Tarih
3 Mayıs’ı çeşitli yönleri ile kayda alırken biz gazetecileri de es geçmemiş.
Bu
gün Dünya Basın Özgürlüğü Günü.
Birleşmiş
Milletler 20 Aralık 1993'te, aldığı bir kararla her yıl 3 Mayıs'ın, Dünya Basın Özgürlüğü
Günü olarak kutlanmasını kararlaştırmış.
İyi
ama sadece bizler için mi 3 Mayıslar.
Hayır.
Spordan,
ekonomiye, doğanlardan ölenlere, tarihin derinliklerindeki birçok olaydan,
politikaya insanlığı ve bizi etkileyen yönüyle kronolojiyi özetlersek 3 Mayıs
için ilginç bir veri altyapısı oluşuyor.
Mesela
İstanbul’u işgal eden İngilizler’in basıp esarete karşı gelen mebuslarımızı
tutukladığı, sürgüne gönderdiği Meclis’i Mebusan’ın yerine ölümsüz ve efsane
liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde oluşturulan ve ulusal kurtuluş
savaşını kazanıp yerine cumhuriyetimizi kuran, 100. yılını gururla kutladığımız
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantısını yaptığı gün.
Daha
neler neler yok ki bu gün yaşanan.
Mesela
3 Mayıs Dünya Astım Günü ve Dünya Elektrik-Elektronik Mühendisleri Günü olarak da
kutlanırken bugün aynı zamanda ‘Türkçülük’günü de.
Neden
mi?
Tarihler
1944 yılını işaretlediğinde dünya eşi benzeri görülmemiş bir savaştadır.
Ancak
bu savaşın psikolojik, belki de ideolojik boyutu dünya güç mücadeleleri
arasında, varlık-yokluk derdindeki Türkiye’yi gerer.
Genç
cumhuriyetimiz henüz 21 yaşındadır.
Bu
süreç ülke içindeki siyasi dengeleri sarsar.
Yol
arayışındaki ülkemiz tam bir kamplaşmaya sürüklenir.
Bu
savaş ve diğerleri nedeniyle 20. yüzyıl dünya tarihi açısından olduğu kadar
Türkiye için de oldukça önemli bir yüzyıl olmuştur.
Bu
yüzyılın olayları arasında ilk sırada dünya savaşları yer almaktadır.
II.
Dünya Savaşı, sonuçları ve etkisi bakımından, birincisine kıyasla hem siyasi
hem sosyolojik hem tarihi, kısacası her açıdan siyaset ve insanlık tarihimizde
çok daha büyük izler bırakmıştır.
IRKÇILIK –TURANCILIK DAVASI VE
TABUTLUK SORGULARI
Yaşanan
gerilim ve ardından savaşın getirdiği yıkım, tarafların savundukları
ideolojiler bakımından bize ders almamız gereken bir süreci hatırlatmaktadır.
Temelde,
bir yanda Komünizm’in, diğer yanda Faşizm’in –ve tabi İngiltere ile Amerika
gibi demokratik ülkelerin- yer aldığı bu savaş düzeninde Türkiye tabiri caizse
tam arada kalmıştır.
Türkiye
her ne kadar savaşa fiilen katılmasa da savaşın etkilerini yakından
hissetmiştir.
Bu
etkilerden biri de kaçınılmaz bir şekilde siyaset arenasında olmuştur.
Savaş
esnasındaki karışık siyasi atmosfer içerisinde Sovyetleri destekleyenler olduğu
gibi Nazi Almanya’sının savunucuları da olmuştur.
Bu
iki tarafın savunucuları arasındaki mücadele savaşın gidişatına göre dalgalı
bir seyir izlemiştir.
Türkiye’de
yaşanan ve bu olağanüstü dönemin en önemli olayı ise hiç şüphesiz
Irkçılık-Turancılık Davası’dır.
Etkileri
ve uzantıları politik olarak günümüzde de süren bu zaman diliminde yaşanan
olayların fitili 3 Mayıs 1944’te ateşlenir.
Sonrasında
Türk siyasi yaşamını da sarsacak bu günde Ankara iyice gerilir.
Türk
siyasi ve edebiyat tarihinin iki simge isminin birbirlerine karşı oluşan adli
süreçleri bu günü sonradan ‘Türkçülük Günü’ne dönüştürmüştür.
3
Mayıs 1944, Hüseyin Nihal Atsız (1905-1975) ile Sabahattin Ali'nin (1907-1948)
muhakeme edildiği gündür.
Sabahattin
Ali, Atsız'a hakaret davası açmıştır.
Nihal
Atsız’ın yargılandığı davanın yapılan ikinci oturumuna üniversite öğrencilerinin
alınmaması ise olayları tetikler.
Bunun
üzerine Başkent’te başlayan gösterilerde yüzlerce kişi tutuklanır.
Atsız
ise devam eden yargılamasında Sabahattin Ali'ye "vatan haini" dediği
için 6 ay hapse mahkûm edilir.
Ancak
Atsız'ın cezası hâkim tarafından "millî tahrik" gerekçesi ile 4 aya indirilmiş
ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir.
Atsız,
cezasının ertelenmesine rağmen mahkemenin kapısından çıkarken tevkif
edilmiştir.
‘TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ’NE DÖNÜŞEN SİYASİ
YARGILAMALAR
Devletin
de dahil olduğu ve siyasi davaya dönüşen olay nedeniyle Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda yaptığı konuşmada Atsız ve
arkadaşlarını ağır şekilde eleştiren nutkunu söyler.
Bu
nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim
Mahkemesi'nde yargılanmaya başlanır.
7
Eylül 1944 günü başlayan yargılamalar haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam
eder ve 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanır.
Atsız
6 yıl 5 ay hapse mahkûm olmuştur.
Atsız’ın
bu yargılaması sürerken dönemin hükümeti yayınladığı bir kararname ile
‘Irkçılık-Turancılık’
davası başlatır.
İstanbul
1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yapılan duruşmalar 31 Mayıs 1947’de sona
erinceye kadar aralarında Nihal Atsız’ın da olduğu Alparslan Türkeş, Fethi
Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay gibi sonradan Türk siyasi tarihini
etkileyecek olan birçok ünlü isim de hakim karşısına çıkar.
Subay,
üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de
bulunduğu bu 165 kişi verdikleri ifadelerde ‘tabutluk’ diye adlandırılan
hücrelerde işkence gördüklerini belirtirler.
Yapılan
sorgulamalar ve yargılamalar her ne kadar ‘yıkıcı bir ideolojiyi yaymak ve bu
ideolojinin siyasi amaçlarını gerçekleştirmek üzere yasa dışı örgüt kurmak’
iddiasına dayandırılsa da ‘Irkçılık-Turancılık’ davası tarihe siyasi hesaplaşma
olarak not düşülür.
1944-45 yılında
gündemi belirleyen bu yargılamalar, yapılan sorgulamalar verilen savunmalar
sonraki yıllarda Türk Edebiyatı Vakfı
tarafından derlenip ‘Tabutluklar, Sansaryan Han’ başlıklarıyla
yayınlanır.
3 MAYIS
Yıl, 1930.
Sabahattin Ali ile Nihal Atsız İstanbul Türk Ocağı içindeki ''Kızıl Elma'' odasında tanıştı ve iki yakın dost oldu. İkiliye Pertev Naili Boratav ve Orhan Şaik Gökyay da katıldı. Hepsi 20'li yaşlardaydı...
Bir yıl sonra, Nihal Atsız'ın liderliğinde aylık yayınlanan ''köylüyü kurtarmayı'' esas alan ''Atsız Mecmua'' doğdu. Dergide en çok Sabahattin Ali ve Nihal Atsız şiirleri yayınlandı.
Boratav ''Kerem ile Aslı'' gibi halk edebiyatı üzerine yazdı.
Ve Türkçülük, Temmuz 1932'deki Birinci Türk Tarih Kongresi'nde ilk ayrılığını yaşadı.
''Hititlerin Türklerin atası ve Anadolu'nun Türklerin eski yurdu olduğu'' yönündeki görüşe Zeki Velidi Togan karşı çıktı. Tartışmalar sonucu Dr. Reşit Galip, '' İyi ki Darülfünunda Zeki Velidi beyin talebesi değilim'' dedi. Bu söz üzerine Togan'ın asistanları Atsız ve Boratav ile öğrencileri ''Biz talebesi olmakla iftihar ediyoruz'' diye Reşit Galip'e telgraf çekti.
Ayrışma sonucu Zeki Velidi Viyana'ya gitti; Atsız Malatya'ya, Boratav Konya'ya öğretmen olarak gönderildi. Reşit Galip ise Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi.
İlk perde böyle kapandı.
İkinci perde
Sabahattin Ali'ye Nazım Hikmet'in ''öğrencisi'' demek hata sayılmaz. Sürekli mektuplaştılar...
Gerek Nazım Hikmet ve gerekse burs verilerek gönderildiği Almanya, Sabahattin Ali'nin politik görüşlerinde değişime sebep oldu.
Aydın'da öğretmenlik yaparken Nazım Hikmet ile mektuplaşması ve Sertellerin Resimli Ay dergisinde yazması ''komünizm propogandası'' sayıldı hapse atıldı.
Konya'da öğretmenlik yaparken bu kez ''Memleketten Haber'' şiiri sebebiyle Sinop Cezaevi'ne gönderildi. Bu davanın ihbarcısı Türkçü tarihçi Cemal Kutay; Sabahattin Ali'nin şahidi ise Konya'da öğretmenlik yapan Boratav'dı.
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Türkiye'de Türkçülük bölündü; Bir bölümü Hitler-Nazi hayranlığıyla ırkçılığa savruldu. Bu çevrelerde eskiden bulunmayacak derecede anti-komünizm eğilimi başladı. Örneğin... Orhan Şaik Almany'da bulunan yakın arkadaşı Boratav'ı (Nazi yanlısı Türk öğrenciler ile tartıştığı için) ''komünist'' diye ihbar edip, bursunun kesilmesinde rol oynadı!
1940'lar başında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde /DTCF) ideolojik sert tartışmalar yaşandı. Öğrenciler de bölündü: Bir yanda Osman Yüksel Serdengeçti, Zeynep (Dengi) Korkmaz, Bahaettin Önel gibi sağcı; diğer yanda Enver Gökçe, Şevki Akşit, Mübeccel (Belik) Kıray gibi solcular vardı...
Solcular 1943 yılında, '' En büyük tehlike Milli Türk Davasına Aykırı Bir Cereyanın İçyüzü'' adlı bir broşür çıkardı.
Buna yanıt olarak...Nihal Atsız''En Sinsi Tehlike'' ve Reha Oğuz Türkkan ''Solcular ve Kızıllar'' gibi yazılar yayınladı.
Siyasal fırtınanın patlamasına çok az kalmıştı.
İkinci perde kapandı...
Son perde
İkinci Dünya Savaşı bitmek üzereydi...
Naziler geri çekiliyordu...
Yıl, 1944.
Hasan Ali Yücel'in başında olduğu Milli Eğitim Bakanlığı ırkçılık karşıtı yazıları derleyerek, ''Irkçılık-Turancılık'' kitabını çıkardı.
Nihal Atsız çıkardığı Orkun dergisinde, başbakan Şükrü Saraçoğlu'na ''Sayın Türkçü başvekil'' diye 1 Martta açık mektup yazdı. Türkçülüğe yönelik yayınları şikayet etti. 1 Nisan'da bir yazı daha kaleme aldı. Sabahattin Ali ve Boratav'ın da aralarında bulunduğu grubu ''Vatan haini komünistler'' diye hedef yaptı. Bakan Hasan Ali Yücel'i de ''bu darbe yanlılarını korumakla'' itham etti.
Sabahattin Ali 7 Nisan'da Nihal Atsız'a dava açtı. Duruşma, 26 Nisan'da Ankara'da 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başladı. Gerekli belgelerin getirilmesi için duruşma 3 Mayıs gününe ertelendi.
İki gün sonra... Osman Yüksel Serdengeçti, DTCF'de Sabahattin Ali'yi dövdü; tutuklandı...
3 Mayıs'taki ikinci duruşma olaylı geçti. Adliye önünde ve daha sonra Ulus Meydanı'nda gösteriler yapıldı. Polis olayları şiddetle bastırdı; 165 kişi gözaltına alındı.
9 Mayıs'taki duruşmada Nihal Atsız dört ay hapis ve 66 liraya mahkum edildi.
Gelelim sonuca:
Bu süreç Sabahattin Ali'nin öldürülmesine, Boratav'ın yurt dışına gitmek zorunda kalmasına kadar uzandı...
Peki...
Binlerce yıllık Türklük, 140 yıllık Türkçülük fikriyatı bu kadar küçültülür mü; 3 Mayıs nasıl Türkçülük Günü olarak kutlanır?
Bakü'de 1906 yılında ''Sol'a,Sol'a, Sol Tarafa'' diyerek Türkçülük fikrinin temelini atan öncülerden Ali Bey Hüseyinzade'yi hiç mi anlamadınız?
Günümüzde de 3 Mayıs ‘Türkçülük Günü’ gündem olmaya devam ederken gelelim işin basın bölümüne.
Soner Yalçın Sözcü Gazetesi'nde kaleme aldığı ve o
yılları irdelediği yazısında yaşanan süreci aktarırken önceleri Nihal Atsız ile
Sabahattin Ali'nin dost olduklarını aktararak süreci şöyle özetliyor;
3 MAYIS
Yıl, 1930.
Sabahattin Ali ile Nihal Atsız İstanbul Türk Ocağı içindeki ''Kızıl Elma'' odasında tanıştı ve iki yakın dost oldu. İkiliye Pertev Naili Boratav ve Orhan Şaik Gökyay da katıldı. Hepsi 20'li yaşlardaydı...
Bir yıl sonra, Nihal Atsız'ın liderliğinde aylık yayınlanan ''köylüyü kurtarmayı'' esas alan ''Atsız Mecmua'' doğdu. Dergide en çok Sabahattin Ali ve Nihal Atsız şiirleri yayınlandı.
Boratav ''Kerem ile Aslı'' gibi halk edebiyatı üzerine yazdı.
Ve Türkçülük, Temmuz 1932'deki Birinci Türk Tarih Kongresi'nde ilk ayrılığını yaşadı.
''Hititlerin Türklerin atası ve Anadolu'nun Türklerin eski yurdu olduğu'' yönündeki görüşe Zeki Velidi Togan karşı çıktı. Tartışmalar sonucu Dr. Reşit Galip, '' İyi ki Darülfünunda Zeki Velidi beyin talebesi değilim'' dedi. Bu söz üzerine Togan'ın asistanları Atsız ve Boratav ile öğrencileri ''Biz talebesi olmakla iftihar ediyoruz'' diye Reşit Galip'e telgraf çekti.
Ayrışma sonucu Zeki Velidi Viyana'ya gitti; Atsız Malatya'ya, Boratav Konya'ya öğretmen olarak gönderildi. Reşit Galip ise Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi.
İlk perde böyle kapandı.
İkinci perde
Sabahattin Ali'ye Nazım Hikmet'in ''öğrencisi'' demek hata sayılmaz. Sürekli mektuplaştılar...
Gerek Nazım Hikmet ve gerekse burs verilerek gönderildiği Almanya, Sabahattin Ali'nin politik görüşlerinde değişime sebep oldu.
Aydın'da öğretmenlik yaparken Nazım Hikmet ile mektuplaşması ve Sertellerin Resimli Ay dergisinde yazması ''komünizm propogandası'' sayıldı hapse atıldı.
Konya'da öğretmenlik yaparken bu kez ''Memleketten Haber'' şiiri sebebiyle Sinop Cezaevi'ne gönderildi. Bu davanın ihbarcısı Türkçü tarihçi Cemal Kutay; Sabahattin Ali'nin şahidi ise Konya'da öğretmenlik yapan Boratav'dı.
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Türkiye'de Türkçülük bölündü; Bir bölümü Hitler-Nazi hayranlığıyla ırkçılığa savruldu. Bu çevrelerde eskiden bulunmayacak derecede anti-komünizm eğilimi başladı. Örneğin... Orhan Şaik Almany'da bulunan yakın arkadaşı Boratav'ı (Nazi yanlısı Türk öğrenciler ile tartıştığı için) ''komünist'' diye ihbar edip, bursunun kesilmesinde rol oynadı!
1940'lar başında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde /DTCF) ideolojik sert tartışmalar yaşandı. Öğrenciler de bölündü: Bir yanda Osman Yüksel Serdengeçti, Zeynep (Dengi) Korkmaz, Bahaettin Önel gibi sağcı; diğer yanda Enver Gökçe, Şevki Akşit, Mübeccel (Belik) Kıray gibi solcular vardı...
Solcular 1943 yılında, '' En büyük tehlike Milli Türk Davasına Aykırı Bir Cereyanın İçyüzü'' adlı bir broşür çıkardı.
Buna yanıt olarak...Nihal Atsız''En Sinsi Tehlike'' ve Reha Oğuz Türkkan ''Solcular ve Kızıllar'' gibi yazılar yayınladı.
Siyasal fırtınanın patlamasına çok az kalmıştı.
İkinci perde kapandı...
Son perde
İkinci Dünya Savaşı bitmek üzereydi...
Naziler geri çekiliyordu...
Yıl, 1944.
Hasan Ali Yücel'in başında olduğu Milli Eğitim Bakanlığı ırkçılık karşıtı yazıları derleyerek, ''Irkçılık-Turancılık'' kitabını çıkardı.
Nihal Atsız çıkardığı Orkun dergisinde, başbakan Şükrü Saraçoğlu'na ''Sayın Türkçü başvekil'' diye 1 Martta açık mektup yazdı. Türkçülüğe yönelik yayınları şikayet etti. 1 Nisan'da bir yazı daha kaleme aldı. Sabahattin Ali ve Boratav'ın da aralarında bulunduğu grubu ''Vatan haini komünistler'' diye hedef yaptı. Bakan Hasan Ali Yücel'i de ''bu darbe yanlılarını korumakla'' itham etti.
Sabahattin Ali 7 Nisan'da Nihal Atsız'a dava açtı. Duruşma, 26 Nisan'da Ankara'da 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde başladı. Gerekli belgelerin getirilmesi için duruşma 3 Mayıs gününe ertelendi.
İki gün sonra... Osman Yüksel Serdengeçti, DTCF'de Sabahattin Ali'yi dövdü; tutuklandı...
3 Mayıs'taki ikinci duruşma olaylı geçti. Adliye önünde ve daha sonra Ulus Meydanı'nda gösteriler yapıldı. Polis olayları şiddetle bastırdı; 165 kişi gözaltına alındı.
9 Mayıs'taki duruşmada Nihal Atsız dört ay hapis ve 66 liraya mahkum edildi.
Gelelim sonuca:
Bu süreç Sabahattin Ali'nin öldürülmesine, Boratav'ın yurt dışına gitmek zorunda kalmasına kadar uzandı...
Peki...
Binlerce yıllık Türklük, 140 yıllık Türkçülük fikriyatı bu kadar küçültülür mü; 3 Mayıs nasıl Türkçülük Günü olarak kutlanır?
Bakü'de 1906 yılında ''Sol'a,Sol'a, Sol Tarafa'' diyerek Türkçülük fikrinin temelini atan öncülerden Ali Bey Hüseyinzade'yi hiç mi anlamadınız?
Günümüzde de 3 Mayıs ‘Türkçülük Günü’ gündem olmaya devam ederken gelelim işin basın bölümüne.
DEZENFORMASYON ÇAĞINDA DEMOKRASİ,
GAZETECİLİK
3
Mayıs, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1993 yılında aldığı bir karar ile
tüm dünyada Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanmasına karar verilen bir
tarih.
Bu
günün kutlanmasındaki amaç; basının demokrasiyi korumaktaki rolünü vurgulamak,
etik gazeteciliği ön plana çıkarmak ve dünyada basının aşırı sansür edildiği
ülkelere bir mesaj göndermek.
Bunun
yanında gün boyu gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler ile görevini yaparken
öldürülen, tutuklanan, yargılanan hatta işten atılan gazetecileri hatırlamak, anmak
ve yetkililere sorumluluklarını hatırlatmak.
Bir
nevi yerküreyi tarayıp gazeteciler olarak dikkat çekmeyi hedeflediğimiz bu gün
yani Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde yapılan toplantılar, açıklanan raporlar
bizim mesleğin yol haritasıdır.
Bu
yılın karnesini kısaca özetlemeden önce 2019 yılının ana organizasyonuna
değineyim.
UNESCO, Afrika Birliği Komisyonu ve Etiyopya
işbirliği ile 1 - 3 Mayıs günleri arasında Addis Ababa kentinde
gerçekleştirilen ve üç gün süren konferanslarda dünyada basın özgürlüğünün
genel durumu ele alınır.
Konferans
sonunda yapılan açıklamada çeşitli ülkelerdeki durum özetlenirken seçilen
başlık 2019’da gerçekleştirilen seçimler ve yapılan manipülasyonlara dikkat
çekiliyor.
‘Dezenformasyon
çağında demokrasi, gazetecilik ve seçimler için medya’ konu başlıklı rapora
göre ülkemiz basın özgürlüğü karnesi zayıf.
Dünya
genelinde basın özgürlüğü önündeki engellerin ve sorunların irdelendiği raporda
Türkiye'nin her yıl kötüleşen karnesi dikkat çekmişti.
TÜRKİYE'Yİ AÇIK ARA EN KALABALIK
BASIN HAPİSHANESİ
Son
birkaç yıldır bazı endekslerde 'özgür olmayan' kategoride yer alan Türkiye,
kısa süre öncesine kadar 'kısmen özgür' ülkeler arasındaydı.
Sınır
Tanımayan Gazeteciler Örgütü'ne (RSF) göre geçen yıl 180 ülke arasında 157.
sırada bulunan Türkiye dünyada en fazla gazetecinin hapiste olduğu ülke olarak
kayda geçiyor.
Her
ne kadar hapiste olan gazetecilerin sayısı farklı kuruluşlarca farklı
kriterlere göre değerlendirilse de tüm sonuçlar Türkiye'yi açık ara en
kalabalık basın hapishanesi yapıyor.
2019
verilerinde Uluslararası Basın Enstitüsü'ne (IPI) göre 162, Türkiye Gazeteciler
Sendikası'na (TGS) göre 142, Çağdaş Gazeteciler Derneği'ne (ÇGD) göre 139 ve
Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'e göre ise en az 146 basın çalışanı
cezaevinde.
Medyanın
yüzde 95'inin hükümetin kontrolünde olduğu ülkemizde bu gazetecilerin çoğunluğu
üç temel suçlama ile hapis yatıyor: Darbe, terör örgütü üyeliği ve terör
propogandası.
Bu
yıl yani 2020 Mayısı’nda ise durumun vahameti sürüyor ancak veriler ışığında
dile getirmek gerekirse basın üzerindeki ‘Demokles'in kılıcı’ sallanmaya devam
ediyor.
Benim
de kurucuları arasında yer aldığım Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şubesi’nin Dünya
Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle kaleme aldığı basın bildirisinde Türkiye'nin sadcece
Nisan ayı raporlanmış.
Durumumuz
hiç te iç açıcı değil.
Nisan
ayında 1 gazeteci tutuklanmış, 11 gazeteci için toplam 137 yıla kadar hapis
cezası istenmiş, 3 gazeteci gözaltına alınmış, 10 gazeteci hakkında soruşturma
başlatılmış.
Antalya
ve İzmir’de 2 gazetecinin saldırıya da uğradığı belirtilen açıklamada en vahim
durum Kocaeli’de bir gazete binasının kurşunlanması.
18
haber sitesinin erişime kapatıldığı, bir haber için 273 internet bağlantısının
engellendiği bu süreçte RTÜK bir televizyonun yayınını durdurmuş.
Üç
televizyon kanalı ve 1 radyoya üst sınırdan para cezalarının yanı sıra 14
program durdurma cezası verildiği belirtilen ÇGD’nin açıklamasında basın
özgürlüğünü suç sayan karar ve uygulamalar kınanıyor.
Ülkemizdeki
uygulama ve yaşananların kayda alındığı ÇGD Genel Merkezi’nin konu hakkındaki açıklaması
şu şekilde:
BUGÜN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SUÇ SAYANLAR,
YARIN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ARAR DURUMA DÜŞEBİLİRLER!
Bugün, Dünya
Basın Özgürlüğü Günü. Basın ve ifade özgürlüğü; bireyin fikir beyan etmesi ve
bilgi edinebilmesinin, kamusal çıkar çerçevesinde halkın doğruları öğrenebilmesinin,
tüm toplumda geniş bir denetimin mümkün olmasının ve dolayısıyla eşit bireyler olarak
birlikte yaşayabilmemizin temeli, teminatıdır. Tam tersi bir düzen; çatışmalar,
savaşlar, salgınlar ve ekonomik eşitsizliklere dayalı bir dünya yaratmak
isteyenlerin, özgür düşünceyi, bağımsız ve özgür basını hedef almaları da bu
yüzdendir. Basının üzerinde hâkimiyet kurarak, halkın gören gözünü bağlayan,
konuşan dilini susturan, duyan kulağını kapatanların; halk adına üstlenilen
denetleme ve gözcülük görevini engelleyenlerin tek muradı, kurdukları sömürü
düzeninin sürmesidir. Dünya genelinde eşitsizliğe ve sömürüye dayalı
uygulamaların sistematik bir hal aldığı bugünlerde basın kuruluşlarına,
gazetecilere, özgür düşünceyi savunanlara karşı baskıların artmasının nedeni de
budur.
Türkiye
öznelinde daha da keskin bir saflaşma yaşanmaktadır. Anayasa ve yasalarda
evrensel insan haklarının kabul edilmesine, basının hür ve sansür
edilemeyeceğinin hüküm altına alınmasına, temel özgürlüklerle ilgili
uluslararası anlaşmalara taraf olunmasına karşın uygulamalar tamamen farklı
yöndedir.
TÜRKİYE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE
180 ÜLKE ARASINDA 154’ÜNCÜ SIRADA
18 yıldır
iktidarda bulunan AKP, otoriterliğe dayalı siyasal anlayışıyla basın
özgürlüğüne çok ağır darbeler vurmuştur. Basın sermayesini iktidara yakın iş
insanlarıyla ele geçiren, ele geçiremediği basın kuruluşlarını yargı üzerinden
susturan, susturamadığı gazetecileri cezaevlerine gönderen bu siyasal anlayışın
sonucu olarak Türkiye, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi sıralamasında 180 ülke
içinde 154’üncü sırada yer almaktadır. Sadece haber yaptıkları için cezaevine konulan
gazeteci sayısının günden güne arttığı Türkiye, tutuklu gazeteci listesinde de Çin’den
sonra ikinci sıradadır.
SUÇLULARA AF GETİRİLDİ GAZETECİLER GÖRMEZDEN GELİNDİ
Basına ilişkin
kara listelerde sıra başı olan Türkiye’de ne yazık ki gazetecilere yönelik
baskılar bilerek, isteyerek, kasten, örgütlü şekilde gerçekleştirilmektedir.
Daha geçen ay bunun birçok örneğine şahitlik edilmiştir. Koronavirüs salgını
gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden iktidar partisi AKP ile ortağı MHP’nin
oylarıyla çıkartılan af niteliğindeki yasanın kapsamına gazetecilerin
suçlandığı ceza maddeleri konulmamıştır. Tersine, gazetecilerin cezaevinde daha
fazla kalmaları yönünde hükümler yasaya eklenmiştir. Gazetecileri içerde tutmak
isteyen siyasi anlayış, mafya liderlerini, hırsızları, yaralama suçu
işleyenleri, gaspçıları serbest bırakmakta bir dakika tereddüt etmemiştir.
TELEVİZYON VE RADYO YAYINLARI
GÖRÜLMEMİŞ DÜZEYDE BASKI ALTINA ALINDI
Gazeteciliğe
yönelik baskı ve saldırıların bir başka boyutu ise sözde özerk özde bağımlı Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) eliyle uygulanmaya devam edildi ve milyonların
izlediği programlar üzerinden kanallara ceza yağdırıldı. RTÜK cezaları bu
dönemde görülmemiş düzeye ulaştı, diktatörlüklerle yarışır hale geldi. Sadece
iktidarın söylemine muhalif oldukları için FOX TV ve Halk TV’ye verilen ağır
cezalar, KKTC merkezli Diyalog TV’nin kapatılması, Kafa Radyo’ya verilen
program durdurma cezaları ve diğer cezalar “bu kadar da olmaz” dedirtti. Aynı
şekilde Basın İlan Kurumu eliyle eleştirel, sorgulayıcı ve araştırmacı
gazetecilik yapan gazeteler cezalandırıldı, ilanları kesildi.
Halk TV ve FOX
TV, iktidarın sağladığı imkânlarla gazetecilik yapan pek çok tarafgir yazar
tarafından "kaos çıkarmaya çalışmakla, ajanlık yapmakla" suçlandı,
hedef gösterildi. İktidar yanlısı gazetelerin ve yazarların saldırılarıyla
karşı karşıya kalan bu kanallara yönelik “yayın lisansları iptal edilsin”
çağrısının geldiği aşama da dikkat çekici düzeydedir.
KORONAVİRÜS SALGINI DA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VURDU
Türkiye’de son
dönemde basın özgürlüğünü tehdit eden önemli etkenlerden biri de ekonomik krizdir.
Uzun zamandır yaşanan kriz, koronavirüs salgınıyla birlikte daha da ağırlaşmıştır.
Krizden kaynaklı reklam gelirlerindeki düşüşe karşın kâğıt ve baskı
maliyetlerindeki artış sürmüş, bazı gazeteler matbaa baskısına son vermek
zorunda kalmıştır. Buna sokağa çıkma yasakları da eklenince, özellikle bağımsız
gazetecilik yapan basın kuruluşlarının çok ciddi mali zorluklarla karşı karşıya
kaldığı belirtilmelidir.
İŞ MÜFETTİŞLERİ GÖREVİNİ YAPMALI,
BASIN İŞVERENLERİNİ DENETLEMELİ
Koronavirüs salgını
basın iş kolunda pek çok suiistimale de yol açmıştır. Basın işverenleri salgın
bahanesiyle çalışanların haklarını hiçe sayan pek çok uygulamayı devreye
sokmuştur. Bir kısmı kısa süreli çalışmaya başvurduğu gerekçesiyle maaş
ödemelerini aksatmış, bir kısmı çalışanları zorunlu ücretli izne göndermiştir.
Bazıları da çalışanları ücretli izinde gösterdikleri halde çalıştırmaya devam
etmektedir. Pek çok kurumda, kronik hastalığı olduğu için sokağa çıkması yasak
olan gazetecilerin evde geçirdikleri süre, ücretli izinden sayılmaktadır. Bu
hukuksuzluklar, Çalışma Bakanlığı iş müfettişleri tarafından da görmezden
gelinmektedir.
SADECE BUGÜN DEĞİL, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ HER GÜN İHTİYAÇTIR
Basına
yönelik siyasi ve ekonomik nedenlerden kaynaklı yaşanan tüm baskıların sonucu,
demokratik sistemin vazgeçilmezi konumundaki düşünce, ifade ve basın
özgürlüğünün yok olmasıdır. Bugün düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü suç
sayanlar, yarınlarda bu özgürlüklere en çok ihtiyaç duyanlar olabilir.
3 Mayıs Dünya
Basın Özgürlüğü Günü vesilesiyle haber, yazı ve düşünceleri nedeniyle
cezaevlerinde bulunan gazeteciler, sanatçılar ve aydınların serbest bırakılması
çağrımızı bir kez daha yineliyor; tüm meslektaşlarımızı basın ve ifade
özgürlüğü için örgütlü mücadeleye davet ediyoruz. Dünya Basın Özgürlüğü
Günü’nde, basına yönelik baskıları ve basın etiğini yok sayan yayınları
derlediğimiz, yukarıdaki tüm tespitleri gün gün not ettiğimiz Nisan 2020 Medya
Raporumuzu da dikkatlerinize sunarız.
Saygılarımızla.
(ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİ GENEL YÖNETİM
KURULU)
100. YILINDAKİ TBMM İLK
TOPLANTISINI
ATATÜRK LİDERLİĞİNDE BUGÜN YAPTI
3
Mayıs’ta sadece basın ve siyasetin fırtınalı kayıtları tutulmamış mesela
Fenerbahçe Spor Kulübü de 3 Mayıs 1907’de kurulmuş.
Kronolojik
sıralamaya göre aktardığımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Mustafa Kemal Başkanlığında ilk
toplantısını yaptığı tarihte 3 Mayıs.
TBMM’nin
tarihi ilk toplantı yanında 3 Mayıs’ta Türkiye ve dünyada gerçekleşen olaylar
ile bazı önemli gelişmelerin tarihsel sıralaması öyle;
1934 - Kayseri Uçak
Fabrikası'nda yapılan ilk parti altı avcı uçağından biri, 50 dakikalık bir
uçuşla, Kayseri'den Ankara'ya geldi.
1935 - Türk Hava Kurumu bünyesinde, "Türkkuşu"
adıyla kurulan uçuş okulu faaliyete geçti.
1937 - Amerikalı
yazar Margaret Mitchell'in yazdığı Rüzgâr Gibi Geçti romanı, Kurgu dalında Pulitzer Ödülü kazandı.
1944 - 3 Mayıs Olayları anıldı
ve Türkçülük Bayramı ilan edildi
1947 - Japonya'da, II. Dünya Savaşı sonrasında yeni
hazırlanan Japon Anayasası yürürlüğe girdi.
1950 - Ali
Naci Karacan'ın kurduğu, Milliyet gazetesi
yayın hayatına başladı.
1951 - Demokrat Parti, Meclis Grubunda din
eğitiminin genişletilmesi istendi.
1956 - GİMA Gıda
ve İhtiyaç Maddeleri Şirketi kuruldu.
1960 - Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal
Gürsel, Hükûmeti uyarmak için, Millî Savunma Bakanı Ethem
Menderes'e mektup gönderdi.
1968 - Paris Sorbonne Üniversitesi'nde
çıkan isyan, 1 aydan fazla sürdü ve Fransa'nın
geneline yayıldı. Sonuçta Meclis feshedildi, pek çok sivil ve polis hayatını kaybetti.
1969 - Yargıtay Başkanı İmran
Öktem'in Ankara Maltepe Camii'nde yapılan cenaze töreninde; kalabalık
bir grup, cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı ve cami görevlileri,
görevlerini yerine getirmekten kaçındı.
1972 - Ankara-İstanbul seferini
yapan DC-9 tipi
"Boğaziçi" adlı yolcu uçağı, 61 yolcu ve 5 mürettebatı ile birlikte,
dört eylemci tarafından Sofya’ya kaçırıldı.
1972 - Ortadoğu Gazetesi yayın hayatına başladı.
1973 - Chicago'daki Sears
Kulesi (Willis Kulesi)'nin inşaatı tamamlandı ve dünyanın en yüksek
kulesi olarak tescillendi. (Bugün halâ ABD'nin en yüksek, dünyanın ise 5. en
yüksek binasıdır)
1978 - Tarihte
ilk kez bir bilgisayar ağı üzerinden yığın mesaj gönderildi. Sonradan spam adı verilecek olan bu ticari reklam
mesajları, ABD'de o zaman kullanılan Arpanet ağı
üzerindeki her adrese gönderilmişti.
1986 - Çernobil nükleer
kazası sonrası oluşan radyoaktif bulutların, Türkiye'ye
de ulaştığı ve bazı bölgelerde radyasyonun yedi
kat arttığı açıklandı.
1989 - Türkiye Kupası çeyrek final 2. maçında, Fenerbahçe, 3-0'lık skorla, ilk yarı
geriye düştüğü Galatasaray maçından, ikinci yarı,
4-3'lük galibiyetle ayrıldı.
1993 - Birleşmiş Milletler, 20 Aralık 1993'te, her yıl
3 Mayıs'ın, Dünya Basın Özgürlüğü
Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
2008 -
Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi'nin yayınladığı bir rapora göre, 2007
yılında 65 gazeteci öldürüldü. Bu güne kadar 15 yılda katledilen yaklaşık 500
gazetecinin, sadece 75'inin katilleri bulundu. Rapora göre, dünyada gazeteciler
için en tehlikeli bölgeler; Irak, Sierra Leone ve Somali.
03 MAYIS DOĞUMLULAR
1469 - Niccolò Machiavelli, İtalyan yazar ve
politikacı (ö. 1527)
1678 - Amaro
Pargo, İspanyol korsandır (ö. 1747)
1849 - Bernhard von Bülow, Almanya Şansölyesi (ö. 1929)
1898 - Golda Meir,
İsrail'in ilk kadın Başbakanı (ö. 1978)
1903 - Bing
Crosby, Amerikalı şarkıcı ve oyuncu (ö. 1977)
1903 - Georges
Politzer, Fransız marksist yazar ve felsefeci (ö. 1942)
1906 - Mary Astor,
Amerikalı oyuncu (ö. 1987)
1919 - Pete
Seeger, Amerikalı insan hakları savunucusu ve şarkıcı (ö. 2014
1921 - Sugar Ray Robinson, Amerikalı boksör (ö. 1989)
1930 - Luce
Irigaray, Fransız feminist teorisyen, psikanalizci ve edebiyat kuramcısı
1931 - Aldo Rossi,
İtalyan mimar ve tasarımcı (ö. 1997)
1931 - Sait Maden,
Türk şair, çevirmen, yayıncı, ressam, fotoğrafçı ve grafik tasarımcısı
(ö. 2013)
1933 - James
Brown, Amerikalı şarkıcı (ö. 2006)
1933 - Steven
Weinberg, Amerikalı fizikçi
1950 - Mary
Hopkin, Galli folk şarkıcısı
1954 - Serruh
Kaleli, Türk hukukçu ve Anayasa Mahkemesi Üyesi
1959 - Roger
Agnelli, Brezilyalı bankacı, şirket yöneticisi ve iş insanı (ö. 2016)
1961 - Leyla Zana,
Kürt kökenli Türk siyasetçi
1971 - Mehmet
Aycı, Türk şair ve deneme yazarı
1980 - Alper
Tezcan, Türk futbolcu
1982 - Ayçin
İnci, Türk dizi ve sinema oyuncusu
1985 - Ezequiel
Lavezzi, Arjantinli futbolcu
1987 - Damla
Sönmez, Türk oyuncu
1993 - Nilay
Deniz, Türk oyuncu, model ve manken
1994 - Famoussa
Koné, Malili futbolcu
BU TARİHTE KAYBETTİKLERİMİZ
1856 - Adolphe
Adam, Fransız besteci (d. 1803)
1925 - Clément Ader, Fransız havacı
(d. 1841)
1959 - Zeki
Kocamemi, Türk ressam (d. 1900)
1961 - Maurice Merleau-Ponty, Fransız filozof
(d. 1908)
1963 - Abdülhak Şinasi Hisar, Türk şair ve yazar
(d. 1887)
1969 - Zakir Hüseyin, Hindistan'ın 3. Cumhurbaşkanı
(d. 1897)
1970 - Cemil Gürgen Erlertürk, Türk futbolcu ve
pilot (d. 1918)
1975 - Ecvet
Güresin, Türk gazeteci ve siyasetçi (d. 1919)
1991 - Jerzy
Kosiński, Polonya asıllı Amerikalı yazar (d. 1933)
1997 - Narciso
Yepes, İspanyol klasik gitar sanatçısı (d. 1927)
2002 - Mehmet Keskinoğlu, Türk şair, tiyatro, sinema ve
seslendirme sanatçısı (d. 1945)
2006 - Karel
Appel, Hollandalı ressam ve heykelci (d. 1921)
2012 - Jale
Derviş, Kıbrıs Türkü müzisyen ve piyanist (d. 1914)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder