28 Mart 2022 Pazartesi

BULGARİSTAN TÜRKLERİ TARİHİ, 'TUNA BULGARLARI VE BULGARİSTAN'

                                                                                            Jülide TUNALI

Bu makalede Orta Asya’dan Balkanlara uzanan Tuna Bulgarlarının tarihsel sürecini açıklamaya çalışacağız. Bulgarların bir Türk boyu olduğu kabul edilen bir gerçektir.
Avrupa Hun Devleti yıkılınca ortaya çıkan kaos ortamı, bazı Türk boyları bölgenin karmaşıklığından kurtulmak amacıyla 5. Yüzyılın yarısında Orta Avrupa’dan ayrılarak Karadeniz ve çevresine geldikleri bilinmektedir. Burada ki amacımız, günümüzde Türkiye’nin komşusu olan Bulgaristan ve Tuna Bulgarları hakkında bilgi verebilmektir. Bizans tarihçilerinden Rhetor Priskos ile Suidas öğrendiğimiz kadarıyla 463 yılında Şaragur, Ugor ve Onogur adlı Hun kabilelerinin Karadeniz’in kuzeyinde, Tuna ırmağının kolları ile Volga (İdil) arasındaki bozkırlarda yerleşmiş olduklarını kaydederler. Bizim burada ilgileneceğimiz kabileOnogur’dur. Zira Bulgarlar, Onogur ve Töles boylarıyla karışarak yeni bir il meydana getirmişlerdir. Zaten Bulgar kelimesinin manası karışmak fiiliyle alakalıdır.
Bulgarlar 150 yıldan fazla bir zaman boyunca kökenlerini aramışlar; Urallı, Fin, İslav, Tatar vb. asıllı olduklarını iddia etmişlerdi.
Türk asıldan geldiklerine dair iddiaları ise reddetme taraftarı olmuşlardır. Fakat Geza Feher’in arkeolojik ve Gy. Nemeth’in dil araştırmaları ile Bulgarların aslında bir Türk boyu oldukları kesinlik kazanmıştır. Kavim adı olarak “Bulgar” kelimesi 5. yüzyılın yansından önce mevcut değildi.
Bulgar adı bir tarihî karışıklıktan ortaya çıkmıştır. 
Avrupa Hun hükümdarı Attila’nın ölümünden sonra çocukları ve devletin hâkimiyetindeki boylar arasında başlayan mücadelelerde Attila’nın oğullarından Dengizik’in 469’da ölümünden sonra, kardeşi İrnek idaresinde Orta Avrupa’yı terk eden Hun kütleleri Karadeniz kıyılarında buluştukları Töles-Ogur boyları ile karışmışlardır. Bu karışmadan doğan yeni boy ise Türkçe “Bulgar” diye anılmağa başlamıştır. Yani Bulgar adının kelime anlamı “karışık/karışmış” manasına gelmektedir.
Bulgar Hanları Listesi olarak bilinen eski bir Rus yazması, Bulgarların kökeni hakkında bilgi vermektedir.
Başlangıçtan 765 yılına kadar Bulgar hükümdarlarının adlarını ve hakanlık sürelerini gösteren bu Rus yazması daha geç zamanda tarihlenmesine rağmen İrnek, Bulgar hükümdar sülalesinin atası olarak görünmektedir.
Hunlar ile karışan bu Türklerin asıl adı Ogurdur ve Tuna ağzından Volga’ya kadar Karadeniz kuzeyi bozkırlarında yaşamaktadır  Bizans tarihçisi Rhetor Priskos’un verdiği bilgilere göre, Bulgarlar Sabarlar tarafından Ural dağlarının doğusundaki yurtlarından uzaklaştırılarak Karadeniz düzlüklerine geldiklerini (461 465’lerde) bildirdiği Ogur Türkleri (Bulgarlar), aynı tarihçiye göre o zaman üç grup teşkil etmekte idiler. Saragur, Urog (Ogur) ve On-Ogur.

BÜYÜK BULGAR HANLIĞI VE BULGARLARIN SLAVLAŞMA SÜRECİ


Bulgar birliğinde Onogurların çoğunlukta oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar 6. Yüzyıldan itibaren bütün kaynaklarda Kuzey Kafkasya’da gösterilmişlerdir. Buraya “ Patria Onoguria”
(On-Ogurların Yurdu) denilmekteydi. Bulgarlar, Göktürk Devleti zamanında Hazarlar ile birlikte sınır koruması görevini yapmaktaydılar. 630 yılından sonra Göktürklerin iç karışıklıkları sırasında Hazarlar gibi Bulgarlar da idareyi kendi ellerine almışlar ve “Büyük Bulgar” devletini kurmuşlardır.

Devletin kurucusu “Kourt=Kurt ya da Kubrat” adındaki hükümdar sülalesine mensuptu.
Kurt Han’ın dağınık Ogur kabilelerini birleştirerek siyasi teşkilat oluşturduğu ülkesine “Büyük Bulgarya” (Magna Bulgaria) deniliyordu. Fakat bu devlet fazla uzun ömürlü olmadı.
Kurt Han’ın 665 yılındaki ölümünden sonra, Hazarların baskısı ile parçalandı. Macarların ve Onogurların ve çoğunluğunu Otuzogurların oluşturduğu bir kabile kuzeye çekilmiştir, bunlar İtil Bulgarlarıdır ve Kurt’un oğullarından Bat-Bayan’ın liderliğinde Hazarlara tabi olarak,
Kafkasya’da kalarak bugünkü Çuvaşların atalarını oluşturmuştur.
Bat-Bayan’ın kardeşi Asparuh ise kalabalık
Onogur birlikleri ile birlikte Tuna’ya yönelmiştir. 668’de Balkanlara geçerek ve elverişli toprakları ele geçirerek 679 yılında yeni Büyük Bulgar devletini kurmuştur.
Bizans üzerine yaptıkları akınlar sayesinde devlet Bizans tarafından 681 yılında tanındı.
Büyük Bulgar Devleti, kurucusu kabul edilen Asparuh (679-702) tarafından Bizans İmparatoru IV. Konstantinos direnişi yok edilerek Dobruca’nın güneyinde kurulmuştur. Devlet, Ogur Türkleri tarafından kurulan uzun ömürlü, askeri ve siyasi yönden güçlü teşkilatlanmıştır.
Hazar prensesi ile evlenen imparator Justinianus II, Asparuh Handan sonra Bulgar hanı olan
Tervel’in (702-718) yardımı ile 705 yılında ikinci defa tahta çıkmıştır.
Arapların 717-718 yıllarında yaptıkları İstanbul kuşatması sırasında Bulgarlar Bizans’a yardım etmişlerdi. Bu işbirliği Bulgar devletine çeşitli iktisadi menfaatler sağlamıştır.
Krum Han (803-814) babasından sonra Bulgarların başına geçerek Macaristan ve Transilvanya’yı (günümüzdeRomanya) hâkimiyeti altına almıştır.
Krum Han’ın yayılmacı politikasından korkan Bizans imparatoru I. Nikephoros, ondan kurtulmak için harekete geçti (811). Günümüzde Şumnu’nun güneybatısına düşen devletin başkenti Preslav’ı tahrip etti. Fakat savaşın sonunda Nikephoros yenilmiş ve savaş meydanında ölmüştü. Nikephoros’tan sonra Bizans tahtına oturan Mikail imparatorluğun doğu eyaletlerinden getirilen birliklerle güçlendirilmiş kalabalık ordusuyla birlikte Bulgarlar üzerine yürüdü. Bizans’ın Ermeni ve Kapadokya bölüklerinin komutanı V. Leon’un Bizans tahtı üzerindeki istekleri yüzünden Bizans iç işlerinde karışıklıklar ortaya çıktı. Bunun sonucu olarak da Krum Han, Bizans ordusunu mağlup etti. Bunun üzerine Mikail tahttan indirilerek yerine V.Leon getirildi.
Krum Han, başladığı işi bitirmek ve Bizans’ı ortadan kaldırmak için 813’te Filibe üzerinden Edirne’ye ulaştı ve burayı kuşatma altında bırakarak ilerlemeye devam etti.
814 baharında İstanbul’u kuşattı. İstanbul’a yapılan taarruzlardan sonra V. Leon barış görüşmeleri yapmak istedi. Görüşmeler sırasında Krum Han’a düzenlenmeye çalışılan suikast ise barış görüşmelerini bitirdi. Krum Han büyük bir taarruzla çevredeki şehirleri tahrip etti, esirleri öldürdü. Kuşatma altında bıraktığı Edirne’yi zapt eden Krum bölge halkını sürgüne yolladı. İstanbul kuşatmasını iyice güçlendiren Krum Han, saldırıların en şiddetli zamanında 13 Nisan 814 günü ağzından burnundan kan gelerek aniden öldü.
Krum Han’dan sonra yerine gelen oğlu Omurtag Han (814-831) babasının aksine daha sakin bir politika izleyerek, Bizans ile 30 yıl sürecek bir ticaret anlaşması imzaladı. Frank imparatorluğu ile de uzlaşmak istemesine rağmen başarılı olamayınca Tuna-Sava-Drava havzasını alarak, Roma devrinden beri terk edilmiş olan tuz havzalarını yeniden işletmeye açıp devletine büyük bir servet kazandıran Omurtag Han zamanı Tuna Bulgarlarının tarihlerindeki en parlak devir olmuştur.

Şumnu’nun doğusunda bulunan yüksek bir kaya üzerinde 40 m2’lik yeri kaplayan, kitabeli Krum Han’ın atlı kabartması o çağın hatıralarındandır 
Asparuh, Krum ve Omurtag Han devirlerinde devlet Türk kültürünü yansıtan birçok eser bırakmıştır.
Omurtag Han’ınhükümdarlığı sona erene kadar devlet özellikle Slavlaşmaya ve Bizanslı misyonerlere karşıtedbirli davranmıştır. Fakat Omurtag Han’ın halefleri döneminde; oğlu Malamir, Presiam ve
özellikle Boris (852-889) dönemlerinde bu tedbirler geri plana atılmıştır. Bizans’tan gönderilen Hristiyan rahipler, misyonerler Bulgarların din değiştirmesine sebep olmuştur.Zira aynı dönemlerde Hazarlar da Museviliği kabul etmeye başlamıştır. Prof. Dr. SaadettinYağmur Gömeç’in aktarımına göre, Türkçe adının Bars olduğu sanılan Boris Han 865 yılında Ortodoks Hristiyanlığı kabul ederek Türk boyu olan Onogurları dönülmez bir yola sürüklemiştir.
Hristiyanlığı kabul etmelerinin ardından Bulgar Türkleri zaman içinde, Bizans etkisindeki Slav kültürünün tesiri altına girmeye başladılar.
Omurtag Han döneminde  başlatılan Bizans’la ticari ilişkiler de bu Slavlaşmayı az da olsa desteklemiştir. Devlet içinde görevlendirilen Slavların sayısının artması, ticari faaliyetler ile Slav dilinin tesirinin gittikçe ağırlaşması ile Türkler hızla Slavlaşmıştır.
Devletin hükümdarının resmi olarak Ortodoksluğu kabulü ise Slavlaşmayı kesinleştirmiştir.
Büyük Bulgar Hanlığı, 1018’de Bizans hâkimiyeti altına girene denk Hıristiyanlaşmaya devam etmiştir. Bu süreçte Slavlaşmaya karşı çıkan hanlar olmasına rağmen türlü entrikalarla öldürülmüş ya da tahttan uzaklaştırılmışlardır.
Böylece bir Türk boyu olan Bulgarlar, Bizans misyonerleri ve Rus baskısından kaçan İdil Bulgarları ile Slavlaşma/Hristiyanlaşma süreci hızlanmış ve Türk geleneklerinden uzaklaşmışlardır. Günümüzde Türk-Bulgar ayrımı yapılması, devletin Türklere uyguladığı asimilasyon politikası aslında kendi soyunu inkâr etmekten başka bir şey değildir. Zira devlet, Türk nüfusunu az göstermek, onları yok saymak için tarihte oynamalar yapmış; ülkede yaşayan Romanları zorla asimile ederek Bulgar isimler verip Bulgar nüfusunu fazla göstermeye çalışmıştır.

OSMANLI HÂKİMİYETİ VE 1908 BAĞIMSIZLIK VE BALKAN SAVAŞLARI


Boris Han’ın Ortodoksluğu kabul etmesi ile birlikte ülke hızla asimile olmaya, Slavlaşmaya başladı. Boris Han’dan sonra başa geçen bazı hükümdarlar Hıristiyanlaşmaya karşı çıkmalarına rağmen ortadan kaldırılmış ve Slavlaşma süreci devam etmiştir. 1018 yılında Büyük Bulgar Devleti yıkılmış ve 169 yıl sürecek olan Bizans hâkimiyeti başlamıştır. Bu zaman diliminde birkaç kez ayaklanan Bulgarlar, bağımsızlıklarını kazanamayıp başarısız olmuşlardır. Fakat 1180’de Bizans İmparatoru I.Manuel Komnenos’un ölümü ve ortaya çıkan kargaşada Kumanlar, Peçenekler, Ulahlar, Sırplar yardımıyla ayaklanmış, Bulgarlar da onlara katılmış ve 1185 yılında Petro ve Asen kardeşlerin başarılı isyanı ile İkinci Bulgar Devleti kurulmuştur. Devlet, bugünkü Bulgaristan’ın sınırları dâhilinde varlığını XIV. Yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine girene kadar sürdürmüştür. Devlet'in başkenti Tırnova'ya (bugünkü Veliko Tırnova) nakledilmiştir. Tırnova şehri, II. Bulgar Krallığı'nın başkenti olma statüsünü Bulgaristan'ın Osmanlı hâkimiyetine girdiği tarihe kadar korumuş, ancak onun yanı sıra Vidin şehri Vidin Despotluğu'nun ve Varna da Dobruca Despotluğu'nun merkezleri olarak önem kazanmışlardır.
1370’lere gelindiğinde ise Bulgar Devleti, kardeş kavgaları, Bizans entrikalarıyla birçok defa ikiye bölünmüş ve varlığını Bizans’a bağlı Despotluk olarak sürdürmüştür. 1371'de Hükümdarları İvan Aleksandır öldüğü zaman Bulgaristan Tırnova Çarlığı, Vidin ve Dobruca Despotluğu olarak üçe ayrılmıştı. Osmanlı’nın Balkanlara yöneldiği, akınlar yaptığı zamanlarda aslında bütün bir Bulgar devletiyle değil, Despotluklara ayrılmış, parçalanmış bir Bulgar devletiyle karşılaşmıştır. I.Murat döneminde Bulgaristan Osmanlı himayesi altına alınmıştı. Çeşitli müttefiklerle birlikte, Osmanlı denetiminden tamamen çıkmak isteyen Bulgaristan Krallığı’nın güçleri önce 1371 Çirmen daha sonra 1389 Birinci Kosova ve 1396 Niğbolu Savaşları ile yenilmiş ve Bulgaristan tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bulgaristan’ın Osmanlı hâkimiyetine girmesi ile Osmanlı’nın Balkanlarda kalıcı olabilmek için uyguladığı iskân politikaları günümüzde Bulgaristan’da var olan Türk düşmanlığının temel nedenidir. Çünkü Bulgarlar, kendi menşelerinin aslında Türklere dayanmadığını, ülkede yaşayan Türklerin ise Osmanlı ile sonradan bölgeye geldiği görüşünü savunmaktadırlar. Bu da Bulgarlar için, Türklere azınlık, düşman ve işgalci gözüyle bakılmasına neden olmuştur. Osmanlı iskân politikasıyla, özellikle Konya Karaman bölgesinden Bulgaristan ve Balkan coğrafyasına göç eden insan sayısı görmezden gelinemeyecek kadar çok olmasına rağmen, bölgedeki Türk varlığı Osmanlı ile başlamamıştır. Fransız İhtilalı ve milliyetçilik fikirlerinin yayılmaya başladığı sürece kadar, Bulgaristan’da Osmanlı hâkimiyeti gücünü korumuştur. Fakat Osmanlı’nın zayıflaması ve milliyetçilik fikirlerinin etkisiyle bağımsızlık kazanılabileceğinin ortaya çıkması ile Bulgar milliyetçiler Osmanlı-Rus savaşlarında Rusların yanında savaşmış ve hatta Ruslardan bağımsızlıkları için yardım talep etmişlerdir.
Özellikle, 1856 Kırım Savaşı sonrası Rusya Bulgar isyanlarını desteklemiş ve Slavlaştırma faaliyetlerini hızlandırmıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı ardından imzalanan Yeşilköy (Ayestefanos) Antlaşması ile özerk bir Bulgar Prensliği kurulması kararlaştırılmıştır. Rusların büyük haklar aldığı bu antlaşmaya İngiltere’nin itiraz etmesi üzerine 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’yla önceki antlaşmanın şartları Osmanlılar için hafifletilmiştir fakat Bulgarların özerklik durumlarında değişiklik olmamış, Osmanlı 1878 tarihinde Bulgaristan topraklarını kaybetmiştir. Bulgarlar, özerklik kazanmalarına rağmen Berlin Antlaşması’yla büyük toprak kaybına uğramışlar. 1908 yılına kadar özerk olarak varlığını sürdüren Bulgar Prensliği, Osmanlı’nın parlamenter sisteme geçişi sırasında Osmanlı tarafından bir davete çağırılmadığı gerekçesiyle tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir. Mehmet Talat Paşa bu olayı anılarında, Bulgaristan’ın, 1908 yılında, İstanbul’daki Bulgaristan kapı kethüdasının bir ziyarete davet edilmediği bahanesini ileri sürerek bağımsızlığını ilan ettiğini ifade etmektedir.
Bu zaman diliminde iç işlerinde karışıklık yaşayan Osmanlı, 1909 Mart’ında Ferdinand’ın Bulgaristan Krallığı’nı tanıdı.
Bir ay sonra Osmanlı ile Bulgar Hükümeti arasında ülkede yaşayan Osmanlı vatandaşları için bir protokol imzalandı.
Bulgaristan, protokole göre Türk-Müslüman azınlığa din ve mezhep özgürlüğü, hak eşitliği tanıyacak, Türk azınlığı Bulgar çoğunluğu gibi aynı medeni ve siyasal haklardan yararlanacaktı.
Berlin Antlaşmasının kendilerine bıraktığı sınırlardan memnun olmayan Bulgaristan 1911 yılında Rusların Osmanlı’ya karşı oluşturduğu Balkan Bloğunun başında yer almıştır. Sırbistan, Yunanistan, Romanya, Karadağ ve Bulgaristan Osmanlı’ya karşı ittifak oluşturarak 1912’de I. Balkan Savaşını başlattılar. Bu savaştan yenik çıkan Osmanlı toprak kaybederken, Bulgaristan ittifak ülkelerinden daha çok toprağa sahip olmuştu. Bu durum müttefikler arasında toprak kavgasına neden olarak II. Balkan Harbi’ni başlattı. Osmanlı ise II. Balkan Savaşına kaybettiği toprakları geri alma amacıyla dâhil oldu ve Osmanlı ile İstanbul Antlaşması yapıldı. Antlaşmaya göre Osmanlı I. Balkan Savaşında Bulgaristan’a kaptırdığı Edirne’yi geri alıyordu. Antlaşma şartlarına göre, Bulgaristan’daki Türkler dört yıl içinde Osmanlı sınırlarına göç etme hakkına sahiptiler. Bulgaristan’da kalmayı tercih edenler ise her türlü din, mezhep özgürlüğünden faydalanacaklar, müftü ve baş müftülerini kendileri seçecek, bunların aylıkları Bulgar yönetimi tarafından ödenecekti. Türklerin mülkiyet haklarına saygı gösterilecek, zorunluluk olmadıkça bunlar kamulaştırılmayacaktı, kamulaştırma halinde bedeli ödenecekti.
Fakat Bulgaristan’ı, Balkan Savaşları ardından oluşan düzen tatmin etmediğinden Romanya ve Makedonya coğrafyasını kendi genişleme alanı olarak görmüştür. Bu genişleme isteği de ülkeyi Osmanlı ve Almanya yanında I. Dünya Savaşına girmeye teşvik etmiştir.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA BULGARİSTAN


Vasil Radoslavov başında bulunduğu hükümet, ilk başta Bulgaristan’ın tarafsız kalacağını dünyaya bildirmiştir. Fakat hem genişleme isteği, hem de ülkenin bulunduğu konum neticesiyle tarafsız kalamayacağı anlaşılmış ve Almanya’nın 1913 müttefikler arasındaki savaşta kaybedilen toprakların iade edilmesi vaadi nedeniyle, Bulgaristan hükümeti Merkezi güçlere bağlandı ve 23 Eylül 1915’te genel seferberlik ilan edildi. Yaklaşık bir ay sonra ise Çar Ferdinand’ın manifestosu ile Bulgaristan, Sırbistan’a savaş ilan etti. Ordu, Moravya boyunca, Sırbistan’ın doğusu ve Vardar Makedonyası’nda hızla ilerledi. Makedonya’da Krivolyak’ta Bulgar askerleri, İngiliz ve Fransız kuvvetlerini hezimete uğrattı, Sırp ordusu ise zor geçilen Arnavut dağları üzerinden çekilmek zorunda kaldı. Böylece Bulgaristan batıdaki Bulgar topraklarının büyük bir bölümünü sınırlarına dâhil etti, fakat bu sırada Yunanistan’ın henüz hangi tarafta savaşa katılacağı belli olmadığından hücum, Almanya Baş Komutanlığının emri ile durduruldu. Romanya’nın savaşa İtilaf  Devletleri tarafında katılması üzerine 1 Eylül 1916 tarihinde Bulgaristan, Romanya’ya savaş ilan etti. Bulgarlar bütün Bükreş’i ele geçirmiştir. Brest-Litovsk ve Bükreş Anlaşmalarıyla 1918 yılından itibaren Romanya ve Rusya savaştan geri çekildi, fakat Bulgaristan sadece Dobruca’nın güneyindeki toprakları korumayı başardı. Makedonya’da yürütülen ağır muharebelerin ardından 1916 yılının sonunda Bulgar ordusu Bitola’yı da kaybetti.
 Savaşın son yılında İttifak devletlerinde ekonomik çöküş yaşanmaya başladı. Bu sırada Bulgaristan bazı çarpışmaları kazanmasına rağmen, ülkedeki ekonomik çöküşten dolayı askerler hesap sormak amacıyla Sofya’ya yürüdüler. Vladaya ayaklanmasının başlamasından sonra ise 1918 yılının Eylül ayında Selanik Antlaşması imzalandı ve Bulgaristan resmi olarak savaştan çekilmiş oldu. Savaş alanında yaklaşık 120 bin kişi hayatını kaybetti, toprak kaybı yaşandı, savaş tazminatı ödemek zorunda kalan ülke ekonomik olarak zaten kötüyken, durumu iyice kaçınılmaz hale gelmiştir. 27 Kasım 1919 Neuily Antlaşması’nın imzalanmasıyla Bulgaristan I. Dünya Savaşından yenik çıkmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı vatandaşları ana yurda göç ederken; açlık, savaş, soğuk ve hastalıklarla mücadele ederek zorluklar içinde göç etmiş bazıları ise Bulgar hükümeti tarafından zorla göç ettirilmiş, malları ellerinden alınmıştır. Osmanlı ise bu süreç
içinde olabildiğinde Bulgaristan’dan göç eden Türk’e yardım etmeye çalışmış ve yeni bir hayat kurabilmeleri için yardımcı olmuştur.

1923’TEN GÜNÜMÜZE BULGARİSTAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ


Birinci Dünya Savaşından sonra hem Bulgaristan hem de Türkiye yeni kurulan bir devlet olarak ayağa kalkmış ve 1944’de Bulgaristan Sovyetler kontrolü altında komünizm rejimini kabul edene kadar, Bulgar makamları Türk azınlığa karşı nispeten ılımlı bir politika izlemişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı, 1923 ve 1934’te Bulgaristan’daki hükümet darbeleri ve Türkiye’de Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen reformlar, 1930-40 yılları arasında Bulgar milliyetçiliğinin ivme kazanmasına yol açmıştır. 
Komünizm etkisiyle yeniliklerden uzak kalan, içe kapanan Bulgaristan, komünist rejim yıkılana kadar her açıdan durgunluk dönemine                                                                         girmiştir.
Osmanlı’nın itilaf güçleri tarafından işgal edilmesi ve Türkiye Cumhuriyeti kurulma çabalarında Doğu Trakya’da Cafer Tayyar Paşa’nın komutasındaki yaklaşık 23.000 asker ve sivil Yunanistan’dan kaçarken Bulgaristan’a sığınmışlar ve Bulgar hükümeti tarafından maddi yardımla desteklenmişlerdir. Bulgaristan, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Milli mücadele çalışmalarını desteklemiş ve Türkiye’nin başarılı olmasını istemiştir. Bulgar milliyetçiliği artsa bile geçmişten gelen Türk dostluğu, komünizm rejimi kurulana kadar etkisini göstermiştir.
Mustafa Kemal, Bulgaristan ile ikili ilişkilerin kurulması için girişimde bulunmasına rağmen, Yunanistan ve İngiltere olmak üzere itilaf devletlerinin engelleriyle karşılaşılmıştır. Bulgaristan ve Türkiye’nin diplomatik ilişkiler kurması, Lozan’ın imzalanmasının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra 1923’te gerçekleşmiştir. İki yıl süren görüşmelerin ardından Ekim 1925’te Dostluk Antlaşması ve ona ek bir protokol imzalanmıştır, sınırlar konusunda 1913 Bükreş Antlaşması esas alınmıştır. Antlaşmaya göre, azınlıkların yaşadıkları ülkede özgürce yaşamaları ve diğer birinin ülkesine göç etmesi hakları güvence altına alındı.
Göç etmek isteyenler taşınmaz eşyalarını yanlarına alabilecek, taşınmazlarını ise ellerinden çıkarma hakkına sahip olabileceklerdi.
Azınlıkların zorunlu askerlik gibi uygulamalara tabi tutulmayacaklardı.
Ek vergi alınmaması ve serbest ticaret yapabilme hakkı da antlaşmada ülkelerin birbirlerine tanıdıkları haklardandır.
Siyasi, ekonomik, ticari ve hukuksal alanda da bir anlaşmalar yapılmış ve ilişkiler İkinci dünya savaşına kadar ılımlı devam etmiştir.
1930’lardan sonra faşist rejimlerin iktidara gelmeleri, İtalya’nın Habeşistan işgali sonrası Milletler Cemiyeti’nin uyguladığı ekonomik abluka, Balkan ülkelerinde de demokratik rejimlerden baskıcı rejimlere geçişler artık İkinci Dünya savaşının ayak sesleri olarak ortaya çıkmış ve ülkeler müttefik arayışına gitmiştir. 9 Eylül 1934 yılında oluşturulan Balkan Paktı, bu gelişmeler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bulgaristan, Türkiye, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya, Macaristan Balkan Paktını yayılmacı ülkelere karşı birlik kurma amacıyla oluşturmuşlardır.
Bulgaristan, İkinci Dünya savaşında Almanya ile yakınlaşmış ve Mihver Paktında yer almıştır. Almanya’nın, Bulgaristan’ı yanında istemesinin sebebi, askeri ve jeopolitik konumudur. Bulgaristan ise Nazi Almanya’sının, kaybettiği toprakları geri kazanma vaadi nedeniyle Naziler ile yakınlaşmıştır. Dönemin Bulgaristan Kralı III. Boris, II. Dünya Savaşı'nın başlangıcından beri, Türkiye ile benzer bir politika yürüterek "tarafsız" kalmaya çalışmıştır.
Ancak, Almanya'nın desteğiyle ve Romanya ile imzalanan Craiova antlaşması sayesinde Bulgaristan'ın yüzölçümünü savaşmadan arttırmış olması, ülke içinde, "Büyük Bulgaristan" taraftarlarının ve faşistlerin elini güçlendirmiştir. 1941 yılında ise III. Boris, Mihver paktına katılımı resmi olarak onaylamış ve Bulgaristan Almanya yanında II. Dünya savaşına girmiş oldu. Buna rağmen, III. Boris savaşın geri kalan kısmında Bulgaristan'ın, en azından aktif olarak savaş dışı kalma konusunda çabalamıştır. Mihver Paktına katılmasına rağmen, Yugoslavya ve Yunanistan'a saldırıya hiç bir Bulgar birliğini göndermemiştir.
Türkiye ile ilişkiler ise bu süreç zarfında soğumaya başlamıştır. Türklerin önce Sovyetler daha sonra İngiltere ve Fransa ile yakınlaşması ve Alman tehdidini üzerine çekmesi Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkileri etkilemiştir. Bulgarlaştırma amacıyla Bulgar olmayan halkı sürgün etme, toprak ve mallara el koyma, Bulgarca dışında ki dilleri konuşmayı yasaklama gibi uygulamalar ise Türk asıllı vatandaşlara fazlasıyla acı çektirmiştir.
“Bulgaristan Bulgarlarındır” sloganı ile Türklere yönelik baskılar artmıştır. İkinci Dünya Savaşı başları ve sonrası yıllarda ülke dışına çıkışlar yasaklanmış; Türklerin ana vatana dönüşü engellenmiştir.
Almanların Sovyetler karşısında yenilmesinin ardından, Sovyet güçleri güçleri 8 Eylül 1944 tarihinde Bulgaristan’ı işgal etmiştir. Bulgaristan’daki krallık rejimine son veren Sovyetler, komünist rejimi oluşturmuşlardır. 9 Eylül 1944’te komünistlerden, çiftçilerden, bağımsızlardan ve bazı ordu mensuplarından oluşan “Vatan Cephesi” hükümeti Sovyet Rusya destekli bir darbe ile kurulmuştur. Müttefik devletlerle 28 Ekim 1944’te yapılan barış anlaşmalarının ardından Bulgaristan büyük bir hızla Sovyet etkisinin altına girmştir. 
1946 yılında ülkede halk oylaması yapılmış ve krallık rejimi devrilerek, cumhuriyete geçilmiştir. Bulgaristan Komünist Partisi (BSP) kısa sürede ülkede yönetimini ele geçirmiş ve hâkim güç haline gelmiştir.
Georgi Dimitrov, Vulko Çervenkov ve Todor Jivkov, Komünist Parti döneminde iktidarda bulunmuşlardır.
Bulgaristan, 10 Şubat 1947 tarihinde Paris Barış Antlaşmasını imzalayarak uluslararası plâtformda kendini güvence altına almıştır. Krallık rejiminin sone ermesinin ardından, Bulgaristan’ı Şubat 1947’de İngiltere, Mart 1947’deAmerika Birleşik Devletleri resmen tanımıştır. Bulgaristan, Sovyet komünizm rejiminin ülkede tamamen oturmasından sonra, 1990 yılına kadar bu rejime tutunarak ayakta durmuştur. Özel mülkiyeti yasaklamış, tarımda kooperatifleşmeye gidilmiş, ticari/sanayi kuruluşlar,madenler, bankalar hızla devletleştirilmiş. Özel sektör iç ve dış ticarette yasaklanmıştır. 1948yıllarında, ülkedeki Sovyet politikası sertleşmiş ve Türkler zorla göçe tabi tutulmuştur. Bu zorla göç ettirme Türkiye ve Bulgaristan arasındaki ilişkileri germiştir. Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girmesi ise Bulgaristan-Türkiye ikili ilişkileri fazlasıyla germiştir. Bulgaristan bu gelişmeye resmi ve gayri resmi kanallar ile büyük tepki göstermiştir. Bulgaristan Türkiye’nin Balkanlar’da, direk olarak Bulgaristan’a yönelik olan askeri nitelikte tedbirler aldığını, Doğu Trakya’da askeri yoğunluğunu arttırdığını, NATO’ya girmekle Bulgaristan’ın güvenliğini doğrudan doğruya tehdit ettiğini belirterek tepkisini zirveye çıkarmıştır.
1953 yılında Stalin’in ölümü ile yerine gelen Kruşçev daha çok dışa açık bir politika yürütmeye başlamasına rağmen, 1956 yılında Bulgaristan’da başa geçen Todor Jivkov komünist politikasını iyice sertleştirmiştir. Bunuın sonucunda 1950-1951 yıllarında, Bulgaristan’daki komünizm döneminin ilk büyük göçü yaşanmıştır. Bu göçün özelliği ise Türkler bir daha geri dönmemek üzere Türkiye’ye göç etmişler, Bulgar vatandaşlığından çıkartılarak, bütün nüfus kayıtları silinmiştir. Todor Jivkov’un İslâm ve Türk karşıtı söylemleri azınlıklara karşı güdülen asimilâsyon politikasını sertleştirmiştir. Bu tarihten itibaren sistematik bir şekilde Türk azınlığa uygulanan asimilâsyon politikası, Aralık 1984-Mart 1985 tarihleri arasında gerçekleştirilen zorla isim değiştirme uygulaması ile son noktasına ulaşmıştır. Türklerin dini ibadetleri engellenmiş, camiler kapatılmış, Türk kadınlarının şalvar giymesi, başörtüsü takması yasaklanmış. Bazı bölgelerde Türk kadınlarının yakalarından şalvarları yırtılmış sokakta çıplak gezmeye zorlanmış, başörtüleri zorla çıkartılmış ve her türlü aşağılamaya maruz bırakılmışlardır. Aynı köy içinde komşu olarak yaşadıkları Bulgar aileler, Türkleri her hangi bir yasağa uymadıklarında askerlere şikâyet edip, dövülmelerine, hapse atılmalarına sebep olmuşlardır. Erkek çocukların sünnet ettirilmesi yasaklanmış, gizlice hijyenik olmayan şartlarda sünnet olan çocuklar ise daha sonraki dönemlerde ciddi hastalıklara yakalanmış ve ya ölmüşlerdir. 1968 yılında Türkiye ile Bulgaristan arasında Göç Anlaşması tesis edilirken, anlaşma kapsamında 1969–1978 yılları arasında 130 bin kadar Türk Türkiye’ye göç etmiştir.
Mayıs 1989’da Todor Jivkov medya aracılığıyla ülkedeki “Bulgar Müslümanlarının” istedikleri takdirde Türkiye’ye gidebileceklerini bildirmiş ve Türkiye’nin de bu doğrultuda sınırları açması talebinde bulunmutur.
1989 yazında 310 bin Bulgaristan Türk’ü Türkiye’ye göç ederken; yaşanan göç, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da gerçekleşen en büyük kitlesel göç hareketi olma özelliğini taşımaktadır.
1985 yılında Sovyet lider Gorbaçov'un 'yenilenme ve açıklık' politikaları SSCB'nin olduğu gibi Bulgaristan Komünist yönetiminin de sonunu getirmiştir. Bulgar halkı bu kısmi özgürlük ile sokak gösterilerine başlamış ve parti ile devlet birbirinden ayrılmış, Jivkov Devlet Başkanlığı görevinden 1990’da istifa etmek zorunda kalmıştır.
1990’ların başlarına kadar tek parti tarafından yönetilen Bulgaristan’ın, kapalı bir toplumdan, demokrasi ve özgürlüklerin mevcut olduğu açık bir topluma dönüşmesinin paralelinde, Ankara ile Sofya arasındaki ilişkilerde de hızlı düzelme yaşanmıştır. Bulgaristan’ın NATO üyesi olmasıyla birlikte, iki ülke arasında güvenlik alanında müttefiklik ilişkisi doğmuştur. Ekonomik açıdan Balkan ülkeleri içinden Bulgaristan Türk işadamları tarafından en çok tercih edilen ikinci ülkedir. Enerji açısından Rusya’ya bağımlılığını azaltmaya ve ithal ettiği yakıtların kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışan Bulgaristan’ın son zamanlarda Türkiye ile enerji alanında da bir ortaklık ilişkisi geliştirmeye çalıştığı ortadadır.
5 Temmuz 2009’dagerçekleşen Meclis seçiminin ardından Bulgaristan’da iş başına gelen Boyko Borisov Bulgaristan’da Türk karşıtı söylemleri artmıştır.
Bulgaristan’daki Türklerin siyasi gücündeki en ufak iyileşme bile Bulgar milliyetçilerini rahatsız etmektedir. Bu yüzden, ağrılıklı olarak Bulgaristanlı Türkleri etrafında toplayan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin önde gelen bazıi simlerine karşı Borisov Hükümeti’nin yolsuzluk suçlamalarıyla hukuki süreçler başlatmıştır.
1985 yılında Sofya Üniversitesi'nde Felsefe Bölümü okuyan Ahmed Doğan ve arkadaşlarıtarafından Türk Milli Kurtuluş Hareketi (TMKH) kurulmuştur. Bu hareket, Bulgaristan'ınOsmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılıp bir prenslik olarak kurulduğu yıllardan, Sovyethimayesindeki son yıllarına kadar tarihsel olarak süregelen bir karşı çıkmadır. 2001 yılında yapılan seçimlerden itibaren HÖH oyları yükselişe geçmiştir. 2003 yılından itibaren, AB mevzuatı gereği, üye devletler içinde yaşayan azınlıkların etnik köken, dini inanç gibi konularda ortak standartların uygulanmasını öngören 'Irksal Eşitlik Yönergesi ve Çalışma Eşitlik Yönergesi' kabul edilmiş ve Bulgar iç hukukunda uygulamaya konulmuştur. 2005 yılının Nisan ayında AB ile Bulgaristan arasında katılım anlaşması imzalanmıştır ve AB üyeliğinin de 2007 yılında gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Bulgaristan'ın Avrupa Birliği Üyeliği'ne kabul edilmesi ile birlikte, aynı yıl yapılan ilk parlamento seçimlerinde HÖH büyük bir başarı sağlamıştır. HÖH’ün Bulgaristan Parlamentosu'nda kabul edilmesini sağladığı bir kanunla, Türkiye'de yaşayan ve Bulgar vatandaşlığına sahi p olan Türklerin, Avrupa  Parlamentosu seçimlerinde oy kullanmalarının önü açılmıştır.
Ayrıca bu dönemde Bulgaristan’da bir baş müftülük krizi ortaya çıkmıştır. Bulgaristan yetkilileri, Müslümanların seçtiği müftü yerine kendi istediği kişileri atamıştır.
Böylece Türkler daha sıkı kontrol edilmek istenmiştir.

SONUÇ


Günümüzde Bulgarlar dediğimiz insanların, Bulgaristan diye adlandırdığımız ülkenin aslında Osmanlı’dan koparak 1908’de bağımsız olup ortaya çıkmış bir devlet olmadığını anlatmaya çalıştım. Bulgar kelimesi karışık, karışmış anlamına gelmekte ve Orta Asya’daki Türk boylarıyla karışarak Onogurların soyundan gelmektedir. Bulgaristan, Balkan coğrafyasındaki Türk varlığı, Osmanlı ile XIV. Yüzyılda başlamış bir süreç değildir. Bölgeyi oluşturan halk zaten Türk’tür. Bugün, Bulgaristan hükümeti ve artık Slavlaşmış olan Bulgar halkı bu etnik kökeni kabul etmeyip, Onogurlar için Protobulgar ifadesini kullanmaktadır. Fakat bunun bir uydurmaca olduğu Bulgar tarihçi ve araştırmacılar tarafından kanıtlanmış. 852 yılında Büyük Bulgar Devletinin hükümdarı Boris’in Hristiyanlığı kabul etmesi ile birlikte Bulgaristan coğrafyasında Türk geleneği zamanla ölmüş, Hıristiyanlaşmıştır. Fakat bu onların Türk kökene sahip oldukları gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bulgaristan’da yaşayan Hristiyan halk ile Türklerin gelenek ve görenekleri çoğu açıdan benzemektedir. Yemek, kültür, müzik, yöresel giyim kuşam benzer özellik gösterir. Türkiye içinde şehirden şehre gelenekler değişiklik gösterirken, Hristiyan ve Müslüman arasında böyle bir değişikliğin olması gayet normal karşılanmalıdır. Örneğin; Bulgaristan’da yaşayan Türklerin Dızmana denilen, mayalı hamurun tepsiye yuvarlak olarak dizilip içine peynir koyularak fırında pişirilen hamur işinin, Bulgarlardaki adı Pitkadır ve sadece peynirsiz olarak yapılır. Türkiye’de de hazırlanan, köfteli çorbanın, Bulgaristan’daki adı Supa Topçeta’dır ve tarifleri aynıdır. Bu kadar benzer özellik gösteren sözde iki halkın şu an birbirlerine düşmanca tavır almaları tamamen dış güçlerin oluşturduğu algıdır. Bu tarz bir düşmanlık Osmanlı hâkimiyeti altında yok iken, Bizans ve Sovyet hâkimiyeti altında oldukları süreçlerde üst noktalardadır. Bunun tek sebebi ise Onogurların benliklerini korumak yerine, asimile olmaya devam etmeleridir. Günümüzde, Türkiye-Bulgaristan ilişkileri ılımlı olarak devam etmektedir fakat geçmişte Türkleri asimile etme politikası uygulandığı sırada, Türkiye ile ilişkiler gerilmiş hatta kopma noktasına gelmiştir. Geçtiğimiz yıllarda hayatını kaybeden Naim Süleymanoğlu kendi göç hikâyesini anlatırken aslında Türkiye’nin ve Turgut Özal’ın yardımıyla Türkiye’ye iltica etmiştir. Turgut Özal’ın başbakan olduğu yıllarda, Naim Süleymanoğlu için Taksim’e helikopter indirmesi Bulgaristan’da yaşayan Türkler için bir efsane niteliğindedir.
Tuna Bulgarlarının bağımsızlık mücadelesi, Krum han ile başlayarak 1946 yılında Bulgaristan Krallığının yıkılıp yerine Cumhuriyet rejiminin gelmesine kadar devam etmiştir. Her ne kadar bugün Türk kökenlerini kabul etmeyip, ülkede yaşayan Türklerin Osmanlı ile geldiğini düşünseler bile, bugünlere kadar devam eden bir tarih oluşturmalarında ataları olan Türk boylarının etkisi çok büyüktür.

 

KAYNAKÇA

-          AHMETBEYOĞLU, A. “Madara Kaya Kabartması Ve Kitabeleri”, Turkish Journal of History, 2011.
-          AHMETBEYOĞLU, A. Sorularla Eski Türk Tarihi, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2015.
-          ATANASOV, G. “The Foundıng Fathers Of  Bulgarıa (619– 721) Organa, Kubrat, Asparuh, Tervel”,  In Honorem Proffesorıs Stanıslav Stanılov Bulletın Of The Natıonal Instıtute Of Archaeology Xlııı, Sofya, 2016 .
-          AYDIN, H. “Bulgar Etnik Modeli Arayışının Türk Azınlığa Yansıması”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi
-          BAŞKAYA, M. “İngiliz Basınına Göre Bulgaristan’ın Birinci Dünya Savaşı’ndan Çekilişi veSelanik Antlaşması”, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries), Cilt:10, Sayı: 1, 2015.
-          BIÇAKLI, A. H. Türkiye Bulgaristan İlişkileri 1878-2008, İmge Kitabevi Yayınları, 1.Baskı, Ankara, 2015.
-          DAYIOĞLU, A. Toplama Kampından Meclise: Bulgaristan’da Müslüman ve Türk Azınlığı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.
-          EDT. BIYIKLI, M. Türk Dış Politikası –  Cumhuriyet Dönemi, 2. Baskı: İstanbul, 2015.
-          EDT. HACISALİHOĞLU E. N - HACISALİHOĞLU M. “89 GÖÇÜ Bulgaristan’da 1984-89 Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Zorunlu Göç, Yıldız Teknik Üniversitesi Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (BALKAR) & Balkanlar Medeniyet Merkezi (BALMED),İstanbul, 2012. Edt.
-          PETKOVA, L. D. –  BALOGH, C.  TÜRK, A. Avars, Bulgars And Magyars On The  Mıddle And Lower Danube, Sofya, 2014.
-          EMINOV, A. “Bulgaristan’daki Türkler”, Balkanlar’da Türk Kültürü, 46-47(2003): 8-9.
-          EMİNOV A. “The Turks In Bulgarıa: Post-1989 Developments From Communism to Democracy: Muslim Identities in Bulgaria” (Presented at the Symposium: “Islam: FromEastern Europe to Central Asia,” held at the University of Illinois), June 2002.
-          EMİNOV A. “Turks And Tatars In Bulgarıa And The Balkans”,Nationalities Papers, Vol.28, No. 1, 2000.
-          GOLDEN, B. P. “Bulgar Devletleri”, Türk Halkları Tarihine Giriş, Ötüken Yayınları,İstanbul, 2002.
-          GÖMEÇ, Y. S. “Bulgaristan Türkleri” Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2015.
-          GUROV, D. The Origins of the Bulgars.
-          GROUSSET, R. Bozkır İmparatorluğu, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014.
-          IŞIK, M. Bir Balkan Trajedisi Olarak Asimilasyon ve Göç Bağlamında Türkiye – Bulgaristan İlişkileri “Uluslararası Lisansüstü Balkan Çalışmaları Sempozyumu” (13 – 14 Mayıs2016/İstanbul.
-          KAFESOĞLU, İ. “Ogurlar (Bulgarlar)”, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2017.
-          KARATAY, O. “Avar Hâkimiyeti Ve Balkanların Slavlaşması,” Balkanlar El Kitabı , Akçay Yayınları, Ankara, 2013.
-          KARATAY, O. “Krum Han Döneminde Tuna Bulgarları”, Turan, 2010, sayı. 12.
-          KARATAY, O. “Tuna Bulgar Devletinin İlk Asrı: Balkanlarda Tutunma Ve Pekişme (681-803)”, Türk Dünyası incelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, X/2 (Kıs 2010).
-          KARATAY, O. “Tuna Bulgarları” Doğu Avrupa Türk Tarihi, Kolektif Kitapevi Yayınları,İstanbul, 2017.
-          KAYAPINAR, A. “Bulgar Tarihçilerin Komplo Teorilerinden Örnekler Ve BunlarınBulgaristandaki Türk Azınlığa Etkileri”, 89 GÖÇÜ  Bulgaristan’da 1984-89 Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Zorunlu Göç, Yıldız Teknik Üniversitesi Balkan ve Karadeniz Araştırmaları Merkezi (BALKAR) &Balkanlar Medeniyet Merkezi (BALMED) İstanbul, 2012.
-          KAYAPINAR, A. “Bulgaristan’da Osmanlı Hâkimiyetinin Kurulması”, Yeni Türkiye Dergisi, 2015, sayı 66.
-          KAYAPINAR, A. “Kumanlar ve İkinci Bulgar Devleti (1187-1370)”, Türkler, ed. H.C. Güzel, K. Çiçek, S. Koca, c. 2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
-          KAYAPINAR, A. “Türkiye-Bulgaristan İlişkilerinin Bulgaristan’daki Türkler Açısından Değerlendirilmesi”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt: 2, 2003.
-          KAYAPINAR, A. İki Balkan Şehri Tırnova Ve Vidin’de Türkler (Bulgar ÇarlığındanOsmanlı İmparatorluğuna, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt/V: 2004, Sayı 9.
-          MEHMED TAL’AT PAŞA, Talât Paşa’nın Anıları, HAZ: Alpay Kabacalı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007. 
-          NIKOLOV, A. Cumans And Vlachs In The Second Bulgarıan Empıre.
-          ÖZLEM, K. “Bulgaristan Türklerinin Tarihsel Süreç İçerisinde Dönüşümü, Ab Üyelik Süreci Ve Türk Azınlığa Etkileri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal Of  International Social Research, Volume1/2, Winter 2008.
-          RODOPLU, F. “İkinci Bulgar Devleti’nin Kuruluşunda Kumanların Rolü”, Avrasya Etüdleri, 50/2016-2, Edirne .
-          STEPANOV, Ts. “State-Formatıon In Danubıan Bulgarıa, Ad 681 -865: RelıgıousDımensıons”, Studia Slavica et Balcanica Petropolitana, sayı 5, 2013.
-          ŞAN, E. “Besiûs El-Melik Ve Sakālibe’nin Hıristiyan Olması (Basileus Symeon Ve Tuna Bulgaryası’nın Hıristiyanlaşması)” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 224, Ekim2016.
-          ŞİMŞİR,  N. B. Bulgaristan Türkleri(1878 - 1985), Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986.
-          TÜRBEDAR, E. “Bulgaristan’ın Türkiye İkilemi”, TEPAV, 2010.
-          ÜREN, U. “İrnek’in Hunları ve Bulgarlaşma Hadisesi”, Tarih Okulu Dergisi, Mayıs-Ağustos 2010, sayı: VII.
-          YALÇINER, C. “Türkiye-Bulgaristan İlişkileri”, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisadi Ve İdari Bilimler Ana Bilim Dalı Ve Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı,Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2016.
-          YILMAZ, R.
“Jivkov Döneminde Bulgaristan Türkleri Ve Türkiye’ye Göç Olayı (Türk Basınına Göre)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008.

24 Mart 2022 Perşembe

İstanbul-Bursa-İzmir’deki Balkan göçmenleri ve Karamanoğulları

 

                                                                                                       Fehmi ENGİNALP / Belgesel Tarih

Başlık sizi yanıltmasın. Sözünü ettiğim İstanbul, Bursa ve İzmirli Karamanlılar, son yıllarda Karaman’dan buralara göçenler değil. Karamanoğullarının Osmanlı’ya yenilmesinden sonra Balkanlara sürülen fakat Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyet döneminde Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan ve başta bu illerimize yerleşen Karaman kökenli göçmenler.
Önce şunu belirtmekte yarar var. Anadolu tarihine baktığımızda Karamanlılar ve Karamanoğulları adıyla iki ayrı topluluğun varlığını görürüz. Bunlar çoğu kez karıştırılır ya da aynı halkmış gibi düşünülür. Oysa değildir. Karamanlılar, Roma döneminde Niğde, Ereğli, Aksaray, Karaman, Konya, Akşehir dolaylarında yaşayan Türkçe konuşan ama inançları Ortodoks olan Balkanlardan gelip Anadolu’ya geçen Türk boylarından biri. Büyük Mübadele (1923) sırasında Rum yurttaşlarımızla birlikte yaşadıkları topraklardan koparılıp Yunanistan’a gönderilen Anadolu’nun kadim topluluklarından biri.
 
BALKAN GÖÇMENLERİNİN KÖKENİ KARAMANOĞULLARIDIR

Karamanoğulları ise Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya gelen önce Sivas yöresini yurt edinen, sonra Ermenek’in Kamışlı yaylasına yerleşen, daha sonra büyük bir beylik kuran bir Türkmen boyudur.
Bursalı Karamanlılar diye sözünü ettiğim işte bu Türklerdir. Yıllar önce öz yurdundan koparılıp Balkanlara sürülen yıllar sonra Anadolu’ya dönen ve Bursa’yı mesken tutan göçmen yurttaşlarımızdır. Bu hüzün dolu öykünün özneleri onlardır.
Arkamıza yaslanıp 7-8 yüzyıl öncesine şöyle bir baktığımızda neler görüyoruz? Bu tarihsel süreçte neler yaşanmıştır?
Malazgirt Savaşı (1071) sonrası akın akın Önasya’ya gelen Türkmen boyları Anadolu’nun değişik yörelerinde “beylik” ler kurmuş, sonra bunlardan biri, Osmanoğulları tüm beylikleri birleştirip büyük bir imparatorluk kurmuş. Öyle mi? Değil elbette. Bu böyle kolayca kotarılan bir iş olmamış. Kardeş kavgalarının en çetini bu coğrafyada yaşanmış, etnik kavgaların en serti, inanç çatışmalarının en kanlısı bu coğrafyada olmuştur. Bu topraklar ana kız, baba oğul, çoluk çocuk, genç, binlerce insanın kanıyla sulanmış. Anadolu’nun sarı bozkırları kızıla kesmiş. Bu kardeş kavgalarının en büyüğü, en uzun süreni aynı soydan, aynı boydan gelen Osmanoğulları ile Karamanoğulları arasında yaşanmıştır. Aşağı yukarı 200 yıl sürmüştür bu kavgalar. Tarih bilgilerimizi biraz yoklayalım.
 
OSMANLI-KARAMANOĞLU ÇEKİŞMESİ 200 YIL SÜRDÜ
 
Osmanoğulları, Selçuklu’nun son dönemlerinde uç beyi olarak Bilecik-Söğüt dolaylarını yurt edinir. Beyliğin kurucusu Ertuğrul Beydir. Ölünce yerine oğlu Osman geçer. Osman Bey Bizans’ın elinden Bursa’yı alarak orayı başkent yapar. Oğlu Orhan Bey İznik ve çevresini alarak beyliğin topraklarını genişletir. Orhan Bey kendi adına para bastırır. Medreseler açar. Beylik, bir devlete dönüşür.
XIII.yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına doğru Doğu’dan gelip Sivas yöresini mesken tutan bir Türkmen boyu daha vardır. Bunlar yazları Sivas’ta, kışları daha güney ve doğuda geçiren, göçer olarak yaşayan bir boydur. Boyun beyi Sadettin’dir. Sadettin Bey ölünce yerine oğlu Nureddin Sofi Bey geçer. Nureddin Sofi Bey daha çok Sivas, Niğde, Ereğli yörelerinde konaklamaktadır. Bir fırsatını bularak Kilikya Ermenilerinin elinde bulunan Ereğli Kalesi’ni ele geçirir. Bu cesur ve başarılı hareket Selçuklu Sultanının hoşuna gider. Nureddin Sofi Bey, bir süre sonra Sivas Kalesi’ni de ele geçirerek kalenin anahtarını bir bağlılık mektubuyla birlikte Sultan’a gönderir. Bundan büyük mutluluk duyan Sultan Alâeddin Keykubat onu uçbeyi olarak Ermenek ve Mut yöresine gönderir. Ayrıca beyliğini onaylayan bir hi’lat belgesi, kılıç ve alem verir. Nureddin Bey bir süre sonra beyliğinden feragat ederek oğlu Karaman’ı beyliğin başına geçirir. Kendisi de Sivas’taki Baba İlyas’ın yanına gider, ona intisap eder, Vefai tarikatına girer. Baba İlyas’ın müridi olur.
 
GEDİK AHMET PAŞA VE SONUÇ

Karaman Bey güçlü ve hırslı bir beydir. Bir türlü ele geçirilemeyen Ermenek’teki Firan Kalesini alır (1258). Arkasından Larende’yi (Karaman) ele geçirir (1260). Böylece İç Anadolu’nun güneyinde bir beylik ortaya çıkmış olur. Larende’nin ele geçirilmesi Konya’daki Selçuklu Sultanı’nı korkutmuşsa da, Ermenilere karşı savaşta Karaman Bey kendine destek verdiği için Sultan sesini çıkarmadı.
XIV ve XV. yüzyıllar Anadolu’nun zor yıllarıdır.
1299’da kurulan Osmanlı Beyliği egemenlik alanlarını genişletiyor, Anadolu’daki beyliklerin varlığına birer birer son veriyordu. Öte yandan Karamanoğulları da güçlü bir beylik haline gelmiş, bir yandan Selçuklulara karşı ve onları koruyup destekleyen İlhanlılara karşı savaşıyor, öte yandan Babai hareketine destek veriyordu. Bir yandan da Osmanoğullarına karşı savaşım veriyordu.
İki beylik arasında Selçuklu’nun mirası üzerinden büyük bir rekabet yaşanıyordu. Bu rekabet kız alıp vermeyle bir ara sıcak bir ilişkiye dönüşmüş ve yararlı olmuşsa da daha sonra ilişkiler kopmuş, sertleşmiş ve savaşa dönüşmüştü. Her iki taraf da Anadolu’nun tek egemeni olmak istiyordu.
Aralıklarla süren bu savaşların kimisinde Osmanlılar, kimisinde Karamanlılar üstün geliyor, kimi kentler ve yöreler iki beylik arasında el değiştiriyordu.
Bu egemenlik savaşları 1471 yılına dek sürdü. Fatih Sultan Mehmet, uzun süredir kendisine sürekli baş kaldıran Karamanoğulları’ndan kurtulmaya karara verdi. Bunu için en güvendiği komutanlardan biri olan Gedik Ahmet Paşa’yı Karaman’a gönderdi. Gedik Ahmet Paşa iyi bir askerdi, deneyimliydi. Önce Alanya’yı aldı (1471). Sonra Silifke, Mohan ve Gülek’i ele geçirdi. Daha sonra Karaman Beyi Pir Ahmet ve kardeşi Kasım’ı yenilgiye uğrattı. İshak Bey’in karısı ve çocuklarını tutsak aldı. Bu yenilgi üzerine Pir Ahmet Bey Toroslara çekildi.
 
SON KALE MENNAN’IN DÜŞÜŞÜ
 
Kardeşi Kasım’la Ermenek yakınlarındaki Sultanalanı’nda karargâh kurdu. Niyeti burada güç toplayıp Osmanlı’ya kaptırdığı toprakları yeniden ele geçirmekti. Gedik Ahmet Paşa bu planı anlayınca Pir Ahmet Bey’e son darbeyi vurmayı ve onu ortadan kaldırmaya karar verdi. Ama bunun savaş yoluyla zor olacağını ve uzun süreceğini düşünerek hileye baş vurdu. Ona elçi gönderip barış önerdi. Pir Ahmet Bey, öneriyi kabul etti. Fakat konuklarını ağırladığı sırada birden Gedik Ahmet Paşa’nın gönderdiği askerlerin baskınına uğradı. Bunu beklemiyordu. Çevresindeki askerleri direnç göstermediler. Pir Ahmet Bey oradan kaçmayı başardı. Baskından kurtulmuştu. Ama gücünü ve moralini yitirmişti. Karısını ve çocuklarını alıp Ermenek’in en sarp, alınması en güç kalelerinden biri olan Mennan Kalesi’ne gönderdi. Kendisi de kalenin tam karşısındaki Bergüm’e geçerek beklemeye başladı. Ama Gedik Ahmet Paşa kimsenin aklına gelmeyen bir yola başvurdu. Kalenin arkasından kızaklarla topları kaydırarak kaleyi arkadan bombalatmaya başladı. Kale komutanı Yusuf Bey’in dayanma gücü kalmamıştı. Kaleyi Osmanlı askerlerine teslim etmek zorunda kaldı.
Karşı tepeden durumu gören Pir Ahmet Bey acı içinde kıvranarak kendini kayalıklardan aşağı attı. Fakat bir sakız ağacına asılı kaldığı için ölmedi. Karısı ve kızları Konya’ya götürüldü. Kendisi de bir süre sonra iyileşti. Önce Tarsus’a sonra da dostu Uzun Hasan’ın yanına gitti. Uzun Hasan kendisine dirlik verdi. Ama çok yaşamadı. 1474’te öldü. Bu arada Ermenek, Mut, Gülnar tümüyle Osmanlı’nın eline geçti (1475).
 
İSTANBUL VE BALKANLARA SÜRGÜN
 
Bundan sonraki yıllar Karamanoğulları için tam bir yıkım oldu. Binlerce Karamanlı Türkmen önce İstanbul’a, sonra Balkanlara sürüldü. İstanbul’a sürülenlerin bir bölümü Fatih semtine, bir bölümü Aksaray’a yerleştirildi.
Balkanlara gidenlerin sayısı Karaman tarihçisi olarak bilinen Şikari’ye göre 30 binin üstündedir. Aşıkpaşazade Tarihi’ne göre savaş sonrasında binlerce Karamanlı Türkmen, Osmanlı Rum Mehmet Paşa tarafından öldürülmüştür.
Osmanlı, böylece Karaman yöresindeki Türkmenlerin yeniden toparlanıp güçlenmesini önlemiş, Anadolu’nun tek egemeni olmuştu. Öte yandan Bakanların Türkleşmesi ve İslamlaşması yolundaki emellerinde önemli kazanımlar elde etmişti.
XVIII.yüzyıla gelindiğinde artık Osmanlı’nın eski gücü kalmamıştı, sürekli savaş ve toprak yitiriyordu. 1789 Fransız Devrimi ile birlikte tüm Dünya’da ve Balkanlarda ulusal akımlar güçlenmiş, bağımsızlık savaşları başlamıştı. 1829 Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Balkanlarda Bulgarlar, Sırplar da bağımsızlığını elde etmek için silaha sarıldı. Kanlı çatışmalar yaşandı. Balkan Türkleri için tehlike büyüktü. Bu kez buralardan Anadolu’ya doğru büyük göçler başladı.
 
İSTANBUL BURSA VE İZMİR'E DÖNÜŞ
 
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası bu göç dalgası hızlandı. Romanya ve Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle 1,5 milyon Balkan Türk’ü Anadolu’ya göçmek zorunda kaldı. Bu göçler aralıklarla 1910 yılına dek sürdü. Bunlardan 162.028’i de o zamanki adı Hüdavendigar olan Bursa’ya geldi. Gelenler Bursa’da 17 köy ve 15 yeni mahalle oluşturdu.
Balkan Savaşları Osmanlılar için tam bir felaket oldu. Osmanlı Balkanlardaki topraklarının büyük bir bölümünü yitirdi. Bu savaşlardan sonra Bulgaristan’dan 200 bin kişi daha Anadolu’ya göç etti. 1920’ye dek süren bu göçlerin sonunda 413.922 göçmen Anadolu’ya geçti. Bunlarda 8 bini Bursa’ya geldi. Bazı kaynaklar bu sayının 18 binin üstünde gösterir. (1)
Balkanlardan özellikle Bulgaristan’dan gelen göçlerin arkası kesilmedi. 1934’ten sonra Bulgarların Türk arazilerine zorla el koymaları sonunda 1939’da 200 bin dolayındaki Türk Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. 31 Mayıs 1947’de Bulgaristan’ın isteği üzerine yeni bir göç dalgası başladı. Anadolu’ya geçenlerin sayısı 400.000’i  bulunca Bulgaristan isteğinden vazgeçti ve sınırı kapatma kararı aldı. 2 Aralık 1951’de sınır kapıları yeniden açıldı. Ancak 1950, 1951 ve Ocak, Şubat-1952 tarihlerinde 37.851 aileye mensup 154.000 kişi göç etti.(2)
Anadolu’ya gelen göçmenlerin çoğu İstanbul, Bursa ve İzmir’i istiyorlardı. Bursa’ya en çok göçmen Rodoplardan geldi. Onun dışında Kırcaali, Eğridere, Mestanlı ve Koşukavak bölgelelerinden gelmişlerdi. Bunların büyük bir bölümü Bursa’da Adalet, İstiklal, Hürriyet mahallelerinde yeni yapılan konutlara yerleştirildiler. Bunların dışında Kiremitçi, Karaman, Uluyol, Papazçeşme, Elmasbahçe, Ortayol, Sinandede, Davutkadı, Ortabağlar, Kovukçınarı gibi mahallelere yerleştiler.
Göçlerin sonu gelmedi. 1971’de Bulgaristan “Bulgarlaştırma” politikalarıyla yeni bir dönem başlattı. Arkasından “ad değiştirme” politikasıyla yeni bir göç dalgasının kapısını açtı. 2 Haziran 1989 – 22 Ağustos 1989 tarihleri arasında 311.867 göçmen daha Türkiye’ye geldi(3). 1989 göçmenlerinin tahminen 90-100 bini Bursa’ya yerleşti.
Göçmen yurttaşlarımızın çoğu soyunu, sopunu, kökenini Karaman’a dayandırır. Atalarının Karaman’dan Balkanlara göç ettiğini söyler. Konuşma sırasında Karaman doğumlu olduğumu söylediğimde pek çok göçmen yurttaşımız gözlerinin içi parlayarak “biz de Karamanlıyız” derler içtenlikle : “Bizim de kökümüz Karaman” diyerek anlatmaya başlarlar.
 
Kaynaklar

- Bursa’nın Göç Tarihi, Kaplanoğlu Raif, Ozan, Nilüfer Belediyesi Akkılıç Küt.Yay., Bursa, 2014
- Arı, Kemal, Büyük Mübadele, Tarih Vakfı Yurt Yay.,İst.