Pargalı
İbrahim Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Frenk İbrahim Paşa ya da öldürüldükten
sonraki unvanıyla Maktul İbrahim Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘Muhteşem
Süleyman’ lakaplı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı döneminde 27
Haziran 1523 - 15 Mart 1536 arasında sadrazamlık yaptı. Önemli siyasal ve
askerî olaylarda rol oynayan Osmanlı devlet adamıdır. 1493 yılında o dönemlerde
Osmanlı Toprağı olan bugünkü Yunanistan’ın Parga kentinde dünyaya gelmiştir.
Devlet içindeki çekişmeler sonucu 15 Mart 1536’da Saray’da boğdurulup İstanbul
Fındıklı
‘da defnedilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Hatice Sultan ile
evliliğinden Fülane Sultan, Mehmet Şah, Hanım Sultan
adlarında 3 evladı olmuştur.
Bugün
Yunanistan sınırları içinde bulunan Parga yakınlarında bir köyde doğduğu ve
altı yaşında İstanbul’a getirildiği genellikle kabul edilirse de hayatının ilk
yılları hakkında kesin bilgi yoktur. Ayrıca II. Bayezid devrinde bir akın
sırasında ele geçirilip Kefe’de bulunan Şehzade Süleyman’a takdim edildiği veya
Pargalı bir gemicinin oğlu olup Türk korsanları tarafından esir alınarak Manisa
civarında bir dul kadına satıldığı, ardından Manisa’da bulunan Şehzade
Süleyman’ın hizmetine girdiği de rivayet edilir. Bütün bu bilgilerin doğruluğu
şüpheli olmakla birlikte gençlik yıllarında Manisa’da Şehzade Süleyman’ın
hizmetinde bulunduğu bilinmektedir (Uluçay, s. 249). Pargalı, Frenk ve Maktul
gibi lakaplarla da anılır. Muhtemelen daha Manisa’da iken Şehzade Süleyman’ın
en yakın adamı oldu, tahta geçmesi üzerine de onunla birlikte İstanbul’a gitti.
RUMELİ BEYLERBEYİLİĞİYLE VEZÎRİÂZAM
OLDU
Enderun’da
tamamladığı eğitiminin ardından devlet bürokrasisinde yerini aldı. Padişaha
olan yakınlığı sebebiyle sarayda önemli görevlerde bulundu. Belgrad Seferi
sırasında (927/1521) kapı ağası olarak görev yapıyordu. Bu sefere çıkılırken
masrafları Kanûnî Sultan Süleyman tarafından karşılanan Atmeydanı’ndaki
sarayının inşası başlatılmıştı. Padişaha olan bu yakınlığı giderek nüfuz ve
gücünün artmasına yol açtı. Has odabaşı ve iç şahinciler ağası oldu, Rodos
Seferi’ne katıldı (928/1522). Nihayet Pîrî Mehmed Paşa’nın azli üzerine o
zamana kadarki teamüle aykırı olarak has odabaşılıktan Rumeli beylerbeyiliğiyle
vezîriâzam oldu (13 Şâban 929 / 27 Haziran 1523). Pîrî Mehmed Paşa’dan sonra
vezîriâzamlığa kendisinin getirileceğini uman, İbtihâcü’t-tevârîh’teki bir kayda
göre (s. 119-120), o sıralarda iç şahinciler ağası bulunan İbrâhim Paşa ile
birlikte hareket edip onun vasıtasıyla Pîrî Mehmed Paşa aleyhinde bazı isnatlar
ileri sürerek görevden alınmasında pay sahibi olan ikinci vezir Ahmed Paşa bu
usulsüz tayine karşı çıktı, divanda huzursuzluğa yol açtı ve Mısır
beylerbeyiliğini istedi. Onu İstanbul’dan uzaklaştırmak isteyen İbrâhim
Paşa’nın desteğiyle bu istek kabul edildi. Fakat bir müddet sonra isyan eden
Ahmed Paşa Mısır’ın nizamının bozulmasına sebep oldu.
MACARİSTAN SEFERİNİN SERDARLIĞINI
ÜSTLENDİ
Bu
arada padişahın kız kardeşiyle evlenen İbrâhim Paşa (bu konudaki tartışma için
bk. Uluçay, s. 233-237), Ahmed Paşa isyanı dolayısıyla iyice karışan Mısır’da
malî-idarî düzenlemeler yapmak ve asayişi sağlamakla görevlendirildi. Kendisine
ayrıca Mısır beylerbeyi unvanı verildi. Kahire’de kaldığı müddet içinde asayişi
sağlayıp eski kanunları ve ana defterleri buldurdu, bunları göz önüne alarak
yeni bir kanunnâme tanzim ettirdi ve işleri yoluna koydu (930/1524). Bu ilk
ciddi görevinde kazandığı başarı şöhretini ve nüfuzunu daha da arttırdı. İki
yıl sonra yapılan Macaristan seferinin serdarlığını üstlendi. Mohaç Meydan
Muharebesi’nin kazanılmasında rol oynadı. Zaferden sonra padişahla birlikte
girdiği Budin’deki bazı heykelleri İstanbul’a getirtip sarayının bahçesine
dikmesi tepkiyle karşılandı. Bunda muhaliflerinin de önemli rolü olmuştu. Hatta
daha Mısır’da iken sarayının yeniçeriler tarafından yağmalanması, birden en
yüksek makama geçmiş olmasının bazı çevrelerde uyandırdığı hoşnutsuzlukla
ilgilidir. Nitekim Venedik elçilik raporlarında kendisinden ilk başında nefret
edildiği, ancak padişahın ona karşı yakın ilgisi sebebiyle sultanın annesi, eşi
ve diğer iki paşanın onunla zâhiren dost olmak zorunda kaldıkları anlatılır. Bu
durum, savaşlarda ve verilen görevlerde gösterdiği başarıları daima ikinci
plana itmiş olmalıdır.
ALDIĞI İSABETLİ TEDBİRLERLE İSYANLARI
BASTIRDI
Sarayının
bahçesine diktirdiği heykeller, kendisine karşı duyulan hoşnutsuzluğun eseri
olarak Figānî’ye nisbet edilen, “Dü İbrâhîm âmed bedâr-ı cihân / Yekî büt-şiken
şüd dîger büt-nişân” şeklindeki hiciv dolayısıyla ona “büt-nişân” (put dikici)
gibi bir sıfat kazandıracaktır (DİA, XIII, 57-58). Onun ölümünden on altı-on
yedi yıl sonra İstanbul’a gelen seyyah Hans Dernschwam, halk arasında Arnavut
asıllı olarak bilinen İbrâhim Paşa’nın “gâvur” kaldığı, Hıristiyanlığı’nı
gizlediği, resim ve heykellere saygı duyduğu yolundaki rivayetlerin hâlâ
söylenegeldiğini ifade etmektedir (İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, s.
139-140). Ayrıca onun Avrupalı sanatkârlarla irtibatlı olduğu ve onlara
siparişlerde bulunduğu da bilinmektedir (Necipoğlu, s. 181-187). Yine Venedik
raporlarında onun Avrupa’nın eski krallarının tarihine ilgi duyduğu, mevcut
hânedanları tanımaya çalıştığı belirtilir.
Macaristan seferinin ardından Anadolu’da oldukça tehlikeli bir şekle bürünen
isyanları bastırmakla görevlendirilen İbrâhim Paşa idarî kabiliyetini burada da
gösterdi. Aldığı isabetli tedbirlerle önce isyanın mahiyetini, kimlerin hangi
sebeplerle âsilere katıldığını tesbit etti. Sonra da bunlardan bazılarını
çeşitli vaadlerle kendi tarafına çekip âsileri kolayca dağıttı. Ayrıca
Macaristan meselesi dolayısıyla İstanbul’a gelen Habsburg elçileriyle yaptığı
müzakerelerde, Avrupa’daki gelişmelerden en ince ayrıntısına kadar haberdar
olduğunu gösterdiği gibi Osmanlı Devleti’nin kudret ve ihtişamını her vesile
ile ifade ederek onları mânevî baskı altında tuttu. İkinci Macaristan seferine
çıkılacağı sırada kendisine padişah tarafından oldukça geniş yetkiler tanındı ve
serasker unvanı verildi.
AVRUPA ASALET ÖLÇÜLERİNE GÖRE
ALMAN İMPARATORLUĞU’NUN YÖNETİCİSİ
HABSBURG HÂNEDANI İLE BİR TUTULDU
Viyana
Kuşatması ile (935/1529) neticelenen bu seferden sonra Zapolyai Janos’un
(Szapolyai János) Macaristan krallığı tanınmış ve Osmanlı himayesinde Macar
krallığı kurulmuştu. Himayeye dayalı Macar siyasetinin bu ilk döneminin oluşmasında
önemli rol oynayan İbrâhim Paşa, doğrudan Habsburg İmparatoru V. Karl’ın hedef
alındığı Alman seferinde de bulunmuş, ardından Habsburg elçileriyle 1533’te
İstanbul’da yapılan barış müzakerelerini yürütmüştü. Görüşmelere katılan
elçilerin raporları, onun güç ve nüfuzunun zirveye ulaştığını ve sınırsız
yetkileri haiz olduğunu gösterir. Tamamıyla İbrâhim Paşa’nın kontrolünde
cereyan eden müzakereler sonunda arzu edildiği gibi bir barış sağlanmış,
Osmanlı vezîriâzamı, imparatorluğun Alman kanadını idare eden V. Karl’ın
kardeşi Ferdinand ile eşit sayılmıştı. Osmanlılar’ın bu konuya özellikle
ağırlık vermelerinde, Avrupa asalet ölçülerine göre soyu sopu belirsiz basit
bir köle olan İbrâhim Paşa ile soylu Habsburg hânedanı mensubu Ferdinand’ı aynı
seviyeye getirip Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’nda psikolojik bir ezikliğe
yol açmayı hedeflemiş olmalarının payı vardır.
SAFEVİLERE KARŞI GİRİŞİLEN HAREKAT İLE
ZİRVEYE ÇIKTI
İkbal
ve gücü doruk noktasına ulaşan İbrâhim Paşa için Safevîler’e karşı girişilen
Irakeyn Seferi bir dönüm noktası teşkil etti. Yine çok büyük yetkilerle ve
“serasker sultan” unvanı ile çıktığı bu sefer sırasında önden hareketle
Tebriz’e girmiş (25 Muharrem 941 / 6 Ağustos 1534), ardından padişahın
kuvvetleriyle birleşip Bağdat’a inmiş ve burası zaptedilmişti. Sefer sırasında
anlaşmazlığa düştüğü, kendisi gibi büyük nüfuz sahibi ve oldukça zengin bir
şahıs olan Defterdar İskender Çelebi’yi önce azlettirip sonra da Bağdat’ta
katlettirdi. Bu hadise ve büyük yetkilerine güvenerek kendisini sultan unvanı
ile anması saray çevresinde ve padişah üzerinde olumsuz bir etkiye yol açtı.
İstanbul’a dönüldükten bir müddet sonra 942 Şâbanında (Şubat 1536) Fransızlar’a
verilen ahidnâmenin hazırlıkları ile uğraşan İbrâhim Paşa, iftar için saraya
çağrıldığı 21-22 Ramazan 942 (14-15 Mart 1536) gecesi hiçbir sebep
gösterilmeden ansızın boğularak idam edildi. Saraydan çıkarılan cesedi,
Ayvansarâyî’ye göre Galata’da Tersane ardındaki Canfedâ (Canfezâ) Zâviyesi
yanına “müstakil bir suffe üzerinde” defnedildi (Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 28; II,
39).
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN BU ÇOK
YAKIN ARKADAŞINI
ANSIZIN KATLETTİRMİŞ OLMASININ
NEDENİ HİÇ ANLAŞILAMADI
İdam
sebebi hakkında kaynaklarda çeşitli görüşler ileri sürülür. Bunlar arasında
onun saltanat hırsına kapıldığı, kazandığı kudret ve zenginliği bunu sağlamak
için kullanmaya kalktığı, Şehzade Mustafa ile yakın ilişkisi dolayısıyla, kendi
oğullarından birini taht için düşünen ve padişah üzerinde büyük etkisi olan
Hürrem Sultan’ın ona düşmanlık besleyip aleyhinde çalıştığı, Irakeyn Seferi’nde
bilhassa Bağdat’ın fethinden sonra çok sert bir tutum takındığı, kimseyi
dinlemediği ve bazı uygunsuz davranışlarda bulunduğu gibi sebepler üzerinde
durulur. Kanûnî Sultan Süleyman’ın bu çok yakın arkadaşını hiçbir şey belli
etmeden gözden çıkarıp ansızın katlettirmiş olması kendisinde hâsıl olan çok
kuvvetli bir kanaate dayansa gerektir. İbrâhim Paşa’nın yanında divan
kâtipliğinde bulunmuş olan Celâlzâde Mustafa Çelebi, onun padişahın emirleri ve
kanunların tatbikine çok büyük önem verip her işi adaletle yerine getirdiğini,
son derece dindar olduğunu, fakat Bağdat’ın fethinden sonra ahlâkının
değiştiğini, gurura kapılıp cahillerin sözleriyle uygunsuz işler yaptığını,
serdarlığı sırasında elde ettiği pek çok fırsatı kaçırdığını, hatta kendisine
hediye olarak Kur’an getirenleri reddettiğini, bütün bunların da padişahın
gazabına yol açtığını yazar (Tabakātü’l-memâlik, vr. 277a-278b). Matrakçı Nasuh
ise onun “memleketgîrlik” sevdasına kapıldığını belirtir (Süleymannâme, vr. 289a-b).
HALK KIYMETİNİ ANCAK ÖLÜMÜNDEN
SONRA ANLADI
İbrâhim Paşa’nın çağdaşı olan şair ve tezkire sahibi Latîfî onun hakkında iki
ayrı risâle kaleme almıştır. Bunlardan Risâle-i Enîsü’l-füsahâ der Hakk-ı
Merhûm İbrâhim Paşa adını taşıyan eserde onun âni yükselişini, sadrazamlığı
sırasındaki davranışlarını, haşmetini, büyük yetkilerini, bundan gurura
kapılmasını, şöhret ve ziynet düşkünü haline gelmesini anlatıp böyle büyük bir
şana sahipken bir gün birden idam edildiğini ve bundan ibret alınması
gerektiğini belirtir. Evsâf-ı İbrâhim Paşa adlı kısa risâlede ise İbrâhim
Paşa’nın cömertliğini, şair ve edipleri koruduğunu yazarak övücü ifadelere yer
veren Latîfî ondan sonra gelenlerin şair, edip ve sanatçılara önem vermediklerini,
hatta bunların hazineden almakta oldukları in‘âm ve câizelerinin kesildiğini de
söyler. Daha da ileri giderek halkın İbrâhim Paşa’nın kıymetini ancak ölümünden
sonra anladığını yazar. Kanûnî Sultan Süleyman’ın vezîriâzamlarından iken
azledilen Lutfî Paşa da vezîriâzamların padişaha çok yakın olmamaları ve kendi
azametine kapılmamaları gerektiğini belirtirken örnek olarak İbrâhim Paşa’yı
gösterir ve padişahın bizzat onun sarayına ve bahçesine bile gittiğini, bu
yakınlığın “herkesin gözüne batan diken” gibi olduğunu ifade eder (Âsâfnâme, s.
93-94). Venedik kaynaklarında da İbrâhim Paşa’nın ordu ve hükümet işlerini
ihmal ettiği, padişaha çok yakın olmasının ortaya çıkardığı hoşnutsuzluğun rol
oynadığı üzerinde durulur. Ayrıca aile içi çekişmelerin kurbanı olma ihtimali
de ileri sürülür.
ADINA İNŞA EDİLMİŞ ONLARCA ESER
HALA AYAKTA
On iki yılı aşkın bir süre vezîriâzamlık makamında kalan, o zamana kadar
rastlanmayan ölçüde şan ve şerefe nâil olan, döneminin siyasî hadiselerinin
gelişmesinde önemli roller üstlenen ve Venedik elçisinin raporuna göre birkaç
dil bilen, tarihe son derece meraklı, mûsikişinas bir devlet adamı olan İbrâhim
Paşa’nın sağlığında pek çok malı ve mülkü olduğu ve bunların çoğuna ölümünden
sonra el konulduğu bilinmektedir. Bugün Sultanahmet Meydanı’ndaki adını taşıyan
muhteşem sarayı yanında, hanımı tarafından kendi namına yaptırılan Kumkapı
Camii ve yakınındaki tekke ile Galata’da Perşembepazarı içinde Haliç kıyısında
bulunan Eski Yağkapanı Mescidi’nden başka Mekke, Selânik, Hezargrad (Razgrad)
ve Kavala’da cami, mektep, medrese, hamam, çeşme ve yine bazı kasabalarda
mescid ve zâviyeleri bulunmakta olup bunlara çeşitli vakıflar tahsis etmiştir.
Kanûnî’nin kız kardeşi Hatice Sultan ile evliliğinden Fülane Sultan, Mehmet Şah, Hanım Sultan
adlarında 3 evladı olduğu. Babasının İslâmiyet’i kabul ederek Yûnus adını
aldığı, ayrıca iki erkek kardeşinin çeşitli memuriyetlerde bulunduğu
belirtilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Kemal, Mohaçnâme (nşr. P. de Courteille), Paris 1859, tür.yer.; a.mlf.,
Tevârîh-i Âl-i Osmân: X. Defter (haz. Şefaettin Severcan), Ankara 1996, bk. İndeks;
Matrakçı Nasuh, Süleymannâme, TSMK, Revan Köşkü, nr. 1286, vr. 71b, 72a, 88b,
89a, 289a-b; a.mlf., Sefer-i Irâkeyn, tür.yer.; Tevârîh-i Âl-i Osmân (haz.
Mustafa Karazeybek, yüksek lisans tezi, 1994), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.
330, 333-340; Lutfî Paşa, Târih (nşr. Âlî Bey), İstanbul 1341, s. 314, 316,
355; a.mlf., Âsâfnâme (nşr. Mübahat Kütükoğlu, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na
Armağan içinde), İstanbul 1991, s. 93-94; Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, vr.
109b-111b, 277a-278b; H. Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü
(trc. Yaşar Önen), Ankara 1987, s. 139-140; Latîfî, Enîsü’l-füsehâ ve Evsâf-ı
İbrâhim Paşa (haz. Ahmet Sevgi), Konya 1986; B. Curipeschitz, Yolculuk Günlüğü,
1530 (trc. Özdemir Nutku), Ankara 1977, s. 44-48; Hocazâde Esad Efendi,
İbtihâcü’t-tevârîh (haz. Ahmet Akgün, doktora tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler
Enstitüsü, s. 119-120, 128-132; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 20, 79, 188-191;
Solakzâde, Târih, s. 490-492; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 28-29; II,
39; Hammer (Atâ Bey), V, 36, 41, 77-84, 104-109, 129-136, 161-163; H. D.
Jenkins, Ibrahim Pasha, Grand Vizir of Suleiman the Magnificent, New York 1911;
Danişmend, Kronoloji, II, 184-189; Çağatay Uluçay, Osmanlı Sultanlarına Aşk
Mektupları, İstanbul 1950, s. 31-32; a.mlf., “Kanuni Sultan Süleyman ve Âilesi
ile İlgili Bazı Notlar ve Vesikalar”, Kanunî Armağanı, Ankara 1970, s. 233-237,
249; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 74-75, 85; a.mlf., “Arz ve
Raporlarına Göre İbrahim Paşa’nın Irakeyn Seferindeki İlk Tedbirleri ve Fütûhatı”,
TTK Belleten, XXI/83 (1957), s. 449-482; a.mlf., “İbrahim Paşa”, İA, V/2, s.
908-915; Hüseyin Gazi Yurdaydın, Matrakçı Nasuh, Ankara 1963, s. 57-60; Nurhan
Atasoy, İbrahim Paşa Sarayı, İstanbul 1972; N. Vatin, “Sur quelques propos
géographiques d’Ibrahim Pacha, grand vizir de Soliman le Magnifique (1533)”,
Comité international d’études Pré-Ottomanes et Ottomanes VIth symposium
Cambridge 1984, İstanbul 1987, s. 89-98; J. Bacque-Grammont, “Une lettre
d’Ibrahim Pasa á Charles Quint”, a.e., s. 65-88; a.mlf., “Autour d’une
correspondance entre Charles Quint et Ibrahim Paşa”, Turcica, XV, Paris 1983,
s. 231-246; a.mlf., “Sur deux lettres de Ferdinand Ier à Ibrâhîm Paşa”, a.e.,
XIX (1987), s. 175-193; Seyyid M. es-Seyyid Mahmud, XVI. Asırda Mısır Eyaleti,
İstanbul 1990, s. 84-90; Gülru Necipoğlu, “Süleymân the Magnificent and the
Representation of Power in the Context of Ottoman-Habsburg-Papal Rivalry”,
Süleymân the Second and His Time, İstanbul 1993, s. 181-187; Leslie P. Peirce,
Harem-i Hümayun. Osmanlı İmparatorluğunda Hükümranlık ve Kadınlar (trc. Ayşe
Berktay), İstanbul 1996, s. 97-101, 104-106; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Kanunî
Sultan Süleyman’ın Vezir-i Âzamı Makbûl ve Maktûl İbrahim Paşa Padişah Dâmadı
Değildi”, TTK Belleten, XXIX/114 (1965), s. 355-361; H. G. Majer, “Ibrahim
Pascha”, Biographisches Lexicon sur Geschichte Sudosteuropas, II, Münich 1976,
s. 210 vd.; Abdülkadir Karahan, “Figānî”, DİA, XIII, 57-58.
(İSLAM
ANSİKLOPEDİSİ / VİKİPEDİ)