3 Mayıs 2020 Pazar

TBMM'NİN İLK TOPLANTISINDAN 'BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ GÜNÜ'NE, TABUTLUK SORGULARINDAN TÜRKÇÜLERE, GEORGES POLİTZER'DEN, FATİH SULTAN MEHMET'E TARİHTE 3 MAYIS



Tarih 3 Mayıs’ı çeşitli yönleri ile kayda alırken biz gazetecileri de es geçmemiş.
Bu gün Dünya Basın Özgürlüğü Günü.
Birleşmiş Milletler 20 Aralık 1993'te, aldığı bir kararla her yıl 3 Mayıs'ın, Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanmasını kararlaştırmış.
İyi ama sadece bizler için mi 3 Mayıslar.
Hayır.
Spordan, ekonomiye, doğanlardan ölenlere, tarihin derinliklerindeki birçok olaydan, politikaya insanlığı ve bizi etkileyen yönüyle kronolojiyi özetlersek 3 Mayıs için ilginç bir veri altyapısı oluşuyor.
Mesela İstanbul’u işgal eden İngilizler’in basıp esarete karşı gelen mebuslarımızı tutukladığı, sürgüne gönderdiği Meclis’i Mebusan’ın yerine ölümsüz ve efsane liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde oluşturulan ve ulusal kurtuluş savaşını kazanıp yerine cumhuriyetimizi kuran, 100. yılını gururla kutladığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantısını yaptığı gün.
Daha neler neler yok ki bu gün yaşanan.
Mesela 3 Mayıs Dünya Astım Günü ve Dünya Elektrik-Elektronik Mühendisleri Günü olarak da kutlanırken bugün aynı zamanda ‘Türkçülük’günü de.
Neden mi?
Tarihler 1944 yılını işaretlediğinde dünya eşi benzeri görülmemiş bir savaştadır.
Ancak bu savaşın psikolojik, belki de ideolojik boyutu dünya güç mücadeleleri arasında, varlık-yokluk derdindeki Türkiye’yi gerer.
Genç cumhuriyetimiz henüz 21 yaşındadır.
Bu süreç ülke içindeki siyasi dengeleri sarsar.
Yol arayışındaki ülkemiz tam bir kamplaşmaya sürüklenir.
Bu savaş ve diğerleri nedeniyle 20. yüzyıl dünya tarihi açısından olduğu kadar Türkiye için de oldukça önemli bir yüzyıl olmuştur.
Bu yüzyılın olayları arasında ilk sırada dünya savaşları yer almaktadır.
II. Dünya Savaşı, sonuçları ve etkisi bakımından, birincisine kıyasla hem siyasi hem sosyolojik hem tarihi, kısacası her açıdan siyaset ve insanlık tarihimizde çok daha büyük izler  bırakmıştır.

IRKÇILIK –TURANCILIK DAVASI VE TABUTLUK SORGULARI

Yaşanan gerilim ve ardından savaşın getirdiği yıkım, tarafların savundukları ideolojiler bakımından bize ders almamız gereken bir süreci hatırlatmaktadır.
Temelde, bir yanda Komünizm’in, diğer yanda Faşizm’in –ve tabi İngiltere ile Amerika gibi demokratik ülkelerin- yer aldığı bu savaş düzeninde Türkiye tabiri caizse tam arada kalmıştır.
Türkiye her ne kadar savaşa fiilen katılmasa da savaşın etkilerini yakından hissetmiştir.
Bu etkilerden biri de kaçınılmaz bir şekilde siyaset arenasında olmuştur.
Savaş esnasındaki karışık siyasi atmosfer içerisinde Sovyetleri destekleyenler olduğu gibi Nazi Almanya’sının savunucuları da olmuştur.
Bu iki tarafın savunucuları arasındaki mücadele savaşın gidişatına göre dalgalı bir seyir izlemiştir.
Türkiye’de yaşanan ve bu olağanüstü dönemin en önemli olayı ise hiç şüphesiz Irkçılık-Turancılık Davası’dır.
Etkileri ve uzantıları politik olarak günümüzde de süren bu zaman diliminde yaşanan olayların fitili 3 Mayıs 1944’te ateşlenir.
Sonrasında Türk siyasi yaşamını da sarsacak bu günde Ankara iyice gerilir.
Türk siyasi ve edebiyat tarihinin iki simge isminin birbirlerine karşı oluşan adli süreçleri bu günü sonradan ‘Türkçülük Günü’ne dönüştürmüştür.

3 Mayıs 1944, Hüseyin Nihal Atsız (1905-1975) ile Sabahattin Ali'nin (1907-1948) muhakeme edildiği gündür.
Sabahattin Ali, Atsız'a hakaret davası açmıştır.
Nihal Atsız’ın yargılandığı davanın yapılan ikinci oturumuna üniversite öğrencilerinin alınmaması ise olayları tetikler.
Bunun üzerine Başkent’te başlayan gösterilerde yüzlerce kişi tutuklanır.
Atsız ise devam eden yargılamasında Sabahattin Ali'ye "vatan haini" dediği için 6 ay hapse mahkûm edilir.
Ancak Atsız'ın cezası hâkim tarafından "millî tahrik" gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir.
Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen mahkemenin kapısından çıkarken tevkif edilmiştir.


‘TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ’NE DÖNÜŞEN SİYASİ YARGILAMALAR

Devletin de dahil olduğu ve siyasi davaya dönüşen olay nedeniyle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda yaptığı konuşmada Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştiren nutkunu söyler.
Bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanmaya başlanır.
7 Eylül 1944 günü başlayan yargılamalar haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eder ve 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanır.
Atsız 6 yıl 5 ay hapse mahkûm olmuştur.
Atsız’ın bu yargılaması sürerken dönemin hükümeti yayınladığı bir kararname ile
‘Irkçılık-Turancılık’ davası başlatır.
İstanbul 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yapılan duruşmalar 31 Mayıs 1947’de sona erinceye kadar aralarında Nihal Atsız’ın da olduğu Alparslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay gibi sonradan Türk siyasi tarihini etkileyecek olan birçok ünlü isim de hakim karşısına çıkar.
Subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu bu 165 kişi verdikleri ifadelerde ‘tabutluk’ diye adlandırılan hücrelerde işkence gördüklerini belirtirler.
Yapılan sorgulamalar ve yargılamalar her ne kadar ‘yıkıcı bir ideolojiyi yaymak ve bu ideolojinin siyasi amaçlarını gerçekleştirmek üzere yasa dışı örgüt kurmak’ iddiasına dayandırılsa da ‘Irkçılık-Turancılık’ davası tarihe siyasi hesaplaşma olarak not düşülür.
1944-45 yılında gündemi belirleyen bu yargılamalar, yapılan sorgulamalar verilen savunmalar sonraki yıllarda Türk Edebiyatı Vakfı  tarafından derlenip ‘Tabutluklar, Sansaryan Han’ başlıklarıyla yayınlanır.

Soner Yalçın Sözcü Gazetesi'nde kaleme aldığı ve o yılları irdelediği yazısında yaşanan süreci aktarırken önceleri Nihal Atsız ile Sabahattin Ali'nin dost olduklarını aktararak süreci şöyle özetliyor;

3 MAYIS 

Yıl, 1930.

Sabahattin Ali ile Nihal Atsız İstanbul Türk Ocağı içindeki ''Kızıl Elma'' odasında tanıştı ve iki yakın dost oldu. İkiliye Pertev Naili Boratav ve Orhan Şaik Gökyay da katıldı. Hepsi 20'li yaşlardaydı...

Bir yıl sonra, Nihal Atsız'ın liderliğinde aylık yayınlanan ''köylüyü kurtarmayı'' esas alan ''Atsız Mecmua'' doğdu. Dergide en çok Sabahattin Ali ve Nihal Atsız şiirleri yayınlandı.
Boratav ''Kerem ile Aslı'' gibi halk edebiyatı üzerine yazdı.

Ve Türkçülük, Temmuz 1932'deki Birinci Türk Tarih Kongresi'nde ilk ayrılığını yaşadı.
''Hititlerin Türklerin atası ve Anadolu'nun Türklerin eski yurdu olduğu'' yönündeki görüşe Zeki Velidi Togan karşı çıktı. Tartışmalar sonucu Dr. Reşit Galip, '' İyi ki Darülfünunda Zeki Velidi beyin talebesi değilim'' dedi. Bu söz üzerine Togan'ın asistanları Atsız ve Boratav ile öğrencileri ''Biz talebesi olmakla iftihar ediyoruz'' diye Reşit Galip'e telgraf çekti. 

Ayrışma sonucu Zeki Velidi Viyana'ya gitti; Atsız Malatya'ya, Boratav Konya'ya öğretmen olarak gönderildi. Reşit Galip ise Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi.

İlk perde böyle kapandı.

İkinci perde

Sabahattin Ali'ye Nazım Hikmet'in ''öğrencisi'' demek hata sayılmaz. Sürekli mektuplaştılar...

Gerek Nazım Hikmet ve gerekse burs verilerek gönderildiği Almanya, Sabahattin Ali'nin politik görüşlerinde değişime sebep oldu.

Aydın'da öğretmenlik yaparken Nazım Hikmet ile mektuplaşması ve Sertellerin Resimli Ay dergisinde yazması ''komünizm propogandası'' sayıldı hapse atıldı.

Konya'da öğretmenlik yaparken bu kez ''Memleketten Haber'' şiiri sebebiyle Sinop Cezaevi'ne gönderildi. Bu davanın ihbarcısı Türkçü tarihçi Cemal Kutay; Sabahattin Ali'nin şahidi ise Konya'da öğretmenlik yapan Boratav'dı.

İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Türkiye'de Türkçülük bölündü; Bir bölümü Hitler-Nazi hayranlığıyla ırkçılığa savruldu. Bu çevrelerde eskiden bulunmayacak derecede anti-komünizm eğilimi başladı. Örneğin... Orhan Şaik Almany'da bulunan yakın arkadaşı Boratav'ı (Nazi yanlısı Türk öğrenciler ile tartıştığı için) ''komünist'' diye ihbar edip, bursunun kesilmesinde rol oynadı!

1940'lar başında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde /DTCF) ideolojik sert tartışmalar yaşandı. Öğrenciler de bölündü: Bir yanda Osman Yüksel Serdengeçti, Zeynep (Dengi) Korkmaz, Bahaettin Önel gibi sağcı; diğer yanda Enver Gökçe, Şevki Akşit, Mübeccel (Belik) Kıray gibi solcular vardı...

Solcular 1943 yılında, '' En büyük tehlike Milli Türk Davasına Aykırı Bir Cereyanın İçyüzü'' adlı bir broşür çıkardı.

Buna yanıt olarak...Nihal Atsız''En Sinsi Tehlike'' ve Reha Oğuz Türkkan ''Solcular ve Kızıllar'' gibi yazılar yayınladı.

Siyasal fırtınanın patlamasına çok az kalmıştı.

İkinci perde kapandı...

Son perde

İkinci Dünya Savaşı bitmek üzereydi...

Naziler geri çekiliyordu...

Yıl, 1944.

Hasan Ali Yücel'in başında olduğu Milli Eğitim Bakanlığı ırkçılık karşıtı yazıları derleyerek, ''Irkçılık-Turancılık'' kitabını çıkardı.

Nihal Atsız çıkardığı Orkun dergisinde, başbakan Şükrü Saraçoğlu'na ''Sayın Türkçü başvekil'' diye 1 Martta açık mektup yazdı. Türkçülüğe yönelik yayınları şikayet etti. 1 Nisan'da bir yazı daha kaleme aldı. Sabahattin Ali ve Boratav'ın da aralarında bulunduğu grubu ''Vatan haini komünistler'' diye hedef yaptı. Bakan Hasan Ali Yücel'i de ''bu darbe yanlılarını korumakla'' itham etti.

Sabahattin Ali 7 Nisan'da Nihal Atsız'a dava açtı. Duruşma, 26 Nisan'da Ankara'da 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başladı. Gerekli belgelerin getirilmesi için duruşma 3 Mayıs gününe ertelendi.

İki gün sonra... Osman Yüksel Serdengeçti, DTCF'de Sabahattin Ali'yi dövdü; tutuklandı...

3 Mayıs'taki ikinci duruşma olaylı geçti. Adliye önünde ve daha sonra Ulus Meydanı'nda gösteriler yapıldı. Polis olayları şiddetle bastırdı; 165 kişi gözaltına alındı.

9 Mayıs'taki duruşmada Nihal Atsız dört ay hapis ve 66 liraya mahkum edildi.


Gelelim sonuca:

Bu süreç Sabahattin Ali'nin öldürülmesine, Boratav'ın yurt dışına gitmek zorunda kalmasına kadar uzandı...

Peki...

Binlerce yıllık Türklük, 140 yıllık Türkçülük fikriyatı bu kadar küçültülür mü; 3 Mayıs nasıl Türkçülük Günü olarak kutlanır?

Bakü'de 1906 yılında ''Sol'a,Sol'a, Sol Tarafa'' diyerek Türkçülük fikrinin temelini atan öncülerden Ali Bey Hüseyinzade'yi hiç mi anlamadınız?

Günümüzde de 3 Mayıs ‘Türkçülük Günü’ gündem olmaya devam ederken gelelim işin basın bölümüne.

DEZENFORMASYON ÇAĞINDA DEMOKRASİ, GAZETECİLİK

3 Mayıs, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1993 yılında aldığı bir karar ile tüm dünyada Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanmasına karar verilen bir tarih.
Bu günün kutlanmasındaki amaç; basının demokrasiyi korumaktaki rolünü vurgulamak, etik gazeteciliği ön plana çıkarmak ve dünyada basının aşırı sansür edildiği ülkelere bir mesaj göndermek.
Bunun yanında gün boyu gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler ile görevini yaparken öldürülen, tutuklanan, yargılanan hatta işten atılan gazetecileri hatırlamak, anmak ve yetkililere sorumluluklarını hatırlatmak.
Bir nevi yerküreyi tarayıp gazeteciler olarak dikkat çekmeyi hedeflediğimiz bu gün yani Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde yapılan toplantılar, açıklanan raporlar bizim mesleğin yol haritasıdır.
Bu yılın karnesini kısaca özetlemeden önce 2019 yılının ana organizasyonuna değineyim.
 UNESCO, Afrika Birliği Komisyonu ve Etiyopya işbirliği ile 1 - 3 Mayıs günleri arasında Addis Ababa kentinde gerçekleştirilen ve üç gün süren konferanslarda dünyada basın özgürlüğünün genel durumu ele alınır.
Konferans sonunda yapılan açıklamada çeşitli ülkelerdeki durum özetlenirken seçilen başlık 2019’da gerçekleştirilen seçimler ve yapılan manipülasyonlara dikkat çekiliyor.
‘Dezenformasyon çağında demokrasi, gazetecilik ve seçimler için medya’ konu başlıklı rapora göre ülkemiz basın özgürlüğü karnesi zayıf.
Dünya genelinde basın özgürlüğü önündeki engellerin ve sorunların irdelendiği raporda Türkiye'nin her yıl kötüleşen karnesi dikkat çekmişti.


TÜRKİYE'Yİ AÇIK ARA EN KALABALIK BASIN HAPİSHANESİ

Son birkaç yıldır bazı endekslerde 'özgür olmayan' kategoride yer alan Türkiye, kısa süre öncesine kadar 'kısmen özgür' ülkeler arasındaydı.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'ne (RSF) göre geçen yıl 180 ülke arasında 157. sırada bulunan Türkiye dünyada en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülke olarak kayda geçiyor.
Her ne kadar hapiste olan gazetecilerin sayısı farklı kuruluşlarca farklı kriterlere göre değerlendirilse de tüm sonuçlar Türkiye'yi açık ara en kalabalık basın hapishanesi yapıyor.
2019 verilerinde Uluslararası Basın Enstitüsü'ne (IPI) göre 162, Türkiye Gazeteciler Sendikası'na (TGS) göre 142, Çağdaş Gazeteciler Derneği'ne (ÇGD) göre 139 ve Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'e göre ise en az 146 basın çalışanı cezaevinde.
Medyanın yüzde 95'inin hükümetin kontrolünde olduğu ülkemizde bu gazetecilerin çoğunluğu üç temel suçlama ile hapis yatıyor: Darbe, terör örgütü üyeliği ve terör propogandası.
Bu yıl yani 2020 Mayısı’nda ise durumun vahameti sürüyor ancak veriler ışığında dile getirmek gerekirse basın üzerindeki ‘Demokles'in kılıcı’ sallanmaya devam ediyor.
Benim de kurucuları arasında yer aldığım Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi’nin Dünya Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle kaleme aldığı basın bildirisinde Türkiye'nin sadcece Nisan ayı raporlanmış.
Durumumuz hiç te iç açıcı değil.
Nisan ayında 1 gazeteci tutuklanmış, 11 gazeteci için toplam 137 yıla kadar hapis cezası istenmiş, 3 gazeteci gözaltına alınmış, 10 gazeteci hakkında soruşturma başlatılmış.
Antalya ve İzmir’de 2 gazetecinin saldırıya da uğradığı belirtilen açıklamada en vahim durum Kocaeli’de bir gazete binasının kurşunlanması.
18 haber sitesinin erişime kapatıldığı, bir haber için 273 internet bağlantısının engellendiği bu süreçte RTÜK bir televizyonun yayınını durdurmuş.
Üç televizyon kanalı ve 1 radyoya üst sınırdan para cezalarının yanı sıra 14 program durdurma cezası verildiği belirtilen ÇGD’nin açıklamasında basın özgürlüğünü suç sayan karar ve uygulamalar kınanıyor.
Ülkemizdeki uygulama ve yaşananların kayda alındığı ÇGD Genel Merkezi’nin konu hakkındaki açıklaması şu şekilde:

BUGÜN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SUÇ SAYANLAR,
YARIN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ARAR DURUMA DÜŞEBİLİRLER!

Bugün, Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Basın ve ifade özgürlüğü; bireyin fikir beyan etmesi ve bilgi edinebilmesinin, kamusal çıkar çerçevesinde halkın doğruları öğrenebilmesinin, tüm toplumda geniş bir denetimin mümkün olmasının ve dolayısıyla eşit bireyler olarak birlikte yaşayabilmemizin temeli, teminatıdır. Tam tersi bir düzen; çatışmalar, savaşlar, salgınlar ve ekonomik eşitsizliklere dayalı bir dünya yaratmak isteyenlerin, özgür düşünceyi, bağımsız ve özgür basını hedef almaları da bu yüzdendir. Basının üzerinde hâkimiyet kurarak, halkın gören gözünü bağlayan, konuşan dilini susturan, duyan kulağını kapatanların; halk adına üstlenilen denetleme ve gözcülük görevini engelleyenlerin tek muradı, kurdukları sömürü düzeninin sürmesidir. Dünya genelinde eşitsizliğe ve sömürüye dayalı uygulamaların sistematik bir hal aldığı bugünlerde basın kuruluşlarına, gazetecilere, özgür düşünceyi savunanlara karşı baskıların artmasının nedeni de budur.
                Türkiye öznelinde daha da keskin bir saflaşma yaşanmaktadır. Anayasa ve yasalarda evrensel insan haklarının kabul edilmesine, basının hür ve sansür edilemeyeceğinin hüküm altına alınmasına, temel özgürlüklerle ilgili uluslararası anlaşmalara taraf olunmasına karşın uygulamalar tamamen farklı yöndedir.

TÜRKİYE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE
180 ÜLKE ARASINDA 154’ÜNCÜ SIRADA

18 yıldır iktidarda bulunan AKP, otoriterliğe dayalı siyasal anlayışıyla basın özgürlüğüne çok ağır darbeler vurmuştur. Basın sermayesini iktidara yakın iş insanlarıyla ele geçiren, ele geçiremediği basın kuruluşlarını yargı üzerinden susturan, susturamadığı gazetecileri cezaevlerine gönderen bu siyasal anlayışın sonucu olarak Türkiye, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi sıralamasında 180 ülke içinde 154’üncü sırada yer almaktadır. Sadece haber yaptıkları için cezaevine konulan gazeteci sayısının günden güne arttığı Türkiye, tutuklu gazeteci listesinde de Çin’den sonra ikinci sıradadır.

SUÇLULARA AF GETİRİLDİ GAZETECİLER GÖRMEZDEN GELİNDİ

Basına ilişkin kara listelerde sıra başı olan Türkiye’de ne yazık ki gazetecilere yönelik baskılar bilerek, isteyerek, kasten, örgütlü şekilde gerçekleştirilmektedir. Daha geçen ay bunun birçok örneğine şahitlik edilmiştir. Koronavirüs salgını gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden iktidar partisi AKP ile ortağı MHP’nin oylarıyla çıkartılan af niteliğindeki yasanın kapsamına gazetecilerin suçlandığı ceza maddeleri konulmamıştır. Tersine, gazetecilerin cezaevinde daha fazla kalmaları yönünde hükümler yasaya eklenmiştir. Gazetecileri içerde tutmak isteyen siyasi anlayış, mafya liderlerini, hırsızları, yaralama suçu işleyenleri, gaspçıları serbest bırakmakta bir dakika tereddüt etmemiştir.

TELEVİZYON VE RADYO YAYINLARI
GÖRÜLMEMİŞ DÜZEYDE BASKI ALTINA ALINDI

Gazeteciliğe yönelik baskı ve saldırıların bir başka boyutu ise sözde özerk özde bağımlı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) eliyle uygulanmaya devam edildi ve milyonların izlediği programlar üzerinden kanallara ceza yağdırıldı. RTÜK cezaları bu dönemde görülmemiş düzeye ulaştı, diktatörlüklerle yarışır hale geldi. Sadece iktidarın söylemine muhalif oldukları için FOX TV ve Halk TV’ye verilen ağır cezalar, KKTC merkezli Diyalog TV’nin kapatılması, Kafa Radyo’ya verilen program durdurma cezaları ve diğer cezalar “bu kadar da olmaz” dedirtti. Aynı şekilde Basın İlan Kurumu eliyle eleştirel, sorgulayıcı ve araştırmacı gazetecilik yapan gazeteler cezalandırıldı, ilanları kesildi.
Halk TV ve FOX TV, iktidarın sağladığı imkânlarla gazetecilik yapan pek çok tarafgir yazar tarafından "kaos çıkarmaya çalışmakla, ajanlık yapmakla" suçlandı, hedef gösterildi. İktidar yanlısı gazetelerin ve yazarların saldırılarıyla karşı karşıya kalan bu kanallara yönelik “yayın lisansları iptal edilsin” çağrısının geldiği aşama da dikkat çekici düzeydedir.

KORONAVİRÜS SALGINI DA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VURDU

Türkiye’de son dönemde basın özgürlüğünü tehdit eden önemli etkenlerden biri de ekonomik krizdir. Uzun zamandır yaşanan kriz, koronavirüs salgınıyla birlikte daha da ağırlaşmıştır. Krizden kaynaklı reklam gelirlerindeki düşüşe karşın kâğıt ve baskı maliyetlerindeki artış sürmüş, bazı gazeteler matbaa baskısına son vermek zorunda kalmıştır. Buna sokağa çıkma yasakları da eklenince, özellikle bağımsız gazetecilik yapan basın kuruluşlarının çok ciddi mali zorluklarla karşı karşıya kaldığı belirtilmelidir.

İŞ MÜFETTİŞLERİ GÖREVİNİ YAPMALI,
BASIN İŞVERENLERİNİ DENETLEMELİ

Koronavirüs salgını basın iş kolunda pek çok suiistimale de yol açmıştır. Basın işverenleri salgın bahanesiyle çalışanların haklarını hiçe sayan pek çok uygulamayı devreye sokmuştur. Bir kısmı kısa süreli çalışmaya başvurduğu gerekçesiyle maaş ödemelerini aksatmış, bir kısmı çalışanları zorunlu ücretli izne göndermiştir. Bazıları da çalışanları ücretli izinde gösterdikleri halde çalıştırmaya devam etmektedir. Pek çok kurumda, kronik hastalığı olduğu için sokağa çıkması yasak olan gazetecilerin evde geçirdikleri süre, ücretli izinden sayılmaktadır. Bu hukuksuzluklar, Çalışma Bakanlığı iş müfettişleri tarafından da görmezden gelinmektedir.

SADECE BUGÜN DEĞİL, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ HER GÜN İHTİYAÇTIR

                Basına yönelik siyasi ve ekonomik nedenlerden kaynaklı yaşanan tüm baskıların sonucu, demokratik sistemin vazgeçilmezi konumundaki düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün yok olmasıdır. Bugün düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü suç sayanlar, yarınlarda bu özgürlüklere en çok ihtiyaç duyanlar olabilir.
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü vesilesiyle haber, yazı ve düşünceleri nedeniyle cezaevlerinde bulunan gazeteciler, sanatçılar ve aydınların serbest bırakılması çağrımızı bir kez daha yineliyor; tüm meslektaşlarımızı basın ve ifade özgürlüğü için örgütlü mücadeleye davet ediyoruz. Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde, basına yönelik baskıları ve basın etiğini yok sayan yayınları derlediğimiz, yukarıdaki tüm tespitleri gün gün not ettiğimiz Nisan 2020 Medya Raporumuzu da dikkatlerinize sunarız.
Saygılarımızla.
(ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİ GENEL YÖNETİM KURULU)

100. YILINDAKİ TBMM İLK TOPLANTISINI  
ATATÜRK LİDERLİĞİNDE BUGÜN YAPTI

3 Mayıs’ta sadece basın ve siyasetin fırtınalı kayıtları tutulmamış mesela Fenerbahçe Spor Kulübü de 3 Mayıs 1907’de kurulmuş.
Kronolojik sıralamaya göre aktardığımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Mustafa Kemal Başkanlığında ilk toplantısını yaptığı tarihte 3 Mayıs.
TBMM’nin tarihi ilk toplantı yanında 3 Mayıs’ta Türkiye ve dünyada gerçekleşen olaylar ile bazı önemli gelişmelerin tarihsel sıralaması öyle;
1934 - Kayseri Uçak Fabrikası'nda yapılan ilk parti altı avcı uçağından biri, 50 dakikalık bir uçuşla, Kayseri'den Ankara'ya geldi.
1935 - Türk Hava Kurumu bünyesinde, "Türkkuşu" adıyla kurulan uçuş okulu faaliyete geçti.
1937 - Amerikalı yazar Margaret Mitchell'in yazdığı Rüzgâr Gibi Geçti romanı, Kurgu dalında Pulitzer Ödülü kazandı.
1944 - 3 Mayıs Olayları anıldı ve Türkçülük Bayramı ilan edildi
1947 - Japonya'da, II. Dünya Savaşı sonrasında yeni hazırlanan Japon Anayasası yürürlüğe girdi.
1950 - Ali Naci Karacan'ın kurduğu, Milliyet gazetesi yayın hayatına başladı.
1951 - Demokrat Parti, Meclis Grubunda din eğitiminin genişletilmesi istendi.
1956 - GİMA Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Şirketi kuruldu.
1960 - Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, Hükûmeti uyarmak için, Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes'e mektup gönderdi.
1968 - Paris Sorbonne Üniversitesi'nde çıkan isyan, 1 aydan fazla sürdü ve Fransa'nın geneline yayıldı. Sonuçta Meclis feshedildi, pek çok sivil ve polis hayatını kaybetti.
1969 - Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in Ankara Maltepe Camii'nde yapılan cenaze töreninde; kalabalık bir grup, cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı ve cami görevlileri, görevlerini yerine getirmekten kaçındı.
1972 - Ankara-İstanbul seferini yapan DC-9 tipi "Boğaziçi" adlı yolcu uçağı, 61 yolcu ve 5 mürettebatı ile birlikte, dört eylemci tarafından Sofya’ya kaçırıldı.
1972 - Ortadoğu Gazetesi yayın hayatına başladı.
1973 - Chicago'daki Sears Kulesi (Willis Kulesi)'nin inşaatı tamamlandı ve dünyanın en yüksek kulesi olarak tescillendi. (Bugün halâ ABD'nin en yüksek, dünyanın ise 5. en yüksek binasıdır)
1978 - Tarihte ilk kez bir bilgisayar ağı üzerinden yığın mesaj gönderildi. Sonradan spam adı verilecek olan bu ticari reklam mesajları, ABD'de o zaman kullanılan Arpanet ağı üzerindeki her adrese gönderilmişti.
1986 - Çernobil nükleer kazası sonrası oluşan radyoaktif bulutların, Türkiye'ye de ulaştığı ve bazı bölgelerde radyasyonun yedi kat arttığı açıklandı.
1989 - Türkiye Kupası çeyrek final 2. maçında, Fenerbahçe, 3-0'lık skorla, ilk yarı geriye düştüğü Galatasaray maçından, ikinci yarı, 4-3'lük galibiyetle ayrıldı.
1993 - Birleşmiş Milletler, 20 Aralık 1993'te, her yıl 3 Mayıs'ın, Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
1997 - Flash TVİstanbul stüdyosu silahlı bir grup tarafından basıldı.
2008 - Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi'nin yayınladığı bir rapora göre, 2007 yılında 65 gazeteci öldürüldü. Bu güne kadar 15 yılda katledilen yaklaşık 500 gazetecinin, sadece 75'inin katilleri bulundu. Rapora göre, dünyada gazeteciler için en tehlikeli bölgeler; IrakSierra Leone ve Somali.

03 MAYIS DOĞUMLULAR

1469 - Niccolò Machiavelli, İtalyan yazar ve politikacı (ö. 1527)
1678 - Amaro Pargo, İspanyol korsandır (ö. 1747)
1849 - Bernhard von Bülow, Almanya Şansölyesi (ö. 1929)
1898 - Golda Meir, İsrail'in ilk kadın Başbakanı (ö. 1978)
1903 - Bing Crosby, Amerikalı şarkıcı ve oyuncu (ö. 1977)

1903 - Georges Politzer, Fransız marksist yazar ve felsefeci (ö. 1942)
1906 - Mary Astor, Amerikalı oyuncu (ö. 1987)
1919 - Pete Seeger, Amerikalı insan hakları savunucusu ve şarkıcı (ö. 2014
1921 - Sugar Ray Robinson, Amerikalı boksör (ö. 1989)
1930 - Luce Irigaray, Fransız feminist teorisyen, psikanalizci ve edebiyat kuramcısı
1931 - Aldo Rossi, İtalyan mimar ve tasarımcı (ö. 1997)
1931 - Sait Maden, Türk şair, çevirmen, yayıncı, ressam, fotoğrafçı ve grafik tasarımcısı (ö. 2013)
1933 - James BrownAmerikalı şarkıcı (ö. 2006)
1933 - Steven Weinberg, Amerikalı fizikçi
1950 - Mary Hopkin, Galli folk şarkıcısı
1954 - Serruh Kaleli, Türk hukukçu ve Anayasa Mahkemesi Üyesi
1959 - Roger Agnelli, Brezilyalı bankacı, şirket yöneticisi ve iş insanı (ö. 2016)
1961 - Leyla Zana, Kürt kökenli Türk siyasetçi
1971 - Mehmet Aycı, Türk şair ve deneme yazarı
1971 - Wang Yan, Çinli yürüyüşçü
1980 - Alper Tezcan, Türk futbolcu
1982 - Ayçin İnci, Türk dizi ve sinema oyuncusu
1985 - Ezequiel Lavezzi, Arjantinli futbolcu
1987 - Damla Sönmez, Türk oyuncu
1993 - Nilay Deniz, Türk oyuncu, model ve manken
1994 - Famoussa Koné, Malili futbolcu

BU TARİHTE KAYBETTİKLERİMİZ


1856 - Adolphe Adam, Fransız besteci (d. 1803)
1925 - Clément Ader, Fransız havacı (d. 1841)
1959 - Zeki Kocamemi, Türk ressam (d. 1900)
1961 - Maurice Merleau-Ponty, Fransız filozof (d. 1908)
1963 - Abdülhak Şinasi Hisar, Türk şair ve yazar (d. 1887)
1969 - Zakir Hüseyin, Hindistan'ın 3. Cumhurbaşkanı (d. 1897)
1970 - Cemil Gürgen Erlertürk, Türk futbolcu ve pilot (d. 1918)
1975 - Ecvet Güresin, Türk gazeteci ve siyasetçi (d. 1919)
1987 - Dalida, Mısır doğumlu İtalyan şarkıcı (Fransa'da yaşadı ve öldü) (d. 1933)
1991 - Jerzy Kosiński, Polonya asıllı Amerikalı yazar (d. 1933)
1997 - Narciso Yepes, İspanyol klasik gitar sanatçısı (d. 1927)
2002 - Mehmet Keskinoğlu, Türk şair, tiyatro, sinema ve seslendirme sanatçısı (d. 1945)
2006 - Karel Appel, Hollandalı ressam ve heykelci (d. 1921)
2012 - Jale DervişKıbrıs Türkü müzisyen ve piyanist (d. 1914)

26 Nisan 2020 Pazar

ESKİCUMA, ŞUMNU VE RAZGRAD EN MİKROPSUZ BÖLGE

Bütün dünyayı olduğu gibi ülkemizi de sarsan ve bir dizi önlemler yanında zaman zaman sokağa çıkma yasağı da ilan edilmesine neden olan korona virüsü (Kovid 19) dünyada şimdiye kadar 203 bin 534 can alırken Bulgaristan bu süreci daha sağlıklı atlatıyor. Bu çerçevede ülkede korona virüs tedbirlerini gevşetme kararı alındı. Bulgaristan'da korona virüsün yayılmasına karşı alınan önlemler kapsamında bir ay önce ilan edilen olağanüstü hal devam ederken, bazı bölgelerde bu uygulama esnetilecek. Bu kapsamda kapatılmayan marketler ve eczanelerin yanı sıra mağazalar da açıldı. Vatandaşlar artık Alışveriş merkezleri dışında diğer tüm mağazalardan ihtiyaçlarını karşılayabilirken bazı parklar ile sosyal kullanım alanlarının da sosyal mesafe kurallarına uyarak kullanılabileceği açıklandı. Şu ana kadar salgın nedeniyle hastalananların bin 300, ölenlerin 56, iyileşenlerin de 205 kişi olduğu ülkede korona mikrobunun etkilemediği ve en temiz bölgelerin başında Türk asıllıların yoğunlukta bulunduğu Deliorman’ın Eskicuma (Targovişte), Razgrad ve Şumnu (Şumen) kentleri geliyor. Bölgenin bu durumu dikkat çekerken konu hakkında değerlendirmede bulunan Eskicuma (Targovişte) Belediye Meclis Başkanı Emine Yakubova sosyal mesafenin korunması yönündeki çağrıları tekrarlarken sokağa çıkarken koruyucu maske takılmasının zorunlu olduğunu hatırlattı. ‘’Şimdi kendimizi test etme zamanı’’ diyen Meclis Başkanı Yakubova her sabah saat 08’de yapılan Bulgaristan Bilim Kurulu’nun basın toplantısını heyecanla beklediğini belirterek ‘’Yapılan açıklamayı dinliyorum ve kentimiz ile bölgemizde herhangi bir vaka sayısı belirtilmeyince mutlu oluyorum. Bu durumu sürdürmeliyiz. Kendimizi test etmeli hastalığı buraya taşımamak için evlerde kalmalıyız. Park ve bahçeleri sınırlı kullanıma açacağız ancak tüm insanlarımızı duyarlı davranmaya çağırıyorum’’ dedi.

YUNANİSTAN’IN SAMOS MÜLTECİ KAMPINDA YANGIN!

Yunanistan’ın Kuşadası’na yakın adası Samos’un Vathy kentindeki mülteci kampında bugün akşam saatlerinde yangın çıktı. Plastik malzemelerle yapılan derme çatma kulübelerin olduğu alanda çıkan yangın kısa sürede büyüdü. Samos itfaiyesinin anında müdahale ettiği yangında, mültecilerin kaldığı yaklaşık 10 kulübe tamamen yandı. Yangının yemek pişirilen ocaktan sıçrayan alevlerin plastik malzemeyle kaplı kulübeye sıçramasıyla başladığı belirtildi. Samos Belediye Başkanı George Stantzos ile Samos Vali Yardımcısı Vassilis Panourakis’in de söndürme çalışmalarını yakından takip ettiği yangında ölü veya yaralı olup olmadığıyla ilgili bilgi paylaşılmadı. Mülteci kampında 8 bini konteynerlerde, geri kalanı ise kulübelerde olmak üzere çoğunluğu Suriyeli yaklaşık 10 bin kişinin bulunduğu belirtilirken, kampta, daha öncede defalarca yangın çıktığı açıklandı. Kampın yıllar önce bin kişiye hizmet verecek şekilde kurulduğunu söyleyen Samos halkı, yangın sonrası sosyal medyada Yunan hükümetini hedef aldı. Hükümetin mültecileri anakaraya çıkarmama politikası yüzünden tüm adalarda on binlerce mülteci biriktiğini, her an bir facianın yaşanabileceğini belirten Samos halkı adadaki mültecilerin en kısa sürede anakaraya gönderilmesi çağrısında bulundu.

15 Nisan 2020 Çarşamba

BÜTÜN BATI TRAKYALILAR KIYAMETE KADAR HÜR YAŞAYACAK

Tarihimiz nice kahramanlara ve kahramanlıklara tanıktır ki biz bunların çok azını hatırlarız. Tarihte bu gün vefat eden Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu önderlerinden ve Genelkurmay Başkanı Süleyman Askeri de bunlardan sadece bir tanesidir. Teşkilat-ı Mahsusa'nın efsane lideri ve  Basra Valisi Süleyman Askeri 1884 yılında Kosova’nın Prizren kentinde dünyaya gelmiştir. Süleyman Askeri, Harbiye'de Prusya ekolüyle yetişmiş, aynı zamanda operasyona dayalı 'fedai' sistemindeki, modern adıyla da o dönemin ilk 'özel kuvvetler'i olan 'osmancık' tugayını kurmuştu. Askeri sahadaki bilgi, kabiliyet ve cesareti dikkat çekiciydi. Ancak başka öyle üstün kudreti vardı ki, etrafındakileri daima etkilerdi. Kendisinden büyük rütbedeki amirlerini etkileyen manevi bir gücünün olduğu söylenirdi. Süleyman Askeri otoriter bir kişilikti. Ancak bu durum karşısındakilerin nefretini değil sevgisini kazandıran bir inceliğe sahipti. Süleyman Askeri genç bir Erkanıhârb Yarbayı iken Başkumandan Enver Paşa'nın onun paltosunu tuttuğu görülmüş. I. Dünya Savaşı sırasında 14 Nisan 1915 yılında Basra’da İngiliz ordusu ile yürüttüğü savaşta, her iki ayağından vurulmasına rağmen, sedye üzerinde cephede ordusunun başında kalıp üstün başarılar sağlamasına ve düşmanı geriletmesine rağmen Arap kabilelerinin cepheyi terketmesi üzerine bu durumu gururuna yediremeyerek intihar etmiştir. Onun kendisine ihanet eden Araplara yönelik söylediği ‘’Böyle müşkül ve hayati bir zamanda bile harbe seyirci kalmaktan utanmıyormusunuz? Köpekler bile mahallelerine yabancıları yaklaştırmazlar. Onlar kadar bile olamadınız’’ sözü tarihimizdeki en önemli notlardan biridir. Sırasıyla Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’na katılan Süleyman Askeri yenilme, yeniklik, eziklik duygusu bilmeyen bir insan. Genç yasta, Balkanlar’da Osmanlı’nın yenilenmesi için insanüstü çabalar sergilemiş, büyük başarılara imza atmıştır. O’na atfedilen birçok kimlik vardır ancak en önemlisi Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasına ön ayak olması ile tarihe düşülen kayıttır. 
Avrupa’da kurulan yeni Türk Cumhuriyeti’nin askeri güçleri bölgede başta Bulgarlar olmak üzere tüm çeteleri temizleyip düzeni sağlamıştır. Bu başarıdan sonra O’nun yayınladığı görev tebligatındaki ‘’Bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak’’ sözleri dikkat çekicidir. Osmanlı hükümetinin Bulgarların Avrupa devletlerine baskıları sonucu elde ettiği diplomatik atak ile geri adım atması ve Batı Trakya Türk Cumhuriyeti yöneticilerine cephe alması Türk tarihinin en acıklı durumlarındandır. 

Avrupa’nın bile tanıyıp 2. Balkan Savaşı’nın sonunda Berlin Barış Konferansı’na davet ettiği Batı Trakya Türk Cumhuriyeti için Babıali’nin kararlarını protesto edip karşı tavır almıştır. 3 eylül 1913'te, Dedeağaç'ta bu kısa ömürlü Türk Devleti'nin milli marşını da kaleme almıştır:

‘’Ey Batı Trakya`lı asil Türk çocuğu ne mutlu sana;
sen hayat verdin kanınla milli kurtuluş savaşına;
yüce kahramanlığın nakşedildi cihanın her yanına;
selam duruyor milletler senin şu milli bayrağına.

Bastığın şu yerler senin şanlı şehitlerinle dolu;
düşmanlar taciz edemez yüce kahramanların ruhunu;
şanlı şehitlerin sarılmış kurtuluş bayrağına;
bu ne ulvi şereftir gömülmek ecdad toprağına;
yurtta hürriyetin, istiklalin rüzgarı esiyor;
kahraman mücahitler şu pis esareti deviriyor;
bu şanlı milli istiklal savaşından asla dönülmez!

karşımıza çelik ordular da çıksa, bizi ürkütemez!
biz; milli istiklal için Meriç'i, Karasu'yu aştık;
bütün müstevlileri ezerek, yenerek hedefe ulaştık;
Balkanlar’da şanlı bir cumhuriyet çığırını açtık;
ilk defa hürriyet fikrinin meşalesini biz yaktık;

bu bayrak dalgalanacak, cumhuriyet yaşayacak!
karşımızdaki düşmanlar bizden ürküp kaçacak!
binlerce yıl hür yaşayan bir milletin torunlarıyız;
şu steplerin kurd`u, arslan'ı göklerin kartalıyız;
mücahitlerin hamlesi her zaman fırtınaları andırır;
savaşta heybetimizin dehşetinden düşmanlar bayılır;

Batı Trakya Cumhuriyeti yaşayacak, yaşayacak!
terakkimizin karşısında milletler şaşıracak!

ey şirin Batı Trakya! İşte nihayet esaretten kurtuldun;
ey düşmanlar! Sanmayın ki savaşlardan bu millet yorgun;
cumhuriyetin yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak;
şu bütün Batı Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak;’’


Bu gün ders almamız gereken bir durum olarak ortaya çıkan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin acı verici tarihi öyküsünü en iyi anlatan ifade ile şiirlerden biri de şudur:

‘’Balkan ve Batı Trakya Türkleri tarihin herhangi bir yüzyılında kayıt etmediği sevinçle ve coşkuyla kurdukları “milli cumhuriyet”leri kısa bir zaman sonra; hem de herhangi mucip bir gerekçe olmadığı halde; mülga hale gelmesi yalnız Batı Trakya Türkleri değil; daha hala Balkan Türklerinin tamamı kadın-erkek, yaşlı-genç tedavisi imkansız bir ızdırap içerisinde kıvranmaktadır. Çünkü bu “milli cumhuriyet” düşmanlar tarafından değil de; aynı milletin ve aynı toplumun mensuplarınca mülga hale getirilmiş ve herhangi mucip bir gerekçe katiyen olmaksızın yıktırılması affı mümkün olmayan “ebedi mücrim”liktir ve suçtur. Bu ızdırabın şiirsel özelliğini merhum Osman Yüksel’in daha fazla Rumeli ve Balkanlılara ithaf etmiş “şiir”li mısralarla ifade etmeyi zaruri görmekteyim.

Bin yıl oldu toprağına basalı,

Hayli oldu kılıçları asalı,

Bülbüllerin onun için tasalı…

Sazlar kırık ayar tutmaz telleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?!.
.
Yol görünür, Sultan emir verirdi;

Dalga dalga orduların yürürdü!..

Hamlemizden dağlar taşlar erirdi”..

Andırırdık coşkun akan selleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?!

Ferman çıkar, dal kılıçlar takınır,

Gölgemizden bütün cihan sakınır!..

Meydanlarda rabbe dua okunur.

Dolu dizgin aştık nice çölleri,

Biz neyledik o koskoca elleri.

Batı Trakya Bizsizdir; 

Yosun tutmuş camilerin ıssızdır,

Boynu bükük minareler öksüzdür.

Açmaz olmuş Gümülcine gülleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?!..

Rodopların ak başları yaslıdır,

Serdengeçti gönül artık usludur.

Rüzgarları bile matem seslidir”..

Zafer, zafer der eserdi yelleri,

Biz neyledik o koskoca elleri?!..’’