Kim bilir kaç yazımda, o olağanüstü anlamlı fotoğraf karesini hatırlatıp önemine vurgu yapmışımdır bugüne kadar.
Bir gösteri sırasında taşınan bir pankartta şu cümle yazılıydı:
“Önce habercileri alıp
götürdüler. Sonrasında, zaten hiçbir şeyden haberimiz olmadı.”
Medyanın,
tabii ki özgür medyanın, toplum için, tüm dünya için ne kadar hayati bir önemi
olduğunu daha iyi nasıl anlatabilirsin?
Bir
ülkede demokrasinin gerçek anlamda var ve gerçek anlamda çalışır durumda
olduğunu söyleyebilmenin üç önemli ayağı şunlardır:
1. Adil seçimlerle ve
gerçek temsil yeteneğine sahip olarak seçilmiş bir parlamento,
2. Bu parlamentonun yani
halkın gerçek temsilcilerinin sıkı biçimde denetleyebildiği bir yürütme organı
(hükümet),
3. Bütün bireylerin;
sosyal, ekonomik, milli, dini, mezhepsel geri planı, makamı, mevkisi, görevi,
konumu ne olursa olsun o ülke vatandaşı statüsünü taşıyan herkesin, önünde eşit
olduğu bir yargı.
Demokratik
bir toplum, bu üç vazgeçilmezin yanına mutlaka özgür bir medyayı da koymadıkça
dördüncü ayak eksik kalır. Topallar, öyle bir rejim.
Medya,
toplumun (yukarıda
saydığım üç önemli sacayağı da dahil olmak üzere) her
kesimine, en önemlisi de tek tek tüm bireylerine “gerçek gazeteciliğin hassas
süzgeçlerinden geçirilmiş” bilgileri, haber, görüntü,
fotoğraf, doyurucu ve güvenilir veri paketleri ve adil yorum formunda sunan, “dördüncü
kuvvet” işlevini yapabilmelidir.
Bunun
için de hiçbir siyasi gücün, hiçbir çıkar grubunun ve hiçbir finansal güç
odağının emrinde olmamalıdır.
Bugün
dünyanın çeşitli yerlerinde ve maalesef ülkemizde, yukarıda saydığım üç önemli
gücün ve “dördüncü”sünün çalışmıyor olmasının,
işlevlerini yerine getiremiyor olmasının bedelini çok ağır biçimde ödemiyor
muyuz?
Siyasal
bağlamda, anayasal düzlemde ve “yeni bir anayasal düzen arayışları” kapsamında
ilk üçünü sıkça tartıştığımız için o konuya bu yazıda girmek istemiyorum.
Gereklilik ve zorunluluk ortada zaten.
Ama
kendi uğraş alanımızda, medya alanındaki sorunların giderilebilmesi için en
büyük görevin bizlere düştüğünü hatırlatmak istiyorum.
Mevcut
rejimin, adeta canını ve ruhunu teslim aldığı bir medya düzeninde, şu anda
kendisine gazete, dergi, ajans, internet sitesi, radyo ve TV adını veren kaç
yayın organı bağımsız biçimde işlevini yerine getirebilmektedir. Kaçı, “haber
alma ve verebilme özgürlüğünü”, kısıtlamalar olmadan
kullanabilmektedir? Neredeyse iki elin parmakları kadar bile kalmadı.
Bir “tayyare-i
hümayun”a doldurulup ellerine tutuşturulan metinleri gidip
ekranlarda okumaları ve gazete sayfalarına “boca etmeleri” emredilen
bir medya utanç verici bir görüntü teşkil etmektedir. Sadece alkış isteyen,
eleştiriye tahammülü olmayan, eleştiriden bile geçtim, mevcut sayısal
gerçekleri bile hatırlatanı “düşman” gören
bir anlayış, medyayı “güdümünde ve dümen suyunda
çalıştırmak” için elinden geleni yapmaktadır.
Rejimin
propaganda biriminin bizzat yönlendirdiği, başlarında “kukla” yayın
yönetmenlerinin, “makine” işlevli
editörlerin, muhabirlerin ve “maşa” nitelikli
yazarların toplaştığı bir medya sistemi, yurdum insanının haber alma,
bilgilenme ve ona göre fikir sahibi olma hakkını gasp etmiştir.
İşte
tam da bu nedenle;
- Bu ülkede özgür
medyanın ayakta kalması,
- Giderek daha da güçlü biçimde gazetecilikten kopmadan,
mesleğin gereğini yerine getirebilmesi,
- Karnını doyurabilecek
ve ekonomik olarak bağımsız meslek profesyonellerinin elinde olması,
- Her türlü güç odağına
kulağını tıkayarak yalnızca gazetecilik yaparak, antifaşist ve antiemperyalist
bir bilinçle sömürüye karşı durabilmesi,
- En önemlisi de halkın
sağlıklı haber almasını kutsal bir görev sayması hayati önem
taşımaktadır.
Bir avuç da kalsak, vazgeçmek yok.
(Zafer ARAPKİRLİ / Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder