2 Şubat 2021 Salı

Arnavutluk ve Yunanistan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorununu Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na taşıyor

Yunanistan parlamentosunun İyon denizinde kara sularının 6 milden 12 mile çıkarılmasını öngören yasa tasarısını 20 Ocak’ta onaylamasıyla, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu yeniden gündeme geldi.

Yalnızca Arnavutluk’ta değil, bölgenin birçok ülkesinde en çok tartışılan konulardan biri olan Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu, Yunanistan parlamentosunun İyon denizinde kara sularının 6 milden 12 mile çıkarılmasını öngören yasa tasarısını 20 Ocak’ta onaylamasıyla yeniden gündeme geldi. Son aylarda Arnavutluk’ta çokça tepkiye ve tartışmaya yol açan meseleye ilişkin Yunanistan’ın böyle bir karar alması, Arnavutluk kıta sahanlığındaki münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ve iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi konuları başta olmak üzere birçok soruyu beraberinde getirdi.


Son aylarda Arnavutluk’ta çokça tepkiye ve tartışmaya yol açan meseleye ilişkin Yunanistan’ın böyle bir karar alması, Arnavutluk kıta sahanlığındaki münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ve iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi konuları başta olmak üzere birçok soruyu beraberinde getirdi.

ANLAŞMAZLIĞIN TARİHİ

Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki sınırları belirleyen ilk belge 1913 yılında düzenlenen Londra Büyükelçiler Konferansı’na dayanıyor. Bunun ardından 27 Ocak 1925 tarihinde de iki ülke arasındaki sınırları belirleyen bir protokol imzalandı. Son olarak, Arnavutluk sınırlarına ilişkin nihai karar 30 Temmuz 1926 tarihli Paris Büyükelçiler Konferansı’nda tasarlanarak verildi ve karar Arnavutluk, Yunanistan ve Yugoslavya temsilcileri tarafından imzalandı. Söz konusu kararlar ve protokoller Arnavutluk ve Yunanistan için zorunlu sınır hattını belirlese de, son yıllarda deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu iki ülke arasında çözümlenemeyen bir mesele olarak yer almaya devam ediyor.


2009 yılında Sali Berisha başbakanlığındaki Arnavutluk ile Kostas Karamanlis başbakanlığındaki Yunanistan hükümetleri arasında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da “uluslararası hukuk doğrultusunda tarafların ilgili alanlarının, kıta sahanlığının ve diğer deniz alanlarının sınırlandırılmasına” ilişkin anlaşma imzalanmıştı.

Uluslararası deniz hukukuna ilişkin en önemli belge olarak 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) ön plana çıkıyor. Bu sözleşme öncesinde ise 1958 ve 1960 yıllarında Cenevre’de deniz hukukuna ilişkin iki ayrı BM konferansı düzenlenmişti. Yunanistan UNCLOS’u 1995 yılında, Arnavutluk ise 2003’te onayladı. “Deniz hukukunun anayasası” olarak da bilinen bu sözleşmeye göre, her ülkenin kara sularını 12 deniz mili geçmeyecek şekilde genişletme hakkı bulunuyor. Ancak söz konusu sözleşmede, bu hakkın uygulanmasını düzenleyen ve sınırlayan başka hükümler de var. İşte bu hükümler, Arnavutluk ve Yunanistan kıyılarının özellikleri ile Korfu, Lazaretto, Ereikoussa ve Othonoi gibi bazı Yunan adalarının sahip olabileceği durum ve ayrıntılar hakkında hukuki tartışmalara ve farklı yorumlara neden oluyor. Deniz yetki alanları sorununun çözümü için, tarafların ilgi ve isteklerinin ötesinde, bağlayıcı olan belirli kural ve ilkeleri dayatan uluslararası hukuk normları söz konusu.

Tartışmalı bir diğer husus, denizcilik sözleşmesi kapsamında bir anlaşmanın gerekli olduğu MEB sınırlandırması. Hem Arnavutluk’un hem de Yunanistan’ın taraf olduğu UNCLOS’a göre, kıyıları birbirine bakan veya birbirine bitişik kıyılara sahip devletler arasında, MEB sınırlandırması uluslararası yasalar temelinde mutabık kalınan bir anlaşma temelinde gerçekleştirilir. Kıyıları birbirine bakan veya birbirine bitişik kıyılara sahip devletler arasındaki kıta sahanlığı sınırları da bu temelde gerçekleşir.
Uluslararası deniz hukukunun yukarıda bahsedilen tanımları ve aynı zamanda Arnavutluk ve Yunanistan kıyılarının özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, karasularının genişletilmesi için, özellikle Yunanistan’ın küçük adalarının karasuları veya kıtasal karaya göre statüsü konusunda tarafların mutabakatı gerekiyor. Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki bu mesele, Arnavutluk’taki uluslararası hukuk uzmanlarının “küçük bir adanın kıtasal karayla eşit haklara sahip olamayacağını” bildirmeleriyle daha da tartışmalı hale geliyor.


UNCLOS’un 15’inci maddesine göre, “İki devletin sahilleri bitişik veya karşı karşıya olduğunda, aralarında aksine anlaşma olmadıkça, bu devletlerden ne birinin ne de diğerinin kendi karasularını, bütün noktaları bu iki devletin her birinin karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatların en yakın noktalarından eşit uzaklıkta bulunan orta hattın ötesine uzatmaya hakkı yoktur”.

İyon denizi ve Ege denizinde birçok adanın Arnavutluk veya Türkiye’nin ana karasına yakın olduğu göz önünde bulundurulduğunda, durum Yunanistan için daha da karmaşık hale geliyor. Bu nedenle karasularının genişletilmesi veya deniz alanlarının bölünmesi konusunda tarafların, yani Yunanistan ve komşularının anlaşmasını gerektirecek bir durum ortaya çıkıyor.

ARNAVUTLUK-YUNANİSTAN 

(2009) ANLAŞMASI VE İTİRAZLAR

Arnavutluk’ta komünist rejim döneminde (1944-1991) ihmal edilen deniz yetki alanları sorunu, rejim yıkıldıktan sonra gündeme alınarak resmi müzakereler süreci başlatılmıştı. 2009 yılında Sali Berisha başbakanlığındaki Arnavutluk ile Kostas Karamanlis başbakanlığındaki Yunanistan hükümetleri arasında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da “uluslararası hukuk doğrultusunda tarafların ilgili alanlarının, kıta sahanlığının ve diğer deniz alanlarının sınırlandırılmasına” ilişkin anlaşma imzalanmıştı.

Bahsi geçen anlaşmaya, o dönem muhalefette olan Arnavutluk’un mevcut Başbakanı Edi Rama’nın genel başkanlığını yaptığı Sosyalist Parti (PS) tarafından itiraz edilmişti. PS anlaşmanın anayasaya aykırı olduğunu savunarak Arnavutluk Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. PS incelemenin ardından reddedilen ve meclisten onay alamayan anlaşmaya ilişkin, “Arnavutluk ile Yunanistan arasında deniz alanları sınırının daha önce belirlendiği için yeniden belirlemenin gerekli olmadığı” ve “anlaşmanın müzakere ve hazırlık sürecinin gizlice, şeffaflık olmadan gerçekleştirildiği” iddialarını öne sürmüştü. PS o dönemde, Arnavutluk’un temel çizgisinin önceden belirlenmediğini öne sürerek, bunun kıta sahanlığı ve diğer alanların belirlenmesinde önemli olduğunu, Arnavutluk ve Yunanistan’ın sahillerinin aynı olmadığını, bu hususun da su sınırının belirlenmesinde uygulanacak ilkenin seçimini etkilediğini savunmuştu.
PS’nin iddialarına göre Korfu adası Arnavut devletine ait olması gereken deniz yetki alanına girdiği için Yunan tarafına avantajlı coğrafi koşullar oluşturuyordu. Anayasa Mahkemesi’ne şikâyette bulunan PS’ye göre, Othonoi adası da Arnavutluk aleyhine Yunan su alanının kuzey yönündeki bir diğer uzantısını oluşturuyordu. Arnavut heyetinin, Yunan tarafının Korfu körfezinin iç su statüsünde bir körfez olarak görülmesi talebini kabul etmesi ve Saranda körfezinin de aynı statüyü kazanması yönünde çaba göstermemesi, deniz alanının azalmasına ve dolayısıyla deniz sınır hattının Arnavutluk’un çıkarlarına zarar verecek şekilde Saranda kıyılarına doğru haksız şekilde yaklaşmasına yol açmıştı. PS Barketa kayalığına deniz alanı tanınması için bir sebep bulunmadığını, çünkü gel-git olaylarına bağlı olarak kayalığın ortaya çıktığını ve kaybolduğunu savunmuştu.

ANLAŞMANIN ARNAVUTLUK ANAYASA 

MAHKEMESİ TARAFINDAN REDDEDİLMESİ

Arnavutluk Anayasa Mahkemesi 2010 yılında yapılan incelemelerin ardından anlaşmayı “hukuken geçersiz” ve “anayasaya aykırı” ilan ederek geçersiz kıldı. Anayasa Mahkemesi söz konusu anlaşma taslağında, ülkenin anayasası ve UNCLOS’la çelişen, usule ilişkin somut ihlaller tespit etti. Mahkeme anlaşmanın UNCLOS’un deniz yetki alanlarının belirlenmesinde gerekli olan “hakkaniyet” ilkesine uymadığına, “hakkaniyet” ilkesinin sadece kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırmalarında değil, aynı zamanda sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan ülkelerin karasularının bölünmesinde de uygulanabileceğine dikkati çekti ve sözleşmenin 15’inci maddesini hatırlattı. Buna göre, “özel durumlar” kavramı altında kıyı uzunluğu, şekli, adaların veya kaya kütlelerinin varlığı ve doğası gibi durumlara işaret ediliyordu. Yukarıda belirtilen “özel durumlar” kavramı ile “hakkaniyet” ilkesi göz önünde bulundurulduğunda, mahkeme Arnavut tarafının, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki sınır çizgisinin tanımlanması hususunda, her iki ülkenin özellikleri ve özellikle sınırlandırmaya tabi olan deniz yetki alanlarındaki ada veya kaya kütlelerinin varlığının dikkate alınması gerektiği kanaatini açıkladı.

Mahkeme yerleşik adalar olan Lazaretto, Ereikoussa ve Othonoi adalarının etkilerinin ayrı ayrı değerlendirilmesinin yanı sıra, ana ada olan Korfu’nun da ayrıca değerlendirilmesi gerektiği görüşünü paylaşarak, anlaşmanın sınır çizgisinin çizilmesinde tüm adalara (haksız yere) tam yetki verdiğini, bu durumun ise söz konusu adaları Arnavutluk’un kıtasal karasıyla eşit tuttuğunu belirtti. Mahkeme ayrıca Yunanistan ile İtalya arasında 24 Mayıs 1977 yılında kıta sahanlığı sınırlandırması için varılan anlaşmayı hatırlatarak, burada Othonoi ve Ereikoussa adalarına kısmi yetkiler verildiğine dikkat çekti.
Anayasa Mahkemesine göre, 2009 yılında imzalanan anlaşmadaki bir başka önemli sorun da Barketa kayasına ilişkin verilen karardı. Anlaşmada bu kayalığa tam yetki verildiğine işaret eden mahkeme, küçük, ıssız ve herhangi bir ekonomik faaliyetin söz konusu olmadığı bir kaya kütlesi olan bu kayalığın Arnavutluk’un kıtasal karasıyla eşit tutulması sorununu gözler önüne serdi. Dahası, bulunduğu konum nedeniyle kaya parçası iki ülke arasındaki karasularını bölen sınır çizgisinin de önemli ölçüde yer değişmesine sebep oluyordu.
Sonuç bildirgesinde mahkeme, ayrıca Arnavutluk ile Yunanistan arasında imzalanan söz konusu anlaşmanın, Arnavutluk heyetinin Arnavutluk cumhurbaşkanı tarafından müzakereleri yürütmek için tam yetkiyle donatılmaması, anlaşmanın içeriğinde ciddi eksiklikler bulunması, adil ve dürüst bir sonuç elde etmek suretiyle iki ülke arasında denizcilik alanının bölünmesine yönelik uluslararası hukukun temel ilkelerinin uygulanmaması, adaların deniz alanlarının sınırlandırılmasında özel koşul olarak dikkate alınmaması gibi nedenlerden dolayı anayasayla uyumsuz olduğu değerlendirmesinde bulundu.
İki ülke arasında olası müzakere süreçleri veya meselenin uluslararası mahkemelere taşınması durumunda, Arnavutluk Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bu karar göz önünde bulundurulmalı.

MÜZAKERELERİN BAŞLAMASI VE 

ULUSLARARASI MAHKEMEYE GİTME KARARI

Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları meselesi, anlaşma 2010 yılında “düşürülse” de, açık bir sorun olarak kalmaya devam etti ve konu hem Arnavutluk’ta hem de Yunanistan’da tartışmalara neden oldu.

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ile dönemin Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras yönetimindeki hükümetler, Nisan 2018’de iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda yeniden resmi görüşmelere başladı. Birkaç tur görüşmenin ardından nihai bir anlaşmaya varılamadı ve müzakereler yarıda kesildi. Ayrıca Yunanistan’ın İyon denizindeki deniz yetki alanlarını genişletme yönündeki iddiaları, Arnavutluk üst düzey yetkililerince sıkça tepkiyle karşılandı. Rama bu iddialara karşı “12 millik hak ancak uygulanması mümkün olan yerde uygulanır” tezini ortaya koyarak 12 mil hakkının UNCLOS’tan kaynaklandığını ve ülkesinin de bu hakkı 1990 yılında hakkaniyete uygun bir şekilde kullandığını hatırlattı.
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen anlaşmayı imzalayan eski Başbakan Berisha ise geçtiğimiz Ağustos ayında Yunanistan’ın kara sularını 6 milden 12 mile çıkarma planıyla ilgili yaptığı bir açıklamada “Bu, Arnavutluk için zararlıdır. Bölge özellikle Türkiye ile Yunanistan arasında var olan ihtilaflı iklimle ilgili olarak sorunludur ve bunun ciddi sonuçları olacaktır” ifadelerini kullandı.
Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki son anlaşmazlık ise 2020’de meydana geldi. Arnavutluk yetkilileri tarafından 20 Ekim 2020’de yapılan açıklamada, Yunanistan ile konunun uluslararası mahkemelere taşınması için anlaşmaya vardıkları bildirilirken, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias Tiran ziyareti sırasında konunun Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na incelenmek üzere gönderileceğini doğruladı.
Önümüzdeki aylarda tarafların dosyalarını hazırlamasının ardından, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na giderek iddialarını savunması bekleniyor. Mahkemenin meseleyi nihai karara bağlamasıyla, sorunun iki ülke arasında “açık bir sorun” olmaktan çıkacağı ve artık bir nihayete ereceği düşünülüyor.

31 Ocak 2021 Pazar

SLOVENYA’DA EN UZUN TIRMANIŞ REKORU KIRILDI


Slovenyalı serbest tırmanıcı Janja Garnbret ve Domen Skofic, 360 metre uzunluğundaki Avrupa'nın en yüksek elektrik santrali bacasına ikinci denemede 8 saatte tırmanarak, "en uzun tırmanış" rekorunu kırdı. Slovenyalı serbest tırmanıcılar Janja Garnbret ve Domen Skofic ülkenin Trbovlje kasabasındaki Trbovlje Elektrik Santrali'nin Avrupa'nın en yüksek bacası olduğu ifade edilen yaklaşık 360 metrelik bacasına tırmandı. Tırmanıcıların ilk denemelerinin 12 saat sürdüğü kaydedilirken, en uzun tırmanış rekorunun ikinci denemede geldiği ifade edildi. İkinci girişimlerinde "en uzun tırmanış" rekorunu kıran sporcuların zirveye ulaşmalarının yaklaşık 8 saat sürdüğü belirtildi.

https://www.instagram.com/p/CKjTmcnBs_I/?igshid=1q1ff8soo51od 

Parlamento seçimlerinde oy kullanmak isteyen ve yurt dışında yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının seçmen kaydı başladı


Bulgaristan’da 4 Nisan’da yapılacak genel seçimlerde oy kullanmak isteyen yurt dışındaki Bulgaristan vatandaşları için kayıt süreci başladı. Özellikle Türkiye’de yaşayan ve oy kullanma hakkı bulunan 300 bin soydaşı yakından ilgilendiren işlem için 10 marta kadar süre bulunuyor. Bu zamana kadar bulundukları ülkelerin Bulgaristan temsilciliklerine ve konsolosluklarına müracat edecek Bulgaristan vatandaşlarının seçimlerde oy kullanabilmek için beyanname vermesi gerekiyor. Başvuru şahsen yapılabildiği gibi mektupla veya Merkez Seçim Komisyonu’nun internet sayfasından da yapılabiliyor. 
Başvuru yapmamış ancak yine de oyunu  kullanmak isteyen Bulgaristan vatandaşları yurt dışında kurulan  seçim sandıklarından birine şahsen gidip oyunu kullanmadan önce bir deklarasyon formu doldurarak da oy verebilecek. Elektronik başvuru formu ve yurt dışında oy kullanmak konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlerin mutlaka Merkez Seçim Komisyonu’nun www.cik.bg adresindeki internet sayfasından veya Bulgaristan dışişleri bakanlığının internet sitesinden konu hakkındaki prosedürleri incelemeleri gerekiyor.
Oyunu Bulgaristan’da kullanacak soydaşların bu haklarını yitirmemeleri için Türkiye’de veya bulundukları ülkelerde işlem yapmamaları gerekiyor aksi durumda isimleri Bulgaristan’daki seçmen listelerinden silinecek. Seçmen listelerinde adı olmayan ve oy kullanmak isteyen soydaşlardan Bulgarca bilmeyen ve kiril alfabesini kullanamayan seçmenlerin oy kullanma formlarını önceden mutlaka bilen birilerine hazırlatmaları ve bu evrakla seçim sandığına gitmeleri gerekiyor aksi durumda sandık görevlileri kendi huzurlarında bu evrağın hazırlanmasını istedikleri için gereksiz izdiham oluşmakta ve oy vermek isteyen kişilerin hakkı zayi olmaktadır.

30 Ocak 2021 Cumartesi

YAŞANAN ACILARIN BİR DAHA TEKRARLANMAMASI İÇİN MÜBADELENİN 98. YILINDA SAMSUN'DAN DÜNYAYA ÇAĞRI


Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 yılında yapılan nüfus değişiminin (mübadelenin) 98 yıldönümünde Samsun’da gerçekleştirilen ve oldukça duygusal anların yaşandığı etkinliklerde Batı Trakya’dan anayurda göç eden soydaşlarımız ile yaşanan acılar bir kez daha gündeme taşındı.

Soydaşların çatı örgütü, en üst kurulu niteliğindeki STK’sı Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu (BRTK) Samsun’da düzenlediği toplantı ile bir kez daha gündemi belirledi. Balkanların her noktasında her konuda inisiyatif kullanan, soydaşların sorunları için de bölgesel raporlar düzenleyip Birleşmiş Milletlere sunan BRTK, Türkiye ile Yunanistan arasında 1923 yılında varılan mutabakatla gerçekleştirilen nüfus değişiminin (mübadelenin) 98. Yılında geçmişten bu güne yansıyan acılara ışık tuttu, günümüze yansıyan sorunların aktarılmasında dil oldu, söze geldi. 

Samsun’da gerçekleştirilen ve Karadeniz Balkan Dernekleri Federasyonu (KARDEF) ile Samsun Atakum Belediyesi’nin ev sahipliği yaptığı toplantılara Cumhuriyet Halk Partisi Balkan Masası adına Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak ile Bursa Milletvekili Yüksel Özkan da katıldı. Batı Trakya Türk asıllı Yunanistan Milletvekilleri Burhan Baran ( KİNAL ), İlhan Ahmet (KİNAL ) ile Hüseyin Zeybek (SYRİZA)’in de sanal ortamdan katıldığı toplantı ve panellerin yanı sıra Samsun’a gelen mübadillerin karaya ayak bastığı ilk nokta olan aynı zamanda Mustafa kemal Atatürk’ün manevi anısının da hala yaşatıldığı Tütün İskelesi’nde düzenlenen törenle denize karanfiller bırakıldı. Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Demir, BRTK Genel Başkanı Sabri Mutlu, KARDEF Başkanı Salih Meriç, Samsun Mübadele Derneği Başkanı Olcay Yanık ve Samsun’a yerleşen mübadillerin torunlarının da katıldığı törende duygusal anlar yaşanırken, gündeme taşınan Yunanistan göçü 98. yılında bir kez daha irdelendi, tartışıldı, ele alındı, konu hakkında çeşitli tebliğler sunuldu. 


DOKTOR SADIK AHMET’İN ŞAHSINDA

BATI TRAKYA DİRENİŞİNİN KAHRAMANLARINA SAYGI

Yapılan konuşmalarda göçün, yani doğduğun, büyüdüğün, atalarının mezarlarının bulunduğu topraklardan koparılıp, tanımadığın bilmediğin bir yere gitmenin, orada yaşama tutunmak zorunda bırakılışın ne kadar dramatik bir hadise olduğu dile getirildi. TRT FM ‘in canlı yayın yaparak katılanların duygularını tüm Türkiye’ye aktardığı etkinliğin Faik Öztrak’ın başkanlığında yapılan istişare toplantısına CHP’nin 15 bölge milletvekili ile il başkanları ve belediye başkanlarının yanı sıra Karadeniz bölgesinde faaliyet gösteren 30 civarında Balkan derneği ve STK’sının başkan ve yöneticileri de katıldı. Toplantıda 29 Ocak 1988 yılında Batı Trakya’da yaşayan insanlarımıza karşı gerçekleştirilen baskı ve zulüm ile o günlerdeki zulme karşı dimdik duran, kendilerine ve mallarına mülklerine zarar verilmemesi için korkusuzca direnen soydaşlarımız da yaad edildi. 1990 yılında gerçekleştirilen ve bu direnişi anma amacı taşıyan toplantı sırasında yine Yunan güvenlik güçlerinin insanlık dışı uygulamalarına maruz kalan insanlarımızın da unutulmadığı etkinlikte bu direnişin kahramanları ve başta Doktor Sadık Ahmet olmak üzere ölenler rahmet ve minnetle, hayatta olanlar ise sağlık ve uzun ömür dilekleri ile anıldılar. STK başkanlarına tek tek söz verilen toplantıda katılımcılar bölgelerinde yaşadıkları sıkıntılar ile Balkanlar’da yaşayan insanlarımızla ilgili düşüncelerini aktardı, çözüm önerileri sundu. 

BALKANLARDA YAŞAYAN SOYDAŞLARA KİMLİK VERİLMELİ

BRTK Başkanı Sabri Mutlu ise konuşmasında Batı Trakya'da Lozan Anlaşması sırasında bölgede faaliyette olan 305 Türk azınlık okulundan bugün sadece 115 tane kaldığına diğerlerinin Lozan Anlaşması'na aykırı olarak Yunan hükümeti tarafından çeşitli bahanelerle kapatıldığına dikkat çekti. Kalan bu okulların da başta tabelalarındaki Türk sözcüğünün kaldırılıp Müslüman Azınlık Okulu yazıldığını ve statülerinin değiştirilmeye çalışıldığını söyleyen Başkan Mutlu BRTK olarak bu uygulamanın sona erdirilmesi çağrısı yaptı. Kalan okulların da yeterli sayıda öğrenci olmadığı bahanesiyle kapatılmak istendiğine de dikkat çeken Mutlu Batı Trakya'daki soydaşlarımızın eğitim hakkının uluslararası anlaşmalara rağmen gasp edilmeye çalışıldığını söyledi. Ana dil kullanımı dahil bölgedeki insanımızın birçok konuda engellendiğine hatta evlerinin bile tadilat yapılmasına izin verilmediğine değinen Mutlu ''Bölge tarım cenneti iken bu olanak zamanla çökertildi. Bu nedenle gençlerimiz Avrupa'ya gidip geleceklerini gurbet ellerde aramak zorunda kalıyor. Bu da nüfus erozyonuna neden oluyor. Bu uygulama asimilasyon sürecinin bir parçasıdır.  Biz Türk hükümeti ile Türkiye'deki duyarlı iş insanlarımızdan Batı Trakya'nın verimli ovalarına tarımsal üretime dayalı sanayi yatırımları yapmalarını istiyoruz. Bölgede yaşanan göçü ancak böyle engelleyebiliriz'' dedi. Konuşmasında başta Girit ile Kos ve Rodos adasında yaşayan ve Yunanistan'ın değişik bölgelerinde de yaşam süren Türk asıllıların sorunlarına da dikkat çeken Başkan Mutlu bu insanlarımızın Lozan Anlaşması dışında bırakıldığını, eğitim hakkının engellendiğini, hatta asimilasyon sürecinin daha etkin hayata geçirilerek karma evliliklerin özellikle teşvik edildiğini söyledi. Bunun önüne geçilmesi için bu soydaşlar ile Balkanların tamamında yaşayan insanlarımıza Türkiye Cumhuriyeti kimliği verilmesini isteyen BRTK Genel Başkanı Sabri Mutlu ''Bu uygulama mutlaka hayata geçirilmeli. Hükümetimiz acil olarak buradaki insanlarımıza el uzatıp onların kendilerini güvende hissetmelerini sağlamalıdır'' dedi.


69 BALKAN STK’SINDAN ORTAK BİLDİRİ

CHP’nin Balkan Masası Başkanı ve panelin yöneticisi Faik Öztrak aktarılan sorunların çözüm noktasındaki düşüncelerini dile getirirken yapılacak ortak projelerin gerçekleştirilmesi için üç belediyenin Balkanlar’da kardeşlik protokolü imzalayacağını, CHP’li belediyelere konfederasyona bağlı derneklerle işbirliği yaparak Balkanlar’da yaşayan insanımıza ulaşmaları için de talimatlar verileceğini ifade etti. Öztrak bu konuda Batı Trakya başta olmak üzere Balkanların tamamında soydaşlar ile ilgili işbirliği projeleri gerçekleştirmek ve yürütülecek çalışmaları koordine etmek ve taçlandırmak için Balkan Masası bünyesinde daimi bir sekreterya kurulduğunu da belirtti.

Mübadelenin 98.yılı anısına gerçekleştirilen etkinlikler sonrası konu hakkında 69 Balkan STK başkanının imzasını taşıyan bir basın bildirisi de yayınlandı. Yapılan ortak açıklamada geçmişte yaşanan acıların bir daha tekrarlanmaması istendi. Yaklaşık iki milyon insanın yerinden yurdundan oluğu hatırlatılan basın bildirisi şu görüşlere yer verildi:

‘’Türk-Yunan Nüfus Mübadelesinin 98.yılında çok farklı bir Dünya’dayız..

30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında imzalanan “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının” zorunlu göçünü öngören Mübadele Sözleşmesi ile her iki ülkeden yaklaşık iki milyon insan doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı.

MÜBADELE ÖYKÜLERİ 

SUYUN İKİ YANINDA DA 
98 YILDIR HİÇ UNUTULMADI

Günümüzde mübadele müzelerinde; efemeralarını, siyah beyaz fotoğraflarını gördüğümüz ancak hepsinden önemlisi kuşaktan kuşağa aktarılan memleket anıları, yüreklerimizde sakladığımız yeni vatanlarına yolculuklarının öyküsü suyun iki yanında 98 yıldır hiç unutulmadı. 100. yıla iki yıl kala mübadelenin, başka bir deyişle iki yönlü can değişiminin bu denli hatırda kalmasının başlıca nedenleri: Kültürün taşınması ve göçlerin tüm hızıyla sürmesidir.

Evet, bu yıl çok farklı bir dünyadayız..
Koronavirüs salgını nedeniyle dünyamızın toplumsal ve ekonomik düzeni alt üst oldu.
Ülkelerin sağlık sistemleri çökme noktasına geldi. Her gün binlerce insan yaşamını yitiriyor.
Dünya’da vaka sayısı yüz milyona yaklaştı. Şu ana kadar dünya genelinde yaşamını yitirenlerin sayısı iki milyonu aştı. Sağlık Bakanlığının verilerine göre ülkemizde vaka sayısı iki buçuk milyona, yaşamını yitirenlerin sayısı 25.000’e yaklaştı. Yaşamını yitirenler arasında çok sayıda doktor, hemşire ve sağlık emekçisi bulunuyor. Olağanüstü bir çaba ve özveri ile görev yapan sağlık çalışanlarımıza şükranlarımızı sunuyor, candan kutluyor ve alkışlıyoruz.
Salgın hastalıklar hayatımızın bir gerçeğidir. Geçmişte milyonlarca insanın ölümüne neden olan salgınlar görüldü. Salgın hastalıklar biz mübadillere hiç yabancı değildir. 1923 yılında savaştan yeni çıkmış bir ülkenin tüm mübadillerinin karantina altında tutulmasına ve bulaşıcı hastalıklara karşı aşılarının yapılmasına karşın hemen her mübadil ailede can kayıpları yaşanmıştır.

Geçmişte yaşananlar bize KORONAVİRÜS salgınının da son sağlık krizi olmayacağını 
göstermiştir. Dünya Sağlık Örgütü, halk sağlığına daha fazla yatırım yapmaları için bütün devletlere çağrı yapıyor. Ayrıca Covid-19 aşılarının herkese eşit şekilde dağıtılması gerektiğinin altını çiziyor. En büyük dileğimizin günümüzün teknolojisinde tüm insanların düzenli ve etkili aşılanması olduğunun altını çiziyoruz.
Son günlerde gündeme gelen tartışmalardan birisi de “Aşı Pasaportu”. Mübadillerin, aile büyüklerinin doğup büyüdükleri toprakları ziyaretlerinde vize alma zorunluluğu, vize alırken yaşanan sıkıntılar yetmiyormuş gibi pandemi nedeniyle uygulamaya konulacağı söylenen “Aşı Pasaportu” seyahat imkanlarımızı iyice kısıtlayacaktır. COVID 19 salgını sürerken gündeme giren ‘aşı pasaportu’ yeni acılara ve ayrılıklara neden olacağı için bu düşüncenin uygulanmamasını diliyoruz.

MÜBADİLLERE VİZE UYGULAMASINA SON VERİLMELİ

Pandemi nedeniyle sarsılan ekonomiden etkilenen tüm vatandaşlarımızın; özellikle de dezavantajlı grupların barınma ve geçim sorunları için etkin önlemlerin alınmasını istiyoruz. Ülkemizde en dezavantajlı grup hiç kuşkusuz Romanlar ve Roman mübadillerdir. 

Bu grubun; barınma, eğitim, çalışma ve sağlık sorunları güncelliğini koruyor, sorunlarının acil ve kalıcı
olarak çözümlenmesi gerektiğini vurguluyoruz.
Dünya’daki dezavantajlı gruplardan olan sığınmacıların, mültecilerin ve Romanların, Türkiye’de; geçici koruma statüsünde olan göçmenlerin sağlıklı yaşam koşullarına bir an önce kavuşmaları için Avrupa Birliğinin gerekli önlemleri ivedilikle almasını bekliyoruz.
Komşu Suriye’de süren acımasız savaş nedeniyle milyonlarca insan canını kurtarmak için ülkesini terk etti, dört milyona yakını Türkiye’ye sığındı. Bu insanların tekrar ülkelerine dönebilmeleri ve huzur içinde yaşamlarını yeniden kurabilmeleri için barışçıl ortamın bir an önce sağlanması gerektiğini önemle vurguluyoruz.

Geçen yıl yaptığımız ortak açıklamada dile getirdiğimiz:
-Vize uygulamasına son verilmesi,
- Her iki ülkede mübadeleden kalan kültürel mirasın korunması,
- Çevremizde yükselen savaş tehdidinin giderek tüm dünyayı saracak bir sıcak çatışmaya dönüşmesi olasılığına karşı hemşerimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’yurtta sulh cihanda sulh’’ sözleriyle ifade ettiği prensibe uygun olarak içerde demokrasi, dışarda diplomasi odaklı adımlar atılması,
- Doğu Akdeniz’deki kaynakların kullanımı başta olmak üzere Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan tüm anlaşmazlıkların çözümü için itidalli davranılması ve diplomasiye önem verilmesi gerektiğine inanıyoruz.
- Barışın önemini vurgulamak için Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz’un LOZAN BARIŞ BAYRAMI olarak ilan edilmesi ve resmen kutlanılması ile ilgili taleplerimizi yineliyoruz.
Mübadelenin ve Lozan Barış Antlaşmasının 98.yılında, çatışmaların ve savaşların sona ermesini, tüm dünya halkları için barış ve demokrasinin egemen olmasını ümit ederek; savaşlarda, göç yollarında, terör saldırılarında ve koronavirüs salgınında yaşamını yitirenleri saygı ve rahmetle anıyoruz.
Çekilen acılar bir daha yaşanmasın.’’




Balkan mübadilleri ve soydaşları temsil eden 69 STK 
adına ortak açıklamaya imza koyan kuruluşlar;

·         Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Merkezi
·         Lozan Mübadilleri Vakfı Ege Bölge Temsilciliği
·         Lozan Mübadilleri Vakfı Mudanya Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Genel Merkezi
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Ordu Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Gümüşhacıköy Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Merzifon Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Dernekleri Federasyonu Vezirköprü Temsilciliği
·         Karadeniz Rumeli Stratejik Araştırmalar Merkezi
·         Akdağmadeni Lozan Mübadilleri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği
·         Alaçam Mübadele ve Balkan Türk Kültürünü Araştırma Derneği
·         Amasya Mübadele ve Balkan Türkleri Derneği
·         Ankara Lozan Mübadilleri Derneği
·         Ayvalık Giritliler Derneği
·         Bafra Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları Derneği
·         Beylikdüzü Gürpınar Trakyalılar ve Rumeliler Eğitim Kültür Dayanışma Derneği
·         Bodrum Girit ve Yunanistan Göçmenleri Kültür Dayanışma Derneği
·         Bursa Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Büyük Mübadele Derneği
·         Çukurova Girit Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Demirtaş Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Derecik Mübadele ve Balkan Türkleri Derneği
·         Didim Rumeli Kültürünü Yaşatma ve Dayanışma Derneği
·         Edirne Lozan Mübadilleri Derneği
·         Erdek Girit ve Rumeli Mübadilleri Dostluk Dayanışma Derneği
·         Erzin Turunçlu İmraniye Girit Türkleri Kültür Derneği
·         Eski Atışalanı Köyü Kültür Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği
·         Eskişehir Rumeli Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği
·         Fethiye Muhacir Romanlar Sosyal Dayanışma Derneği
·         Gelibolu Lozan Mübadilleri Derneği
·         Gemlik Girit ve Rumeli Türkleri Kültür Dayanışma Derneği
·         Giresun Lozan Mübadilleri ve Balkan Kültürünü Araştırma Derneği
·         Giritliler Kültür, Dostluk ve Yardımlaşma Derneği
·         Hebilli Köyü Kale Giritliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Isparta Lozan Mübadilleri Derneği
·         İki Yaka Mübadilleri Derneği
·         İlkadım Çanakça Derneği
·         İncirliova Selanik Mübadili ve Göçmenleri Eğitim, Kültür Dayanışma Derneği
·         İzmir Giritliler Derneği
·         Kartal Rumeli Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Kayabaşı Selanikliler Derneği
·         Kuşadası Selanik Mübadilleri ve Rumeli Göçmenleri Kültür Dayanışma Derneği
·         Lozan Mübadilleri Derneği (İstanbul)
·         Mahmutbey Selanikliler Derneği
·         Manisa Giritliler Derneği
·         Mersin İhsaniye/Melemez Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Mersin Girit Türkleri Kültür Dostluk ve Yardımlaşma Derneği
·         Mursallı Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Niksar Balkan Türkleri Derneği
·         Samsun Mübadele ve Balkan Türk Kültürü Araştırmaları Derneği
·         Samsun Hacıismail Spor Kulübü Derneği
·         Samsun Selanik Spor Kulübü Derneği
·         Sarıyer Lozan Mübadilleri Derneği
·         Selanik Türkleri ve Buca Yaylacıklılar Eğitim Kültür Dayanışma Derneği
·         Selimpaşa Epivates Bigados Tarihi Kültürel Sosyal Eğitim ve Araştırma Derneği
·         Selimpaşa Çağdaş Eğitim Kültür Selanik Mübadele ve Turizm Derneği
·         Seyrekliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Sinop Mübadele ve Balkan Türk Kültürünü Araştırma Derneği
·         Tarsus Girit Türkleri Derneği
·         Taşova Mübadele Derneği
·         Tokat Erbaa Balkan Türkleri Derneği
·         Yanyalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği
·         Silifke Giritliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Şarköy Mübadilleri
·         Tepecik Trakya Rumeli Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Bornova Selanikliler Kültür ve Dayanışma Derneği
·         Eşrefpaşa Giritliler Derneği
·         Tokat Balkan Türkleri Derneği

29 Ocak 2021 Cuma

Türkiye-Yunanistan arası gerginlikte Ankara nasıl bir yol izlemeli?

 

Doç. Dr. Pınar Erkem / EURONEWS

Türkiye ile Yunanistan ilişkileri üzerinde oluşturulacak bakış açısını, 1821-1830 Yunan bağımsızlık süreci ve sonrasında Yunanistan’ın Osmanlı devleti karşısındaki genişleme süreciyle başlatmak yanlış olmayacaktır.

Bu dönemden itibaren, iki ülkenin birbirine bakışı karşılıklı olarak belirgin bir güvensizlik üzerinde kurgulanmıştır. Kurtuluş Savaşıyla karşılıklı çarpışmalar seviyesine gelen ilişki, Lozan Anlaşmasıyla belirli bir statüko kazanmış ve o tarihten itibaren iki ülke arasındaki ilişkiler siyasi düzlemde inişli çıkışlı olarak devam etmiştir. Atatürk ve Venizelos’un karşılıklı dostluk ve iş birliğini oturtma çabasının yarattığı olumlu hava, 1960 sonrasında Kıbrıs’ta yaşanan etnik çatışmayla tekrar gerilmiştir.

İlişkilerin tekrar gerilmesinin arkasında yatan birikim ise, Doğu Akdeniz sorunuyla başlayan ve Ege Denizi sorunlarıyla devam eden bir süreçtir.

1970’lerle gündeme oturan Ege Denizi uyuşmazlıkları halen sürmekle beraber, 1996 yılındaki Kardak Krizi iki ülke arasındaki gerginliğin zirve noktasını oluşturmuştur. İkisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan, bu krizle savaşın eşiğine gelmişlerdir. Soğuk Savaşta olduğu gibi, krizin en yüksek noktaya ulaşmasından sonra yumuşama dönemine geçilmiş; Dışişleri Bakanları Cem ve Papandreou’nun isimleriyle anılan yumuşama dönemi günümüzde yaşanan krize kadar sürmüştür. Söz konusu yumuşama Türkiye’de “deprem diplomasisi” olarak anılsa da, sadece iki ülkenin yaşadığı trajik deprem hadiseleri nedeniyle yaşanan bir dönem değil, bundan öncesine dayanan ve dışişlerinin bakanlarının önderliğinde bir “yeniden ilişki kurma” çabasının ürünüdür. İlişkilerin tekrar gerilmesinin arkasında yatan birikim ise, Doğu Akdeniz sorunuyla başlayan ve Ege denizi sorunlarıyla devam eden bir süreçtir.

Doğu Akdeniz’deki enerji uyuşmazlığı Kıbrıs açısından ele alınmalı

Bu son derece kısa tarihsel anımsamanın bize gösterdiği, ilişkilerin sürekli düşmanlık ve çatışma ekseninde değil, inişli çıkışlı bir şekilde ilerliyor oluşu. İki ülke arasındaki en büyük sorun halen Kıbrıs anlaşmazlığı; bugün yaşanan Doğu Akdeniz’deki enerji uyuşmazlığı da bu çerçevede ele alınmalı. Bunun yanında iki ülke arasındaki sorunların çözül(e)memiş olması veya farklı algılanışı, özellikle Ege denizindeki çakışan egemenlik sorunlarının sürmesinin temel nedeni.

Bu anlaşmazlıklar konusunda iki taraf da kendini haklı görmekte ve bu haklılığı ispat etmek için bu sorunların kendi lehine olabilecek çözüm mekanizmaları tarafından çözülmesini talep etmekteler. Hiç de yeni olmayan bu sorunların bugün tekrar gündemimize oturmasının arkasında, Yunanistan’ın Türkiye’nin diplomasi boyutunun ve uluslararası siyasi konumunun zayıflığından yararlanarak durumu kendi lehine çevirme çabası olduğu söylenebilir. Güney Kıbrıs’ın geçtiğimiz yıllarda İsrail, Mısır ve Lübnan ile yaptığı anlaşmalar da bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu adımların Türkiye tarafından kendisine karşı bir bloklaşma olarak algılanması ve Doğu Akdeniz’de kendisini bir “çevrelenme” içinde hissetmesi de ilişkileri olumsuz etkileyen bir başka faktör olmuştur. Fransa’nın da bu çerçeveye girerek Türkiye’yi açıkça ötekileştiren bir tavır takınması ile ilişkilerin gerilmesi de benzer şekilde Türkiye’nin uluslararası siyasette, özellikle de, Yunanistan’ın da üye olduğu, AB ile ilişkilerinde olumsuz bir etki olmuştur.

Yunanistan’ın bu çabalarına karşı Türkiye’nin seçimleri neler olabilir?

Böylesine bir analiz için öncelikle Türkiye açısından mevcut anlaşmazlığın niteliğini anlamlandırmak oldukça önemli. Hiçbir dış politika sorununu küresel konjonktürden ve Türkiye’nin uluslararası siyasetteki konumundan bağımsız değerlendirmek mümkün değil. Türkiye’nin siyasi durumu, diğer ülkelerle ilişkileri, anlaşmazlıkları, yumuşak gücünün etkisi gibi pek çok faktör, komşu ülkelerle ilişkilerini de belirliyor. Uluslararası aktörlerin veya büyük güçlerin Türkiye’yle ilişkilerinin çatışmalı olduğu dönemlerde, Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı iddialarını tekrar seslendirilmesi de beklenmedik bir gelişme değil.

Dış politikanın istikrar isteyen ve uzun vadeli bir politika alanı olduğu unutulmamalı. Bu nedenle maceracı bir dış politika izlemek yerine, Türkiye’nin sahip olduğu nitelikli ve tecrübeli diplomatlara güvenilmesi Ege deniziyle ilgili uyuşmazlıklara dair izlenecek yolun belirlenmesinde önemli olacaktır. Türkiye’nin mevcut uyuşmazlıklarla ilgili hukuki düzenlemelere ve diğer ülkelerdeki uygulamalara vakıf olan pek çok nitelikli diplomatı bulunmakta. Türkiye’nin haklı pozisyonu, sağlam temellendirilmiş şekilde ve doğru uluslararası mecralarda ısrarla ve devamlı şekilde ifade edilmeli. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de askeri varlığı vasıtasıyla uyguladığı güç projeksiyonu ve sadece Ege’de Yunanistan’a değil, kendine karşı Doğu Akdeniz’de oluşan bloklaşmaya “Mavi Vatan” stratejisi ile gösterdiği kararlılık, kendi etki alanındaki hâkimiyetini gözler önüne sermesi açısından gerekli bir hamle olmakla beraber, şu an görüşmelere oturmuş olması da bunu tamamlar nitelikte bir hamle olarak görülmeli.

Uluslararası siyaset, askeri ve diplomatik çeşitli araçlardan oluşur. Bunların arasında savaş ve barış iki ayrı uç olarak görülecek olursa, ikisi arasındaki çeşitli ilişki kurma araçları mevcuttur ve ülkeler bunları kullanarak hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Türkiye de Yunanistan da farklı araçları kullanarak hem ilişkilerini devam ettiriyorlarken, hem de konumlarını güçlendirmeye çalışmaktalar. Sert gücü kullanabilme iradesini göstererek Türkiye neyi, nereye kadar kabul edebileceğini hem Yunanistan’a hem dünyaya ifade etmiş oldu. Şimdi müzakere masasına oturarak çizilmiş olan bu sınırların içerisinde taraflar uzlaşı arayacaklar. Yunanistan’ın bir yandan müzakere çağrısı yaparak yumuşama talep etmesi, diğer yandan ise askeri açıdan güçlenme çalışmaları yapması veya askerliği uzatması Türkiye’nin güç projeksiyonunu dengeleme kapsamında değerlendirilebilir.

"Yunanistan’a karşı Rusya’yı dengeleyici görmek de bir hata olacaktır"

Türkiye’nin Yunanistan’la olan ilişkilerinde AB üyeliğinden doğan bir asimetri mevcut. Bir yandan Yunanistan Türkiye’nin AB üyeliğini 1999’da gördüğümüz gibi destekliyor, diğer yandan Türkiye AB’yle iyi ilişkiler için Yunanistan’la sorunlarını halletmek zorunda. Türkiye-Yunanistan-AB üçgeninde Türkiye AB’ye üye olmadığı için ne yazık ki dezavantajlı konumda. Bunun yanında, Yunanistan’la ilişkilerinde Türkiye’nin askeri üstünlüğüne güvenerek hareket ettiği Soğuk Savaş dengeleri de artık geçerli değil; Türkiye askeri anlamda ne kadar üstün olsa da bahsettiğimiz dış dengeler bu gücü kullanmasına engel olabilir. O nedenle diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin önemi ortada. Yunanistan’a karşı Rusya’yı bir dengeleyici görmek de bir hata olacaktır, bu iki ülkenin aralarındaki iş birliği tarihsel ve kültürel olarak daha güçlü. Bu nedenle, ikili ilişkilerin geliştirilmesi yönünde atılacak her adımın önemli olmasının yanında dikkat edilmesi gereken birkaç konu şunlar; ne Rusya’nın, ne de AB’nin veya ABD’nin ikili ilişkilere arabulucu mahiyetinde müdahil olmaması gerekir. Zira özellikle bu son iki aktör nezdinde Yunanistan daha etkili, bunda Türkiye’nin lobicilik faaliyetlerindeki eksikliği göze çarpmakta. O nedenle ilişkilerin sadece iki ülke arasında yürütülmesi Türkiye açısından daha olumlu sonuçlar verecektir.

Türkiye’nin iç politikası Yunanistan’da çok yakından takip ediliyor. Bu nedenle iç politikaya yönelik siyasi söylemlerde Yunanistan’ı ötekileştirici dil kullanmak, iki ülke ilişkilerine zarar verici bir durum oluşturmakta. Türkiye’nin ‘büyük komşu’ olduğu aşikâr; coğrafi olarak da, nüfus olarak da, askeri, ekonomik, siyasi güç olarak komşu Yunanistan’a göre asimetrik bir durum söz konusu. Bu durum Yunanistan’ın Osmanlı yönetimine dair negatif hatıralarıyla da birleşince, bir güvenlik ihtiyacı ve her an korunmaya geçmeye hazır olma durumu mevcut. Türkiye ise Yunanistan’ın Osmanlı’dan ayrılmasından itibaren var olan bir ihanete uğrama hissi ile birleşen güvensizlik söz konusu. Bu güvensizlikler değiştirilemez değil; Atatürk döneminde de, İsmail Cem döneminde de ilişkiler yapıcı bir şekilde inşa edildi ve bu iki ülkenin de yararına oldu. Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde yalnızlaştığı şu dönemde, Yunanistan ile sorunları çözerek yine bir yumuşama dönemi yaşanmasının iki ülkenin de çıkarına olacaktır.

"Sivil siyasetin rasyonalitesi iş birliği ve diyaloga yakınken, askeri yaklaşımın rasyonalitesi her zaman çatışmacı bir mantıktadır; nihayetinde askerin işi savaşmak, siyasetin işi barış yapmaktır."

Bunu yaparken iki ülkenin ekonomik iş birliğinin turizmin ötesindeki alanlarda geliştirilmesi faydalı olacaktır; buradan başlayan iş birliğinin diğer alanlarda devam etmesi Almanya-Fransa ilişkileri örneğinde olduğu gibi bir kartopu etkisi yaratabilir. Karşılıklı diyalogun artırılması ve siyasi ilişkilerin askeri perspektiften uzak şekilde ilerlemesi de çok önemli. Sivil siyasetin rasyonalitesi iş birliği ve diyaloga yakınken, askeri yaklaşımın rasyonalitesi her zaman çatışmacı bir mantıktadır; nihayetinde askerin işi savaşmak, siyasetin işi barış yapmaktır. O nedenle Yunanistan’la ilişkilerin yönetilmesinde rolün siyasilerde olması, ilişkilerin barışçıl şekilde ilerlemesi açısından önemli. Gerek Doğu Akdeniz’deki sorunlarda, gerek Ege denizinde, ilk şık olarak askeri müdahale seçeneği yerine uluslararası toplumu yanına çekecek, uluslararası hukuka uygun adımların neler olduğu değerlendirilmeli.

Son olarak; özellikle Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunun odağında, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin ve hatta Türkiye-AB ilişkilerinin önemli unsuru olan Kıbrıs çatışması yatıyor. KKTC’nin uluslararası tanınırlığının olmaması Türkiye açısından en büyük sorun. Fakat tanınma sağlanamadığı gibi, KKTC toprakları halen Türkiye’nin işgali altında olarak kabul ediliyor. Bu durum değişmediği sürece Kıbrıslı Türklerin izolasyonu süreceği gibi Türkiye’nin siyasi anlamda eli de zayıf kalacak. Öte yandan, Kıbrıslı Rumların BM çerçevesinde süren görüşmelere katılsa da çözüme bir türlü yanaşmamaları gerçeği de ortada. Var olan statüko Rumların lehine olduğu sürece de bir anlaşma beklemek hayalcilik olacaktır. Bu bağlamda, Türkiye için en zor olan sorun Kıbrıslı Türklerin bağımsız siyasi egemenliklerinin uluslararası topluma tanıtılması veya en azından Kıbrıs sorununun çözülmesi için uluslararası aktörlerin harekete geçirilmesi konusundadır. Türkiye’nin aktif ve barışçıl bir çoktaraflı diplomasiyle bir an önce bu konuyu yeniden gündeme getirmesi hem Kıbrıslı Türklerin hem de Türkiye’nin çıkarınadır.

*Doç. Dr. Pınar Erkem, 2008'den bu yana İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümününde öğretim görevlisidir. Uluslararası İlişkiler lisans eğitimini 9 Eylül Üniversitesi'nde, yüksek lisans eğitimini ise Vrije Üniversitesi'nde alan Erkem, 2014'te İstanbul Üniversitesi'nde doktorasını tamamlamıştır.

27 Ocak 2021 Çarşamba

KARADAĞLI MÜSLÜMANLARDAN SİYASİ GÜÇBİRLİĞİ

Karadağ Müslümanları Konseyi, “Kendilerini İslam inancına sahip Müslüman ve Karadağlı ilan eden yaklaşık 45.000 Karadağlı Müslümanın, aslen Karadağlı Müslümanları ve sivil değerleri paylaşan diğer tüm Karadağ vatandaşlarını temsil edecek bir siyasi parti kurulduğunu” duyurdu. Açıklamada, “Şimdiye kadar Karadağlı Müslümanlar olarak çoğunlukla diğer partilerde faal oldular ve haklarını onlar aracılığıyla kullanmaya çalıştılar. Yine de son olayların ışığında, yavaş yavaş ikinci sınıf vatandaş olduğumuzun farkına vardık. Önceki dönemde, Karadağ’ın siyasi ve kamusal yaşamında yeterince temsil edilmiyorduk, bu nedenle bazılarının bizi tanımadığı bir durumdayız ve devlet parlamentosu üyeleri ulusal azınlıkları sayarken genellikle Müslümanları atlıyorlar.” denildi. Açıklamada, “Bu parti, Karadağ’ı tek devlet olarak baz alacak. Çünkü öyle görünüyor ki Karadağ’dan başka veya yedek devleti olmayan tek kişi Karadağlı Müslümanlardır. Fikir almak için Belgrad, Saraybosna, Zagreb veya Tiran’a gitmiyoruz. Kalbimizi ve ruhumuzu sadece Cetinje, Podgorica, Bar, Bijelo Polje, Rumija, Lovćen, Hajla, Bjelasica, Prokletije’ye çeviriyoruz. Bizim için Karadağ’dan başka ve daha iyi bir ülke yok. Biz sadece onun için savaşacağız.” ifadeleri kullanıldı. Bildiride, “Faaliyetlerimizin Karadağ’daki her vatandaşın daha iyi yaşamasına katkıda bulunacağına inanıyoruz. Hedeflerimizi paylaşmak isteyen tüm ilgilenen vatandaşlarımızı partijamuslimanacg@gmail.com e-posta adresinden iletişime geçerek bize katılmaya davet ediyoruz” sözlerine yer verildi. 

(Karadağ HAYAT)