- İşte
tarihte biri azize, biri vamp, biri de melek olarak resmedilen 3 ünlü kadın
ajanın hikâyesi...
Savaşlar
daima meydanlarda yapılmaz. ‘Casusluk ve istihbarat toplama’ adı altında sivil cephede de
gizli bir savaş yürütülür. Ve bu sivil savaşlarda kadınlar
da başrolü paylaşır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı
sırasında bugün adları neredeyse hiç bilinmeyen pek çok kadın casus,
düşman işgali altındaki bölgelerde casusluk
yaptı. Üstelik bu işte erkeklerden çok daha iyiydiler. Zira casus Marthe
Richer’ın savaş sonrası kaleme aldığı “Fransa İçin Casusluk
Yaptım” kitabında söylediği gibi; savaş zamanı
üniformalı olsun olmasın bir erkek kadından
çok daha fazla dikkat çekiyordu. Kadınların
‘dedikodu’ diye aşağılanan elverişli bilgi aktarma kanalları daha çoktu. Ancak kadın ve
erkek için değişmeyen; işgal topraklarında gerçekleşen gizli operasyonların çok
büyük riskler taşıması ve adanmışlık gerektirdiğiydi. Kadınlar
için bu motivasyonun kaynağı çoğu zaman vatanseverlik olsa da savaşta
öldürülmüş bir oğul, koca ya da başka bir erkek için intikam alma isteğinin de
önemli katkısı vardı. İşgal edilmiş Belçika ve Kuzey Fransa’da faaliyet
gösteren La Dame Blanche (Beyaz Leydi) ve Fransa’nın düşüşünden sonra kurulan
İngiliz Özel Harekât Komutanlığı SOE, kadınların
yoğunlukta olduğu gizli ajan şebekelerindendi. Aralarında öyle isimler var ki
hayatlarından esinlenilerek bir sürü film çekildi, bir dolu kitap yazıldı,
madalyalarla ödüllendirildiler. Kimilerinin adına Avrupa’nın çeşitli yerlerinde
anıtlar var. Günümüzdeyse yazar Ann Kramer, ‘DünyaSavaşlarında Kadın Casuslar’
kitabında öne çıkan kadın casusları topladı. En popülerleri şüphesiz egzotik, tehlikeli,
çıkarcı bir vamp kadın olarak resmedilen Mata Hari. O halde ondan
başlayalım.
Asıl
adı Margaretha Zelle MacLeod. 1976’da Hollandalı zengin bir şapkacının kızı
olarak doğdu. Anaokulu öğretmenliği eğitimi aldı. 18 yaşında bir ‘yalnız
kalpler’ ilanına yanıt verdi ve kendisinden 21 yaş büyük Yüzbaşı Rudolf John
MacLeod’la evlendi. Bir kız, bir erkek çocukları oldu. Erkek olan çok küçük
yaşta öldü. Yüzbaşı küfürbaz bir alkolikti. 11. yıllarında ayrıldılar. Kızın
velayeti babada kaldı. Kendi başına kalan ve paraya ihtiyacı olan Mata Hari,
Paris salonlarında gösteriler yapan bir dansçı olarak yeni kariyerine başladı.
Java tapınak dansından uyarladığı erotik dansı ve yarı çıplak sergilediği
gösteri sayesinde kısa sürede Paris’in diline düştü. Zamanının en yüksek
ücretli dansçılarından biri haline geldi. Ayrıca seks karşılığı ona para veren
pek çok üst düzey askeri memurun, işadamının ve farklı ülkelerden
politikacıların metresi olarak bir sevgili zinciri kurdu.
Savaş başladığında
Berlin’deydi. Dansı, aşkları ve savurgan hayat tarzı onu zamanının en kötü
şöhretli kadınlarından biri yaptı. İngiliz istihbaratı için çoktan şüpheli hale
gelmişti. Fransa’ya dönme kararı verdi. 1916’da, farkında değildi ama
gözetleniyor, telefon görüşmeleri, mektuplaşmaları kaydediliyordu. Fransız
istihbaratının başında bulunan Georges Ladoux ona Fransız gizli ajanı olma
teklifi götürdü. Karşılığında 1 milyon frank önerdi. Mata Hari kabul etti.
Alman donanma ataşesi Binbaşı Arnold Kalle onun gerçek kimliğinin farkına vardı
ve yanlış bilgiler vermeye başladı. Fransızların batı cephesinde kazan
kaldırdığı, askerlerin moralinin düştüğü ve casus paranoyasının
yürüdüğü o dönemde kaçınılmaz sona gelindi. Mata Hari 24 Temmuz 1917’de hâkim
karşısına çıktı. Askeri bilgilere ulaşmak için cinsel kimliğini kullandığı,
değerli bilgileri Almanlara verdiği ve binlerce müttefik askerin hayatını
kaybetmesine neden olduğu söylendi.
Savcı
son beyanatında “Bu kadının yaptığı kötülük inanılır gibi değil. Belki de
yüzyılın en büyük kadın casusudur” dedi. Suçlu bulundu. 15 Ekim’de gümüşi bir
elbise, uzun çorap, düğmeli uzun eldiven eşliğinde gözlerinin bağlanmasını
reddederek, kurşuna dizildi. Akabinde sıradışı söylemler aldı yürüdü; ölüme
paltosunun altına hiçbir şey giymeden gitmiş, cellatlarına öpücük göndermiş,
hatta hâlâ hayattaymış. Gerçek çok daha aleladeydi; ölüsüne kimse sahip
çıkmadığı için cesedi Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir teşrih odasına
kondu.
EDİTH CAVELL: KİMSEYE ÖFKE DUYMAYA
HAKKIM YOK
Mata
Hari’nin infazından iki gün önce, idam mangasının karşısında bambaşka bir kadın
vardı; ölümünün ardından bir ikona dönüşen, bugün bile saf, erdemli ve masum
bir kurban, neredeyse bir azize olarak tasvir edilen Edith Cavell. Savaş
başladığında Belçika’daydı. Hemşirelik meslek okulunun müdürlüğünü yapıyordu.
Burayı hem Belçikalı hem Alman yaralıları tedavi eden bir Kızılhaç Hastanesi’ne
dönüştürdü. Eylül 1914’te Almanlar işgal edilmiş Belçika’da ilerleyerek
Fransız, İngiliz ve Belçikalı askerleri düşman hatlarının gerisinde zor durumda
bıraktılar. Zor durumda kalmış 2 İngiliz askeri hastaneye ulaştı. Cavell onları
2 hafta sakladı, ardından Hollanda’daki tarafsız bölgeye kaçmalarına yardım
etti. Sonraki birkaç ay hastaneye gelen sığınmacı askerleri, saklamakla geçti.
En az 200 müttefik askeri bu şekilde Belçika’dan kaçtı.
1915’in
yazında firar ekibinin 2 üyesi kaçış faaliyetlerine ilişkin kanıtlarla birlikte
tutuklandı. Ardından sıra Cavell’e geldi. Neredeyse hemen şebekeyle ilişkisini
itiraf etti. Ölüm cezasına çarptırıldığında 48 yaşındaydı. Onunla son gününü
geçiren papaza “Vatanseverliğin mazeret olmadığını anlıyorum, kimseye karşı
nefret ya da öfke hissetmeye hakkım yok” dedi. İdamı sadece Britanya’da değil
diğer müttefik ve tarafsız ülkelerde de büyük tepki topladı. Manşetler
Almanların saf bir kadını öldürdüğünü haykırıyordu. Cavell’in dramatik
resimleri milliyetçilik propagandalarında yaygın kullanıldı. İşe yaradı da.
Ölümünden 2 ay sonra askere yazılma sayısı 2 katına çıktı.
VERA ATKINS KENDİNİ AJANLARA ADADI
Vera
Maria Rosenburg adıyla 1907’de Romanya’da doğdu. SOE’nin en etkili ve dikkat
çekici kişiliklerinden biri. Ukraynalı Yahudi kökenli zengin bir aileden
geliyor. Sorbonne’da modern diller eğitimi aldı. 1934’te Bükreş’te büyük bir
petrol şirketinin başkanının özel sekreteri olarak çalıştı. Bu dönem, İngiliz
istihbaratından pek çok kişiyle tanıştı, bu kişilere bilgi sağladı. Gittikçe
büyüyen antisemitizm yüzünden 1937’de annesiyle Romanya’dan ayrılıp
İngiltere’ye gitti. Soyadlarını Atkins olarak değiştirdiler. Bükreş’ten
tanıdığı ve artık SOE’nin Fransa bölümünün başı olan Leslie Humphreys’in
davetiyle 1941’de SOE’ye katıldı. Vera Atkins kendini en büyük risklerle karşı
karşıya kalan ajanlara adadı. Onlarla yolculuk etti, şahsi işleriyle ilgilendi,
ailelerine mektup gönderdi, sahadaki ajanların geride bıraktıkları ailelerinden
haber alabilmesi için BBC’nin Fransızca bölümüne şifreli mesajlar bırakılmasını
sağladı. Bazıları onu duygusuz ve mesafeli buluyordu ama kadın ajanların çoğu
onu sırdaş gibi gördü. Savaş sonrası F bölümünden geri dönmeyen 118 ajanın
akıbetini öğrenmek üzere harabeye dönmüş Avrupa’ya yolculuklar yaptı. Toplama
kamplarında çalışanlarla, hücrelerini paylaşan mahkumlarla görüştü.1947’den
1961’e kadar UNESCO’da çalıştı. 1995’te çalışmaları resmen takdir edildi ve
Legion d’honneur ile ödüllendirildi. 2 yıl sonra Britanya İmparatorluk
Nişanı’na layık görüldü. 24 Haziran 2000’de hayatını kaybetti.
HABERTÜRK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder