil.’ Yunanistan’ın kendi tezleriyle gelip bunu dayatmaya çalışacağını da söyleyen Cem Gürdeniz, “Türkiye’nin çağrısı ile başlatılan istikşafi görüşmelerde Yunanistan kendi koşullarını dikte eder ve Doğu Akdeniz’i gündeme getirirse bence bu görüşmeler başlamadan bitmelidir” diyor.

‘İSTİKŞAFİ GÖRÜŞMELER BİR BAHAR HAVASI DEĞİL’

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik ise bazı gazetelerde ve makalelerde istikşafi görüşmeler hakkında Türk-Yunan ilişkileri açısından “bahar havası” izlenimi yaratıldığını söylüyor ve bunun kesinlikle yanlış bir yaklaşım olduğunu belirtiyor. Uluçevik’e göre bu görüşmeler bir yılan hikâyesi gibi sürüp gidecek. Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, KKTC’de yıllarca rahmetli Rauf Denktaş’la çalışmış ve Yunanistan dış politikasını bizzat yaşayarak deneyimlemiş bir diplomattı.

Her zaman barıştan ve diyalogdan yana olduğunu belirten Uluçevik, Yunanistan konusunda gerçekçi olmanın önemine dikkat çekiyor. “Yunanistan’ın ne yapmak istediğini de gayet iyi biliyorum. Çünkü benim meslek hayatım Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkileri üzerine geçti” diyen Uluçelik, “Bu görüşmelerin yapılacağının açıklanmasından sonra bile Yunan tarafının son bir hafta içinde söyledikleri, bundan 10 yıllar önce söylediklerinden farklı değil” diyor.

Uluçevik şöyle devam ediyor: “Önceki 60 turda 8-9 tane gündem maddesi vardı. Ancak temelde aramızda tek bir sorun var. O da Ege’de kıta sahanlığının ve deniz alanlarının belirlenmesidir. Bizim denizde egemenlik hakkımıza dair yersiz ve zemini olmayan iddiaları vardır. Bu iddiaları şimdi de aynen söylüyorlar.”

2-) TÜRKİYE NEDEN BÖYLE BİR ADIM ATTI?

 ‘HÜKÜMETLERİMİZ BAZEN BUNA MECBUR KALIYOR’

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, “Türkiye neden böyle bir adım attı?” soruna geçmişten bir örnekle yanıt veriyor. Uluçevik’e göre Türkiye hükümetleri belirli dönemlerde uluslararası dengeler açısından bu şekilde hareket etmek durumunda kalıyor.

“Geçmişte bu işin genel müdürlüğünü yürüttüm ve daire başkanlığını yaptım” diyen Uluçevik, 2001 yılındaki ‘bahar havası’na dikkat çekiyor. Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu, Sisam adası ve Kuşadası’nı birlikte ziyaret etmişti. İki mevkidaşın bu buluşması Türk gazetelerinde olumlu bir yaklaşımla yorumlanmıştı. Kıbrıs Rum basını ise Papandreu’nun zeybek oynamasına büyük tepki göstermişti. Simerini gazetesi Türklerin Papandreu’ya çiçekler yağdırdığına işaret ederek “ulusal şerefemizi rezil etti” ifadesini kullanmıştı.

Dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreau ve Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Sisam Adası’ndaki gezilerin ardından birlikte Kuşadası’nda gelmişti. İki komşu ülke dışişleri bakanları şehri gezerek barış mesajları vermişti.

‘DEVLETİMİZE DE HAKSIZLIK ETMEK İSTEMEM’

İsmail Cem’le Papandreu’nun zeybek oynamasına değinen Uluçevik, şöyle devam ediyor: “Zeybek oynadı, hem de çok güzel oynadı. Bizde bu genelde olumlu yorumlandı. Ancak biliyorum ki bu bir mesajdır. Nasıl yemeklerimize sahip çıkıyorlarsa ‘danslarınız da bizden çıkma’ demek içindir. Maalesef belirli dönemlerde hükümetlerimiz bunu yapmak mecburiyetini hissediyor. Ancak devlet idare etmek başka bir şey tabii. Bir taraftan da devletin bazı gerçekleri var. Bu konuda devletimize de haksızlık etmek istemem. Ancak bunları hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum.”

‘TAKTİK OLDUĞUNA İNANMAK İSTERİM’

Cem Gürdeniz, Türkiye’nin istikşafi görüşmeler hamlesi için “ben bunun bir zaman kazanma taktiği olduğuna inanmak isterim” diyor. Gürdeniz’e göre; aksi takdirde hem ‘Mavi Vatan’da hem de KKTC’de geri dönmesi zor tavizler sürecinin kapısı açılacak.

“Türk dış politikası açısından istikşafi görüşmeler hamlesi eğer bir top çevirmeyse ben buna bir şey diyemem” ifadesini kullanan Gürdeniz, Yunan gazetesinden bir habere dikkat çekiyor: “Bu anlamda Dış İşleri Bakanlığının taktiğini bilemem. Ancak 4 Ocak’ta Kathimerini gazetesinde bir haber çıktı. ‘İstikşafi görüşmelerin başlaması için Ankara’dan bir adım beklendiği ve Türkiye’nin Yunanistan’a Doğu Akdeniz’de gaz ve petrol arama faaliyetlerinden vazgeçeceğine dair güvence verdiği’ yazıyordu. Dışişleri Bakanlığımız bunu yalanlamadı. Bu somut bir göstergedir. Belli ki alttan alıyorlar. Demek ki bakanlıkta taktiksel de olsa bir geri çekilme durumu söz konusu.”

‘TÜRKİYE’NİN HÂLÂ BİR DENİZCİLİK BAKANLIĞI YOK’

“Biz bakanlığın geleneksel politikasını çok iyi biliyoruz” diyen Gürdeniz şöyle devam ediyor: “Dışişlerimiz az sayıda uzmanla Ege ve Doğu Akdeniz politikalarını yürütüyor. Onlara destek olacak diğer devlet kurumları da yetersiz. Türkiye’nin hâlâ bir Denizcilik Bakanlığı yok. Türkiye’nin Yunanistan’da olduğu gibi Ege ve Akdeniz konularına bakacak münhasır bir devlet kurumu da yok. Covid 19 ile mücadele için Bilim Kurulu var ama Ege ve Doğu Akdeniz konuları için bir kurum veya kurul yok. Peki nasıl olacak bu işler? Maalesef çok az sayıda kişinin fikirleriyle oluyor.”

“Şu anda Türkiye’de ‘Mavi Vatan’ doktrini sayesinde bir uyanış başladığını söyleyen Gürdeniz, konuyla ilgili sözlerini şöyle noktalıyor: “Önceden kimsenin umurunda değildi. Halkımız ne kıta sahanlığını biliyordu ne de bu konudaki diğer detayları. Türkiye içinde bulunduğu durumu ve donanması sayesinde elde ettiği kazanımları siyasi ve dış politika masasında somut başarılara dönüştürmek zorunda. Biz bu kadar güçlü olduğumuz halde niye geri adım atalım? Sorun burada.”

3-) YUNANİSTAN TARAFI NEYİ AMAÇLIYOR?

‘GÖRÜŞMELER BAŞLADIĞI GİBİ BİTEBİLİR’

İstikşafi görüşmeler konusunun geçmişine ve bugününe bakıldığında bir diğer önemli soru da Yunanistan tarafının neyi amaçladığı. Cem Gürdeniz, Yunanistan’ın amacının çok net olduğu görüşünde. “Bu görüşmeler kapsamında iki ülke arasında yeni bir dönem başlama ihtimali yok” diyen Gürdeniz’e göre görüşmelerin başladığı gibi bitme ihtimali çok yüksek.

‘TÜM EGE’Yİ İSTİYORLAR’

“Burada mağdur olan Türkiye’dir” diyen Gürdeniz, Yunanistan’ın ‘Sevilla Haritası’ tezine vurgu yapıyor. Cem Gürdeniz meseleyi şöyle anlatıyor: “Burada mağdur bir Yunanistan yok. Mağdur bir Türkiye var. Tamamen Anadolu’ya sıkıştırılmış bir Türkiye var. O zaman biz neyi tartışacağız? Karşımızda gayri askeri statüdeki 21 adanın 18’ini tepeden tırnağa silahlandırmış bir ülke var. Egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ve işgal statüsünde 153 ada, adacık ve kayalık var. Türkiye’nin 1700 kilometrelik Anadolu sahiline karşı 9 kilometre çevresi olan bir Meis için 40 bin kilometre kare yetki alanı isteyen bir Yunanistan var. Bu noktada Yunanistan’ın amacı net. Tüm Ege’yi istiyorlar.”

“Yunanistan, Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı için muhatap olmaması gerektiği halde Türkiye’yi Antalya Körfezine hapsetmeyi hedefleyebiliyor” diyen Gürdeniz “Bu yüzden Türkiye Doğu Akdeniz konusunda Yunanistan’la masaya oturmamalı” görüşünde.

Gürdeniz, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın 4 Ağustos’ta Mısır’la yapılan anlaşma sonrası yaptığı açıklamaya da dikkat çekiyor. Dendias, “Türkiye’nin 27 Kasım Libya anlaşmasını çöpe attık” demişti. “Bakar mısınız kullandığı ifadeye?” diyen Gürdeniz, aynı Dendias’ın şimdi de “samimi ve yapıcı bir niyetle masaya oturmaya hazırız” dediğine vurgu yapıyor. Gürdeniz’e göre; Yunanistan’ın bu konuda samimi ve yapıcı davranması mümkün değil: “Zaten Dendias’ın 19 Ocak günü ‘Girit Adası’nın doğusunda 12 mil ilan edeceğiz’ demesi bile bunu doğruluyor. Yunanistan akılcı ve güvenilir bir muhatap değildir.”

‘YUNANİSTAN TÜRKİYE’NİN FAALİYETLERİNİ DONDURMA PEŞİNDE’

Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik ise, “Türk-Yunan ilişkilerinin dosyasını gayet iyi bilirim. Yunanistan, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetini dondurma; Ege’deki kendi fiilî durumunu tahkim etme peşindedir” diyor. Yunanistan’ın Ege’deki karasularındaki hakkını 12 mile genişletme amacından vazgeçmediğini kaydeden Uluçevik, “Türkiye ise, Yunanistan’ın Ege’deki karasularının 6 mil ötesine genişletilmesinin “savaş sebebi” olacağını açıklamıştır. Bu tutum Adaların andlaşmalara aykırı bir şekilde bozulan askersizleştirilmiş statüsünün iadesini temin için de gösterilmeli” görüşünde. Uluçevik, “ortada Türkiye’ye meşru savunma hakkı veren bir tehdit vardır” diyor.

‘TÜRKİYE YİNE DE MASADA MÜCADELE EDEBİLİR’

Uluçevik, istikşafi görüşmelerde olumlu uzlaşının çok zor olduğunu düşünse de “Türkiye yine de masada mücadele edebilir” ifadesini kullanıyor. “Sırtlarını Avrupa’ya dayamışlar. Amaçları sadece Türkiye’nin uyuşmaz olduğunu göstermek ve AB’yi Türkiye’nin üzerine getirtmek” diyen Uluçevik, şöyle devam ediyor: “Bir de bu işin zamanlaması var. 14 Aralık’ta Amerikan Kongresi yaptırım kararı alıyor, sonrasında Avrupa Birliği yaptırım tehdidinde bulunuyor ve Türkiye’ye Mart’a kadar süre tanıyor. ‘Biz Yunanistan’a karşı hakkımızı koruyacağız’ derken birdenbire istikşafi görüşmelere davet ediyoruz. Siz Yunan tarafı olsanız ne düşünürsünüz?”

“Yunanistan iyi niyetli olsa istikşafî görüşmeler öncesinde bu gibi tahrik edici mesajlar vermez” diyen Uluçevik, konuyla ilgili sözlerini şöyle noktalıyor: “Bizim Oruç Reis’imiz var, Barbaros’umuz var. Bu gemilerimizin bir tanesi bizim limandan demir almaya kalksa adamlar NATO’yu, ABD’yi, AB’yi, BM Güvenlik Konseyini ayağa kaldıracak. İstikşafi görüşmeler devam ederken Türkiye Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerine nasıl devam edebilir?”

(CUMHURİYET –  SÖZCÜ - NET24 HABER)