22 Mart 2022 Salı

Edirne'nin Bulgarlardan kurtarılması, Batı Trakya Türk Cumhuriyeti'nin kurulması, Teşkilat-ı Mahsusa ve Kuşçubaşı Eşref

                                                     Ekrem Hayri PEKER / Belgesel Tarih

Kuşçubaşı Eşref, 1883 yılında doğdu. Ailesi Kafkasya’dan sürülen Çerkeslerdendir. Yurtlarından sürülen Kafkasyalılar kısa bir sürede Osmanlı ordusunda ve devlet
kademelerinde etkili oldular. Abdülhamit zamanında da çok sayıda Çerkes paşa ve devlet yöneticisi olmuştur.
Kuşçubaşı ailesinin yükselme yolunu da saraya yakın bir kişiyle evli olan halaları açmıştır.

Öğrencisi olduğu Kuleli’de bir kavgaya karışan Kuşçubaşı Eşref Bey, Edirne’deki askeri okula gönderilir. Burada ikisi de Çerkes kökenli olan Yenibahçeli Şükrü (Oğuz) ve Süleyman Askeri ile tanışır, arkadaş olur. Eşref Bey, daha sonra Süleyman Askeri’nin amcasının kızıyla evlenecektir. (KUŞÇUBAŞI EŞREF Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı, s.88).
Kuşçubaşı ailesinin evine 1890’larda zoraki bir misafir gelir. Erzincan’da bulunduğu bir cami şerefesinden Sultan Abdulhamit hakkında olumsuz sözler sarf eden Said-i Nursi, Çerkes kökenli Yahya Nüzhet Paşa tarafından İstanbul’a, Mustafa Nuri Bey’in evine gönderilir. Said-i Nursi 1899’da Van’a dönmüştür, 1907’de İstanbul’da, 1908’de Selanik’te görülür.
Kuşçubaşı Eşref Bey, Edirne’deki okulu bitirince tekrar Kuleli Askeri İdadisine girdi. Sonra ailesiyle Hicaz’a sürüldü.
Hicaz’da bin bir maceradan sonra önce babası, sonra kardeşi Hacı Sami Bey’le beraber affedilir. Aydın Vilayetinde oturmaya mecbur edilirler.
Bu konuda geniş bilgiyi “Teşkilat-ı Mahsusa’dan Hacı Sami Bey” kitabımda bulabilirsiniz.

Aydın Vilayetindeyken bir müddet sonra kardeşi Selim Sami Bey’le beraber dağa çıktılar, kurdukları çeteye jandarma subayı Reşit Bey ve kardeşi Ethem Bey de katılırlar.1908’de Meşrutiyetin ilanından sonra tekrar düze inerler ve İT ile temas kurarlar.
Kuşçubaşı Eşref Bey, Cemil Paşa isimli emekli bir subayın kızı ve aynı zamanda Süleyman Askeri Bey’in büyük yeğeni Feride Hanım’la evlenir.  Feride Hanım, oğulları Feridun’un doğumundan kısa bir süre sonra vefat eder.
1909’daki 31 Mart isyanın İzmir’e de yansıması olur. Ancak Kuşçubaşı Eşref Bey, kardeşi Sami Bey, Reşit Bey ve arkadaşlarıyla İsyana destek girişimlerini kısa sürede bastırırlar.
İtalyanlar Libya’ya çıktıklarında Eşref Bey, Doğu Anadolu’daydı.

LİBYA

  •           İtalyanlar uzun süredir Banco Di Roma vasıtasıyla Libya’da yatırım yapıyorlardı. Buradaki haklarını 1887’de Almanlar, daha sonra Avusturya ve Rus Çarlığı, 1902’de İngilizler ve Fransızlar tanıdılar. İtalyanlar, Osmanlı Devletindeki siyasi çekişmeleri fırsat bilerek Osmanlı Devleti’ne 28 Eylül’de ültimatom verdiler. 29 Eylül 1911 tarihinde savaşı başlattılar ve işgale başladılar. Buradaki Osmanlı askerleri Yemen’deki isyanı bastırmak için gönderilmiştir.
    Bu işgal İslam dünyasında büyük tepki topladı. Muhaliflerin vatanı satmakla suçladığı İT mensubu ve taraftarı subaylar direniş için Libya’ya koştular. Osmanlı Devleti’nin üst düzey komutanları genç subayların Libya’ya gitmesine karşıydılar ve önlemek için ellerinden geleni yaptılar.
    İngilizler, işgalin başında Libya’ya giden Türk subaylarına engel oldular. İçlerinde Resneli Niyazi Bey’in olduğu bir gurup subayı geri çevirdiler. Ancak daha sonra Milliyetçi Mısırlılarım tepkisi nedeniyle tarafsız görüntü vermek zorunda kaldılar. Gelen subaylar da İngilizlerin gözüne çarpmamakta uzmanlaştılar.
    1911 yılında İstanbul’daki İngiliz Elçisi Grew, “Orta Doğu’da en büyük rakibimiz İttihatçılardır” dediğini unutmayalım.
    TM konusunda araştırma yapan Eric Jan Zücher, The Unionist Factor:The Kommitee of union and Progres in the Turkish National Movement (Leiden:1982) adlı kitabında Libya’daki durumu “Müslüman Milliyetçiliği” olarak niteler( KUŞÇUBAŞI EŞREF Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı, s, 100).
    Gerek Libya’daki direniş gerekse daha sonra İT’nin fedailiği ve sonrası TM’da çok sayıda subayın oraya gelmesinde çerkesliğin önemli bir faktör olduğunu belirtir (‘Kuşçubaşı  Eşref’, Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı, s, 100).
    İtalyanların Osmanlıdan bir direniş beklememeleri, Bedevilerin Osmanlı’ya karşı oldukları ve kendilerini destekleyecekleri zannı Sirenayka’daki işgalin gelişmesini önlemiştir.  Bu da direniş için gelen Osmanlı subaylarına büyük zaman kazandırmıştır. İtalyanlar, Bedevilere silah ve yiyecek dağıtmıştır.
    İT’nin Manastırda önde gelenleri arasında Enver Bey’in arkadaşı aziz Ali (el-Mısri) de Libya’ya ilk gelen subaylar arasındaydı. Resneli Niyazi İngilizler tarafından geri çevrilen subaylar arasındaydı.  Mustafa Kemal, Ömer Naci, Yakup Cemil ve Sapancalı Hakkı, Kuşçubaşı Eşref ve kardeşi Sami Bey, Süleyman Askeri, Ali Fethi Okyar, Ethem Beyin abileri Reşit Bey ve Tevfik Bey, Enver Bey’in kardeşi Nuri Bey, İzmitli Mümtaz bu kahramanların bir kısmıydı.
    Libya’ya sonradan Irak Başbakanı olacak Nuri Said Paşa, Libyalı Süleyman el Biruni, Şeyh Sunusi, Cezayirli Emir Ali Paşa, Şeyh Salih Tunusi direniş için Libya’ya koştular.
    Süleyman Askeri Libya’yı işgal ettiklerinde Bağdat’ta jandarma subayı idi. Bağdat askeri valisi Cemal Paşa’dır. Cemal Paşa’yla yapılan çeşitli pazarlıklardan sonra Süleyman Askeri birkaç subay arkadaşıyla 3 ay izinli olarak Bağdat’tan ayrılır. Yolda tutuklanmaları için emir gelir. Süleyman Askeri ve arkadaşları medreseli kılığında Mısır’a gelirler.
    1914 yılında tekrar bölgeye gönderildi. İngilizler taarruzunu durdurmaya çalıştı. Sürekli yağan yağmur ve üstün İngiliz ateş gücü Süleyman Askeri’nin akınlarını etkisiz bıraktı. Askerlerinin yarısını kaybeden ve eski müttefiki Arap kabilelerinin hücumuna uğrayan Süleyman Askeri intihar eder. Öldüğünde 38 yaşındaydı.
    Kuşçubaşı Eşref Bey,31 Ekim 1911’de İstanbul’a geldiğinde Enver Bey tarafından İskenderiye’ye çağrıldığını öğrenir. Enver Bey,19 Ekim 1911’de Mısır’a gelmişti. Mustafa Kemal, Ömer Naci, Yakup Cemil ve Sapancalı Hakkı 29 Ekim’de Mısıra ulaştılar.

10 Kasım’da Mısır’a gelen Kuşçubaşı Eşref Bey, İzmitli Mümtaz, Beşiktaşlı Niyazi ve Nuri, Şeyh Salih Tunusi, Cezayir Milli Kahramanı Emir Abdülkadir Cezayiri’nin oğlu Emir Ali Paşa’nın da bulunduğu kalabalık bir grubu Trablusgarp’a gitmeleri için sınırdan geçirdi.
Genç subaylar, kısa sürede aşiret savaşçılarını örgütlerler. İtalyanları işgal ettikleri liman kentlerine hapsederler. Kurtardıkları bölgelerde okullar açmışlar, devlet kurumları kurdular.  Bu direnişte gereken silahın adresi İtalyanlardı. Silah ve cephane İtalyanlarla savaşarak elde ediliyordu. Eşref Bey’in Hicaz’daki tecrübeleri Libya’da çok yararlı olur.

BALKAN SAVAŞI ÖNCESİ 75 BİN ASKERİN TERHİSİ 

Uçakların savaşta kullanıldığı ve yerden açılan ateşle ilk uçağın düşürüldüğü savaş, Libya Savşı’dır.

Libya, II. Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni ortaya çıkaran süreci başlatmış, bir çeşit labaratuvar olmuştur.
1908 Devrimi ve sonrasında genç subayların Libya’daki başarısı önce İngilizleri ürküttü. Osmanlı Devleti’nin anayasal bir devlet olması, Milliyetçiliğin yükselmesi ve emperyalizme karşı tavır almaları İngilizleri ürkütmüştü. Mısır ve Hindistan’da bu devrimin etkili olmasından çok korkuyorlardı. 31 Mart Ayaklanması sonucu İstanbul’a İngiliz yanlıları hâkim olurlar, ancak Hareket Ordusu, İngiliz Elçisinin umutlarını kırar ve isyan çabucak bastırılır.
Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi ve sivil bir 31 Mart girişiminde yer alan iki İngiliz elçilik mensubu yeni elçi tarafından İngiltere’ye gönderilir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, 1911 yılında İstanbul’daki İngiliz Elçisi Grew, “Orta Doğu’da en büyük rakibimiz İttihatçılardır” dediğini unutmayalım.
Genç subayların başarısı Rus Çarlığını da ürkütür. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Sırpların “Yugo-Slavya”, yani “Büyük Slavya” kurma projesine karşıydı.
Rus çarlığı etkili olduğu Bulgar, Sırp ve Karadağ’ı Osmanlı Devleti’ne karşı bir ittifakta bir araya getirir. Bu ittifaka Yunanistan da girer.  İtalyanlarla Ekim başında savaşa ara verilir ve 18 Ekim 1912 tarihinde Lozan’da imzalanan Uşi Antlaşması’yla İtalyanlarla savaş sona erer.
18 Ekim’de Balkan Savaşı patlar (7 Ekim 1912-30 Mayıs 1913). Osmanlı yönetimi o kadar acz içindedir ki savaş öncesi 75 bin askerini terhis eder. Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun geçmesine izin vermediği Sırp toplarına Osmanlı geçiş izni verir.
Savaş, Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sona erer. Yazar Taha Akyol’un dile getirdiği gibi “Harita okumasını bilmeyen” komutanların yönettiği Osmanlı ordusu sürekli olarak yenilir.  Ordumuzu yöneten Alman subayların, Alman asıllı Bulgar kralına ne kadar yardımcı oldukları meçhuldü.
Savaşı kaderini değiştirebilecek tek şey, Selanik’in direnmesi olurdu. Böylece Osmanlı Ordusu toplanabilirdi. Maalesef, ordu komutanları arasında “İttihatçılar”dan kimse yoktu. Keşke Selanik askeri valisi İttihatçı olaydı.
İttihatçılar, iktidara geldikten sonra Enver Paşa, çoğu alaylı, askeri tahsili düşük, rütbelerini saraydan almış beş bin subayı ordudan ayırır.  Bir o kadar subayın rütbelerini indirir. Ordu kendine gelir ve Çanakkale, Balkanlarda, Romanya’da Kut-ul Amare’de kendini gösterir.
BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ
İkinci Balkan Savaşı başlayınca, Babı-Ali darbesiyle iktidara gelen İT’nin Edirne’yi kurtarma fırsatı doğar. Enver Paşa, önce gönüllülerle bir girişimde bulunacak, ordu arkadan devam edecekti. Kuşçubaşı Eşref, kardeşi hacı Sami, Süleyman Askeri, Yakup Cemil’in başında olduğu gönüllülerden oluşan fedai grubu dağ yollarından Edirne’ye sızar ve Edirne kurtarılır. Kaçan Bulgar komutanın beyaz atı padişah Mehmet Reşat’a gönderildi.
Edirne’nin kurtuluşundan sonra Eşref Bey, 10. Kolordu’dan kendi birliklerine takviye olarak 15 subay ve 100 er seçti. Eşref Bey, Koşukavak’tan sonra Mestanlı ve Kırcaali’yi ele geçirdiğinde bu durum İstanbul’u rahatsızlık yarattı. Enver Paşa, 19 Ağustos’ta Eşref Bey’e Koşukavak’tan öteye geçmemesi için telgraf çekti.
Enver Bey’le yaptığı görüşmeden sonra Eşref Bey, harekâtın yönünü Batı Trakya’ya çevirdi. Enver Paşa’dan destek için Süleyman Askeri, Lütfi Fatihi, Bandırmalı İlyas ve İskeçeli Arifi İstedi. Çerkes Reşit ve Yakup Cemil harekatta yer lan gönüllüler içindedir.
Harekât devam ettirilir, Batı Trakya Bulgar işgalinden kurtarılır. 1913 yılında Başkenti Gümülcine olan ilk Türk Cumhuriyet’i kuruldu.
Osmanlı havacıları İkinci Balkan Savaşı’nda başarılı keşif uçuşlarıyla kuvvetlerimize stratejik bir avantaj sağladılar.
Osmanlı Devleti’nin yeni Erkân-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa bu plana karşıydı. İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Erdward Grey, Edirne’yi almaları halinde İstanbul’u kaybedecekleri tehdidini savurdu.
Batı Tralkya’daki Dedeağaç ve Sofulu’nun valileri Ortadoks Rumdu. Batı Trakyalıların oluşturduğu karma bir heyet, İstanbul’a gelerek Talat Bey’le ve Fener Patriği ve Yunanistan Büyükelçiyle görüşerek cumhuriyet için destek istediler.
İT üyesi Emmanuel Karasu, Batı Trakya Resmi Devlet Ajansının tesis edilmesi ve Fransızca-Türkçe olarak iki dilli yayınlanan L’indipendent-İstiklal gazetesinin yayımlanması ile görevlendirildi.
Kurulan geçici hükümet Garbi Trakya Hükümet’i Muvakkataa İslamiyesi adını alır. Hükümet reisi Salih Hoca, genelkurmay başkanı Süleyman Askeri’ydi. Süleyman Askeri, Batı Trakya Cumhuriyeti için milli marş yazmıştır.
Ömrü 45 gün süren bu devlet Bulgarlar, Yunanlılar ve Fransızlar tarafından tanınır, kendi parasını ve pulunu basar. Ancak Cemal Paşa’nın baskısıyla bu cumhuriyet yıkıldı. Batı Trakya Bulgarlara teslim edildi.
Libya, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’ndan süzülüp gelen kadroyu İstiklal Harbinde ön saflarda görüyoruz. Milli Mücadeleyi kazanıp, Türkiye Cumhuriyeti adıyla Modern bir devlet kuran kadro bu mücadeleden çıkmıştır.
SAVAŞI KAYBEDEN YUNANİSTAN'A TOPRAK VERİLİYOR

Yunanistan, kurulduğundan 1900’lü yıllara kadar üç kere iflas etmişti. Osmanlı pazarından kopuk olmanın bedeli ağır olmuştu. Bu yüzden sürekli büyümek için Osmanlı Devleti’ne saldırdı. İngiltere, Napolyon savaşları sırasında işgal ettiği adalarda kurduğu cumhuriyeti Yunanistan’a katmıştı. 93 Harbi sonrasında imzalanan antlaşmayla da Osmanlı Devleti’nden toprak almıştı. 1897 yılında Osmanlı’ya savaş açmış, yenilmiş ama yine toprak almıştı. Bin bir diplomatik oyunla Girit’i Osmanlı’dan koparmış, 1908 devriminden sonra da ilhak etmişti. Bu politikanın mimarı Giritli Venizelos, “Megola İdea” idealini gerçekleştirmek için Ege Bölgesine, İzmir merkezli Aydın Vilayetine Rum göçünü teşvik ediyordu. Yunanistan’ın bağımsızlığından bu yana adalardan bölgeye sürekli göç vardı.
Ege’de Rum nüfusunun bu şekilde artması İT’yi rahatsız etmişti. Bu durumu stratejik bir problem olarak görülüyordu.
Eşref Bey ve kardeşi Hacı Sami Bey ve Celal Bayar Egede, Aydın Vilayetinde görevlendirilirler. Hacı Sami Bey, daha önce bölgede meşhur efelerden Çakırcalı Mehmet Efe’yi takip etmişlerdi.
Eşref Bey’e göre, “Yunanistan’ın Evlilik ve göç yoluyla Yunan nüfusunu arttırmaya yönelik bir politikanın izlendiğine dair kanıtlar olduğunu” ifade etmiştir.
TM’cılar; ekonomik boykotlar, Balkanlar ve Girit’ten gelen göçmenleri Rumların arasına yerleştirmek ve Rum köylerine düzenlenen saldırılarla çoğu adalardan göçen Rumların tersine göçünü sağlamışlardır. Nüfus dengesi savaşın başında Müslümanlar lehine döndü.
İzmir’deki İngiliz Konsolosu, Eşref Bey’den “Enver Paşa’nın koruması altında olan bir Çerkes eşkıyası” olarak bahsetmesi kendine verilen görevi yaptığını gösterir.
Savaş başlamadan önce Eşref Bey’i yeni bir görev bekler, Hindistan ve Türkistan’da ayaklanma çıkarmak.
Eşref Bey, Hacı Sami Bey, Hüseyin Emrullah (Barkan) Bey, Derneli Adil Hikmet, İzmirli Tatar Hüseyin ve Bursalı Gürcü İbrahim (Haklıer) deniz yoluyla Hindistan’a yola çıkarlar. Yolda Birinci Cihan Savaşı başlar. Hindistan’a ulaşınca enterne edilirler. Hintli Müslümanların yardımıyla hapis tutuldukları otelden kaçırılırlar. Eşref Bey, Umman Emirliğine gider. Hacı Sami Bey ve arkadaşları bin bir maceradan sonra Doğu Türkistan’a ulaşırlar.
TM ve Hint milliyetçilerinin isyan için hazırladıkları “Beyaz Mendil” ayaklanması bir mollanın ihbarıyla açığa çıkar.
TÜRKİSTAN İSYANI VE 300 YÜZ BİN ŞEHİT
Doğu Türkistan’a giden TM’cılar 1916 yılındaki Türkistan İsyanında görev alırlar. Ruslar, isyanı bastırmak için cepheden asker çekerler. 300 bin Türk ölmüş, 300 bini Orta Asya’ya sürülmüş, 400 bin kişi Çin hâkimiyetindeki Doğu Türkistan’a kaçmıştır. İsyan, Rusların Almanlara karşı kurduğu cephenin çökmesini sağlamış ve Ekim Devriminin yolunu açmıştır.
Eşref bey, gönüllülerle kanal cephesindedir.  Savaş sürerken Şerif Hüseyin isyan eder ve kendini Hicaz Kralı ilan eder. İngilizlerin desteği ile Kızıldeniz’deki Cidde ve diğer liman kasabalarını ele geçirir. Eşref Bey, bu isyanın, bastırmak için geri döner. Amacı Yemen’deki kolordudan, Umman Emirinden ve ilişkisi olduğu aşiretlerden toplayacağı kuvvetlerle bu isyanı bastırmaktır.
Yemen’deki kolorduya para gönderme operasyonunu yönetir. Yola çıkmak için çok geç kalmıştır. İsyancılarla çarpışır, esir düşer. Ancak diğer grup kolorduya parayı iletir.
Esir kampında Libya’da beraber mücadele ettikleri Aziz Ali el-Mısri ve Nuri Sait‘le karşılaşır. Cemal Paşa’nın yargıladığı Arap milliyetçileri Şam’da idam etmesi tepki uyandırmıştır. Esir kamplarındaki Arap asıllı Osmanlı subaylarının çoğu Şerif Hüseyin’in ordusunda görev alırlar.
Yıllar geçer, İngilizler Irak’a bağımsızlık verirler. Nuri Sait, Irak başbakanı olur. Mihri Belli, anılarını yazdığı “İnsanları Tanıdım” kitabının II. Cildinde şunları yazar. Nuri Sait, Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunmak için gelmek ister. Mustafa Kemal şu cevabı verir, “Sınırı geçer geçmez asker kaçağı olarak yakalatıp, kurşuna dizdiririm” (İnsanları Tanıdım, II, s,138)
İngilizlere teslim edilen Eşref Bey, Mısır’a götürülür. Burada sorguya alınır. Kendisini Ermeni tehciri için suçlayan İngiliz subaylarına şunları söyler: “Yalnız size şunu söylemek isterim ki, eğer hükümetimiz Ermenileri Katliam emrini vermiş olsaydı, İstanbul’dan itibaren Anadolu’da bir tek Ermeni kalmazdı…Niçin Zeytun’da bir hadise oluyor, Urfa’da bazı Ermeniler vuruluyor, Van’da Ermeni kanı dökülüyor da Konya, İzmir, Bursa gibi vesairede neden bir hadise gelmiyor? Nerede Ermeni’nin silahı patladıysa orada Türklüğün mukabelesi görüldü (Fortuna, Benjamin C., Kuşçubaşı Eşref, s, 306-307)
Eşref Bey, Malta’ya sürülür. Malta’da sadece esirler değil, çok sayıda Mısırlı milliyetçide adada yarı esirdir. Esirler arasında Osmanlı vatandaşı Rumlar da vardır. Rahmi Apak, “Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları” adlı eserinde Malta’da esir tutulan Hint milliyetçilerinin Eşref Bey’e büyük saygı gösterdiklerini yazar.
EŞREF BEY MUSTAFA KEMAL'İ DİNLEMİYOR
Mondros mütarekesi imzalandıktan sonra Osmanlı savaş esirleri peyderpey Osmanlı Devleti’ne gönderilir. Eşref Bay, son serbest bırakılan esirler arasındadır. Onu getiren gemi 2 Ocak 1920 günü İstanbul’a ulaşır. Gemiden indiğinde tutuklanacaktır.
Eşref Bey gemiden kaçar. Arkadaşı Yenibahçeli Şükrü Bey’i bulur.  Karakol Cemiyeti ile irtibata geçer. Onlar tarafından Anadolu’ya geçiş bölgesi olan Kocaeli yarımadası komutanlığına atanır. Bölgede Kuvay-ı Milliye adına faaliyette bulunan Yahya Kaptan, İstanbul Hükümetinin gönderdiği askerler tarafından 8 Ocak 1920 tarihinde öldürülmüştür.
Eşref Bey, daha sonra Karakol Cemiyeti tarafından Adapazarı-Bolu yöresinde görevlendirilir. Burada yaşayan Çerkes beylerinin çoğunun sarayla akrabalığı vardı. Ethem Bey gibi “Köle kökenli” oluşu onun için büyük bir handikaptı.
Eşref Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın, “Bölge halkına yumuşak davranması” hakkındaki sözlerine yeterince kulak asmaz. Mustafa Kemal, “Onların ‘biz’ ve ‘İstanbul’ arasında bir sınırda olduklarını, onların dostluklarını kazanmamız gerekir” telkinleri boşa gider.
TM’de bulunmuş Maan ailesinden Maan Şirin’in desteğine rağmen tavır ve davranışlarıyla halktan büyük tepki topladı ve buradaki isyanın başlama sebebi oldu. İsyanın sebeplerinden birisi de Eşref Bey’in halktan zorla yüksek miktarlarda para toplamasıdır.
Eşref Bey’e ilk tavır alan İsmet Paşa’dır. İsmet Paşa, kıta subayıdır. Ne Libya’da ne de Batı Trakya’da yoktur. Ethem Beyle de arasında başlayan problemin kökeninde askeri birliklerin dışındaki silahlı grupları kabul etmemesidir.
Mustafa Kemal Paşa, Eşref Bey’i Ankara’ya çağırır ama gelmez, O gün Maltepe’de bir silah deposunu basar ve ele geçirdiği silahları Anadolu’ya gönderir.  Eşref Bey, bölgeden uzaklaştırılır ama çok geç kalınmıştır. Adapazarı yöresinde bir isyan çıkar.

TRABZON'DA ENVER PAŞA LEHİNE GÖSTERİ
İsyancılar üzerine Çerkes asıllı Mahmut Bey gönderilir. Mahmut Bey, 22 Nisan 1920’de Hendek’teki isyancılarla konuşmak isterken öldürülür. Ethem bey gelir isyanı bastırır. Mustafa Kemal’in uyarılarına rağmen bazı Çerkes beylerini idam eder.
Mustafa Kemal Paşa, Eşref Bey’i Manisa milletvekili olarak Ankara’ya davet eder ama Eşref Bey, “Politikacı değil, askerim” diye reddeder.
Daha sonra Eşref Bey’i 150 savaşçıdan oluşan bir çeteyle Uşağın doğusunda görev alır. 29 Ağustos 1920’de Eşref Bey’i Ankara’da görürüz.
Enver Paşa, boş durmaz. Batum’u mesken tutar. Doktor Nazım yanındadır. Anadolu’ya geçmek için fırsat kollar. Trabzon’da Enver Paşa lehine nümayişler yapılır. Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa Trabzon’a gelir ama sınır dışı edilir. Hacı Sami Bey ve Küçük Talat Paşa (Muşkara), Giresun yöresinde görülür. Ankara’da yeterince İttihatçı milletvekili vardır. Üstelik, eski TM’cı Ethem Bey’in silahlı bir gücü vardır ve bir taburunun adı “Bolşevik” taburudur. Ethem Bey’in itibarı zirvededir.
Enver Paşa’nın Anadolu’ya geçmesi bir iç savaş demektir ve bu da Milli Mücadeleye büyük zarar verirdi.
24 Ekim ve 12 Kasım tarihleri arasında meydana gelen başarısız Gediz Muharebesi çatışmanın ve daha sonra tasfiyenin başlangıcı olur. Nizami ordunun en büyük problemi “Asker kaçakları”dır. Askere alınanların büyük bir bölümü ilk fırsatta nizami ordudan kaçarlar. Batı Cephesi komutanı Ali Fuat Paşa görevinden alınır ve Moskova’ya elçi olarak atanır. Yerine İsmet Paşa getirilir.
Ali Fuat Paşa’ya Moskova’ya giderken Ethem Bey’i de götürmesi istenir. Ethem Bey kabul eder ama gönderilmez. Enver Paşa’yla temas etmesinden çekinilir.
Başarısız Gediz taarruzunun yarattığı gerginlik Ethem Bey’in isyancı 6 Ocak 1921 durumuna düşürülür. Ethem Bey ve abileri Yunanlılardan geçiş izni isterler. Abileri Yunanlılara teslim olur. Ethem Bey az sayıda adamıyla Manyas taraflarına çekilse de Yunan askerlerinin bölgedeki köylülere yaptığı baskı sebebiyle teslim olur.
SONUN BAŞLANGICI VE YUNANLILARA SIĞINMA
Ethem Bey’le Mustafa Kemal arasında ilk bağlantıyı kuran Eşref Bey’dir. Onun da kaderi belli olmuştur. Yunanlılara sığınır ve Söke’deki çiftliğine yerleşir.
Eşref Bey’in Yunan tarafına geçmesi üzerine, küçük kardeşleri Ahmet ve Mekki 1921 Şubat’ında tutuklanıp Konya’da hapsedilirler. Birkaç ay sonra serbest bırakılırlar.
Sakarya Savaşı, Enver Paşa’nın kaderini belirler. Kendisine Türkistan bozkırlarının yolu gözükmüştür. Enver Paşa, yanında Hacı Sami Bey, kaderine doğru yola çıkar.
Savaşın bitiminde Eşref, Ethem ve Reşit beyler sığındıkları Midilli Adası’nda Mustafa Kemal Paşa aleyhtarı faaliyetleri sürdürürler. Eşref Bey ve Ethem Bey, Enver Paşa’nın yanına gitmek isterler ama daha yola çıkmadan Enver Paşa’nın şahadet haberi gelir.
Kuşçubaşı Eşref Bey, 1923 yılında Ethem Bey’in tedavisi için onu Almanya’ya götürür.
1936 yılında Mustafa Kemal’e mektup yazarak affını istemişse de bu isteği kabul edilmez. 1938 yılında Cumhuriyet’in 165. Yılı münasebetiyle çıkarılan af yasasıyla dönmeyi, “Ben yanlış bir şey yapmadım” diyerek ret etti.
1938 yılı sonunda Atatürk’ün ölümünden sonra Reşit Bey, Ethem Bey ve Eşref Bey Türkiye’ye dönmeye cesaret edemezler.
Ülkeden ayrıldıktan kısa bir süre sonra Ethem Bey ve abisi Reşit Bey’le ilişkisini sonlandırdı. Demokrat Parti iktidara geldikten, Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı olmasından sonra hem Eşref Bey hem Reşit Bey Türkiye’ye döndüler. Atatürk’ün ölümünden önce geri dönen Tevfik Bey, 1938-1950 yılları arasındaki sürede göz hapsinde tutuldu. Ethem Bey, 1948 yılında Ürdün’ün başkenti Amman’da vefat etti. Mezarı oradadır.
Anılarının büyük bir kısmını Yazar Cemal Kutay’a vermişti. Kutay’ın evinde çıkan yangında verdiği belgeler yandı.
Kuşçubaşı Eşref, bilip dile getirmedikleriyle köşesinde sessizce 1964 yılında vefat etti. TM’dan geriye sadece Celal Bayar kaldı.
Kuşçubaşı Eşref’in hayatını derli toplu yazan yine bir yabancı oldu. Ailesiyle bağlantı kuran Amerikalı yazar Benjamin C. Fortna’nın yazdığı kitabın ilk baskısı Türkiye’de 2017 yılında yapıldı. (KUŞÇUBAŞI EŞREF Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı, Timaş Yayınevi)
  • KAYNAKÇA
  • - Adil Hikmet Bey, Asya’da Beş Türk, İstanbul,1999,
  • - Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki, İstanbul-2010
  • - Akif, Cemil, I. Dünya Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa, İstanbul-1977
  • - Alpay, Kabacalı, Talat Paşa’nın Anıları, İstanbul-2011
  • - Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul-2004
  • - Apak, Rahmi, Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara-1988
  • - Apak, Rahmi, İstiklal Savaşı’nda Garp Cephesi Nasıl Kuruldu
  • - Aralov, S.İ, Bir Sovyet Diplomatın Anıları, İstanbul-
  • - Atay, Falih Rıfkı, Zeytin Dağı-İstanbul-1998
  • - Artunç, İbrahim Balkan Savaşı, İstanbul
  • - Avcıoğlu, Doğan, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı-İstanbul-1998
  • - Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul-1974
  • - Aydemir, Şevket Süreyya, Enver Paşa, İstanbul-1975
  • - Aydemir, Şevket Süreyya, Suyu Arayan Adam, İstanbul-1976
  • - Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, İstanbul-1991
  • - Bademci, Ali, Türkistan Milli İstiklal Hareketi, Korbaşılar ve Enver Paşa I-II, İstanbul-2008
  • - Bal, Mehmet Akif, Milli Mücadele Döneminde Bekirağa ve Malta Anılar, İstanbul-2007
  • - Bıyıklıoğlu, Tevfik Trakya’da Milli Mücadele Ankara, 1992
  • - Bi Mahmut; Kafkas Tarihi, Ankara-2011
  • - Birinci Doğu Halkları Kurultayı, Bakü 1920 (Belgeler), İstanbul-1999
  • - Bozkurt, Abdurrahman, İtilaf Devletlerinin İstanbul’da İşgal Yönetimi, Ankara-2014
  • - Cebesoy, Ali Fuat, Milli Mücadele Hatıraları-İstanbul
  • - Çeliktepe, Atilla, Teşkilat-ı Mahsusa’nın Misyonu, İstanbul-2003
  • - Cemil, Arif, Birinci Dünya Savaşı’nda Teşkilat-ı Mahsusa, İstanbul-1997
  • - Çiçek, Hikmet. Dr. Bahattin Şakir, İstanbul-2007
  • - Çulcu, Murat, Medine Müdafaası, İstanbul-2006
  • - Dedeoğlu, Ömer. Mustafa Kemal Paşa’nın Gizli Oturum Konuşmaları, İstanbul-2008
  • - Enver Paşa’nın Anıları, Hazırlayan: Halil Erdoğan Cengiz, İstanbul
  • - Esengin, Kenan, Milli Mücadelede ayaklanmalar, İstanbul-2006
  • - Fortuna, Benjamin C., Kuşçubaşı Eşref Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı, İstanbul-2018
  • - Gözütoklu, Murat, Musul Özdemir Harekâtı, İstanbul-2008
  • - Güler, Zafer, Hicaz’dan Gelibolu’ya, İstanbul-2008
  • - Gürer, Turgut, Komitacı Fuat Balkan’ın Anılar, İstanbul-2008
  • - Hafifbilek, Celal, Ankara 1920, İstanbul-1998
  • - Halaçoğlu, Yusuf, Ermeni Tehciri, İstanbul-2010
  • - Hasan Amca, Doğmamış Hürriyet, İstanbul, 1989
  • - Hiçyılmaz, Ergun, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Mit’e, İstanbul-1993
  • - Hiçyılmaz, Ergun, Teşkilat-ı Mahsusa (ve Casusluk Örgütleri), İstanbul-1996
  • - Hiçyılmaz, Ergun, Teşkilat-ı Mahsusa, İstanbul-2014
  • - İlgurel, Mücteba, Milli Mücadele’de Balıkesir Kongreleri, İstanbul-1999
  • - Kabacalı, Alpay, Talat Paşa’nın Anıları, İstanbul-2011
  • - Kağan, Hakan, İmparatorluğun Son Akşamı, İstanbul-2008
  • - Kandemir, Feridun, Rauf Orbay, İstanbul-1965
  • - Kandemir, Feridun, Medine Müdafaası, İstanbul-2012
  • - Karabekir, Kazım, İttihat ve Terakki Cemiyeti, İstanbul-1982
  • - Karabekir, Kazım, Paşaların Hesaplaşması, İstiklal Savaşı’na Nasıl Girdik, Nasıl İdare Ettik, İstanbul-1992
  • - Karaköse, Nejdet, Nuri Paşa, İstanbul-2012
  • - Kaymakam Şerif Bey, Sarıkamış-İstanbul
  • - Kılıç Ali, İstiklal Mahkemesi Anıları, İstanbul-1955
  • - Koloğlu, Orhan, Jurnalcilikten Teşkilat-ı Mahsusa’ya, İstanbul-2013
  • - Kurtuluş, Ümit Batı Trakya’nın Dünü Bugünü, İstanbul, 1973
  • - Kutay, Cemal, Necid Çöllerinde Mehmet Akif, İstanbul 1963
  • - Kutay, Cemal, Anavatanda Son Beş Osmanlı Türkü, İstanbul 1962
  • - Kutay, Cemal, 31 Mart İhtilalinde Sultan Abdülhamit, İstanbul-1977
  • - Kutay, Cemal, Çerkes Ethem Dosyası, İstanbul-1989
  • - Kutay, Cemal, Rauf Orbay, Hayat ve Hatıratım, İstanbul-1997
  • - Mutbay, Mustafa, Kafkasya Hatıraları, Ankara-2007
  • - Nur, Rıza, Hayatım ve Hatıratım, İstanbul-1967
  • - Okar, Mehmet Ali, Osmanlı’nın Balkanlardaki Son On Yılı, İstanbul-2013
  • - Özkan, Tuncay, Bir Gizli Servisin Tarihi MİT, Ankara-1996
  • - Peker, Ekrem Hayri, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Kuşçubaşı Hacı Sami, İstanbul-2011
  • - Peker, Ekrem Hayri, Yeni Bir Cihan İmparatorluğu Kurma Mücadelesi Teşkilat-ı Mahsusa, Ankara-2020
  • - Ramsaur, E.E., Jön Türkler ve 1908 İhtilali, İstanbul-1982
  • - Selçuk, İlhan, Yüzbaşı Selehattin’in Romanı, İstanbul-2010
  • - Sorgun, Taylan, Halil Paşa, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyete Bitmeyen Savaş, İstanbul-2003
  • - Sorgun, Taylan, Mütareke Dönemi, İstanbul-2007
  • - Soysal, İlhami,150’likler, İstanbul-2005
  • - Soysal, İlhami, Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler, İstanbul-2008
  • - Stoddard, P, Teşkilat-ı Mahsusa, İstanbul-1993
  • - Şener, Cemal, Çerkes Ethem Olayı, İstanbul-2000
  • - Şimşir. B.N, Osmanlı Ermenileri, Ankara-2011
  • - Şimşir. B.N, Malta sürgünleri, Ankara-1985
  • - Şiracıyan, Arşavir, Bir Ermeni Komitacının İtirafları-1997
  • - Taçalan, Nurdoğan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul-1970
  • - Tansu, Semih Nafiz, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul-2011
  • - Tetik, Ahmet, Teşkilat-ı Mahsusa, İstanbul-2014
  • - Togan, Zeki Velidi, Hatıralar, İstanbul-1969
  • - Türkgeldi, Ali Fuat, Görüp İşittiklerim, Ankara-2010
  • - Ulubelen, Erol, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul-1967
  • - Uzer, Tahsin Makedonya Eşkıyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Ankara, 1999
  • - Ülkü, İrfan, Enver Paşa, İstanbul-2005
  • - Yalçın, Küçük, Sırlar, İstanbul-2006
  • - Yalçın, Küçük, Gizli Tarih, İstanbul-2006
  • - Yalçın, Soner, Efendi-İstanbul-2005
  • - Yerasimos, Stefanos, Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Sovyet İlişkileri
  • - Yel, Selma, Yakup Şevki Paşa ve Askeri Faaliyetleri, Ankara-2002
  • - Yılmaz, Yunus, Turancı sosyalist Ethem Nejat, İstanbul-2012

20 Mart 2022 Pazar

ŞIPKA SAVAŞI VE AVRUPADA TÜRK TARİHİNİN KIRILMA NOKTASI

     
      Şıpka Geçidi savaşı Bulgaristan özelinde Avrupa topraklarındaki Türk tarihinin kırılma noktasıdır. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı orduları yöneten komutanlar açısından da hem ikbal, hem de acı ve ibretlik sonlarla bilinir. Yakın tarihimizde birçok tarihçinin bile bilmediği çok detaylı ve ayrıntılı bir tarihi olaydır bu savaş. Şıpka yenilgisi Osmanlı’nın Avrupa’daki sonunu hazırlayan en büyük kayıptır. 

      Bu savaşın ikinci adımında Plevne düşmüş, Osmanlı başta Balkanlar olmak üzere devamında da Avrupa topraklarından neredeyse tamamen çıkarılmış, adeta gerisin geriye Anadolu’ya sürülmüştür. 
      Balkan soğuğu ve ayazına aldırmadan Mart ayında beraberimde Sait Öztürk, Levent Elitok ve Gürhan Tarhan Akın olmak üzere Şıpka'yı ziyaret ettiğimizde anladım ki bizim bilmediğimiz ve bize adeta unutturulan, tarihin derinliklerine terkedilen bu olayı bir kez daha irdeleyerek gelecek kuşaklara aktarmayı tarihimize karşı gönül borcu olarak gördüm. 
      Yakın tarihimizde 93 harbi olarak da bilinen bu savaşlar silsilesinin en çetin olanıdır Şıpka savaşı. Şimdiki Bulgaristan sınırları içinde kalan balkan dağlarında, zamanın kuzey ve güney Bulgaristanını birbirine bağlayan tek geçit olan Şıpka geçidinde Osmanlı ve Rus birlikleri arasında 17 Temmuz 1877 ile 9 Ocak 1878 yılları arasında korkunç bir boğazlaşma yaşanmıştır. Rus kuvvetlerine yöredeki Bulgar çeteleri yardım etmiş ve sonuçları itibarıyla Rus birlikleri doğu Bulgaristan'a hakim olup ilerleyişlerini İstanbul Yeşilköy önlerine kadar sürdürmüşlerdir.

YEŞİLKÖY (AYESTEFANOS) ANLAŞMASI

Osmanlı açısından çok ağır bir hezimetin tarihi belgesi niteliğindeki 3 mart 1878 Ayastefanos antlaşması günümüzde hala Bulgaristan’ın Türk esaretinden kurtuluş / bağımsızlık günü olarak kutlanmaktadır. Bu noktada bu gün Şıpka savaşlarını anısına devasa bir anıt kompleks yükselmektedir. Şıpka muharebelerinden sonra savaşa katılan Bulgar çeteciler tarafından gündeme getirilen bir  anıt yapılması fikri, 26 ağustos 1922 tarihinde mimar Atanas Donkov’un  birinci seçilen projesinin hayta geçirilmesi ile ortaya çıkmış. Görkemi ile bize hep burada nasıl hezimete uğradığımızı anlatan bu devasa anıt 26 ağustos 1934 tarihinde dönemin Bulgar Çarı 3. Boris tarafından resmi olarak açılmıştır.
Anıta 999 basamaklı merdivenlerle ulaşılmaktadır, yakın zamanlarda  bir de araç yolu yapılmıştır. 31.5 metre yüksekliğinde, dört katlı yüksek bir kule şeklindedir. Anıtın bir yüzüne Bulgar heykeltraşlar Alexandr Andreev ve Kiril Sivarov tarafından sekiz metre genişliğinde dört metre yüksekliğinde bronz aslan heykeli yapılmıştır. Anıt çevresinde ve içerisinde muharebelerde kullanılan toplartop mermileritüfekler ve madalyalar bulunmaktadır. Giriş katının altında ziyaretçilerin inişine kapalı mermer bir lahit bulunmakta ve lahit içerisinde savaşta ölen Rus askerleri ile Bulgar çetecilerin saçları bulunmaktadır. Anıt bizim de ilğimizi çekse de, bize ait herhangi bir anı anıtı ve yazıtı bulunmadığı için özellikle Bulgarlar ve Ruslar tarafından ilgiyle gezilmektedir.

ÖNCE KAHRAMAN SONRA İDAMLIK

Dediğim gibi anıt içerisindeki bir kaç düğme ve elbise parçası dışında yanına gidip bir kaç dakika bile olsa anabileceğiniz Türklere ait en ufak bir çalışma, yapıt bulunmamaktadır. Bu savaşta Ruslar 5.500, Osmanlılar ise yaklaşık 13 bin kayıp vermişler. Süleyman Hüsnü paşa çarpışmalarda gösterdiği yararlılık nedeniyle önceleri ‘Şipka kahramanı’ olarak anılsa da sonrasında ölüme mahkum edildiği ve yaşamını sürgünde tamamladığı acılarla dolu bir kaderi yaşamıştır.
Plevne'yi savunan ve Gazi Osman Paşa'ya yardım amacıyla Şıpka geçidi denilen bu noktaya ulaşan Osmanlı ordusu Rusların mevzilendiği bu dar ve yüksek rakımlı araziyi bir türlü ele geçirememiş ve Müşir Süleyman Paşa'nın komutasındaki ordunun yaptığı hücumlar bir türlü olumlu sonuç vermemiştir. Plevne'deki orduya lojistik destek ulaştırmak ve Gazi Osman Paşa'yı kurtarmak gayesiyle bu geçidi alarak Rus ordusunun etrafından dolanmak isteyen Osmanlı ordusu tüm çabalarına rağmen hezimet yaşamış, Rus Çarı 2. Alexander ve dönemin Osmanlı hükümdarı Sultan II. Hamid kaderin kendilerine hazırladığı başarı ve yenilginin sonuçlarını yaşamıştır. Özellikle Sultan Hamid saraylarındaki özel telgraf hatları başında, geceler boyu uykusuz kalarak, her hücumun neticesini öğrenmek için beklemeleri ile bilinir.

OSMANLI ORDUSUNUN MEVZİLERİ
TERKETMESİ HALA TARTIŞMA KONUSU

Şıpka Geçidi olayı 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Plevne Savunması hattında gerçekleşen önemli stratejik savaşlarımızdan birisidir ancak tarihçilerin bugün bile tartıştıkları bilinmezlikler ile de anılır. Şıpka Geçidi, Bulgaristan’ın tam ortasında Balkan dağları üzerinde, 1329 metre rakımlı ve askeri açıdan stratejik bir geçittir. General Jozef Vladimiroviç Gurko komutasındaki Rus ordusu, Balkanları aşmak için Şıpka Geçidi’ni aşması gerekiyordu fakat burada 4 bin kişilik bir Osmanlı Ordusu beklenmedik şekilde direniş gösterdi. Uzun mücadelelere rağmen Osmanlı Ordusu’nu yerinden kıpırdatamayan Ruslar, bir sabah uyandıklarında Osmanlı Ordusu’nun mevzilerini terk edip geri çekildiğini hayretle görerek geçitleri ele geçirdiler. Bu olay bugün bile Süleyman Paşa ile Osman Paşa arasındaki rekabete ve ikbal savaşlarına bağlanmaktadır.
Osmanlı Ordusu’nun neden geri çekildiği ve geri çekilme emrini kimin verdiği hala anlaşılamasa da bu sonuç stratejik bir mevkinin düşmana teslim edilmesinin çok ötesinde sonuçlar getirdi. Bu cephenin düşmesi Ruslara Edirne yolunu açmış, Osmanlı’nın Avrupa’da varlığını sonlandıran süreci başlatmıştır. Eğer Osmanlı kurmayları bilmeden geri çekilmişlerse bile bu durum 500 yıl yönettikleri Balkanları tanımadıklarını ve bölgenin topografyasını bilmediklerini göstermektedir.

      ŞIPKA KİLİDİ PLEVNE’NİN DÜŞMESİNE NEDEN OLUYOR

Şıpka Geçidi’nin düşman eline geçtiği haberi alınınca hemen alelacele Süleyman Hüsnü Bey komutasında bir ordu gönderildi. Her ne kadar Şıpka Geçidi stratejik olarak önemli olsa da bu sırada Plevne’de kuşatılmış olan Osman Paşa’ya yardıma gitmek daha önemliydi. Çünkü Osman Paşa’nın kurtarılması bölgedeki askeri kurtaracağı gibi o askerle Şıpka tekrar alınabilirdi. Fakat Süleyman Hüsnü Paşa (Kendisi aynı zamanda iyi bir yazardır. Türkçü kimliği ile bilinir. Dönemin harp okulu kitaplarını yazmıştır.) Şıpka Geçidi’ni almayı tercih etti ve 30 bin askerini boşu boşuna 4 ay burada oyaladı ve bu süre zarfında Osman Paşa yenilerek teslim oldu. Bu durum onu da saldırıya açık hale getirdi.
Osman Paşa’yı yenen Rus ordusu tamamen serbest kaldığından 60 bin kişilik orduyla Süleyman Hüsnü Paşa’yı da yenip Sofya’ya girerler. Tüm Osmanlı Ordusu yenilmiş ve İstanbul yolu açılmıştır. 19 Temmuz 1877 yılındaki Şıpka Geçidi tahliyemiz büyük bir stratejik hatadır. Fakat bu kararı veren komutan veya Şıpka’yı yöneten komutan bilgisine ulaşamadık. Büyük olasılıkla yerel kuvvetlerden olup bölgenin stratejik öneminin çok farkında olmayan alt rütbeden birisidir. Sadece askerlerin çok olumsuz koşullarda olduğu ve bu nedenle tahliye edildiği bilgisi var. Halbuki tahliye edilmek yerine takviye edilseydi Rusları orada durdurabilirdik. Bunun temel nedeni savaşı idare eden savaşı ve bölgeyi bilen genel bir komutanımızın olmaması ve savaşı başkentten yönetmeyi tercih etmemiz etkili oldu. Sonra bölgeye tam yetkili olarak Süleyman Paşa’yı gönderdik fakat Şıpka gibi önemli bir mevzi artık kaybedilmişti.

SÜLEYMAN PAŞA SÜRGÜNE GÖNDERİLİYOR

Süleyman Paşa’nın Şıpka yerine Plevne’ye takviye yapması gerekirken Şıpka’nın stratejik öneminden dolayı buraya yüklenmesi Plevne’yi de düşürdü ve bu düşüş, Şıpka’yı kuşatan Süleyman Paşa’nın kuşatılmasına ve yenilmesine neden oldu. Bence 93 harbi tüm yönleriyle araştırılması gereken önemli bir savaş.
Osmanlı - Rus savaşındaki yenilginin sorumlusu olarak görülen Süleyman Hüsnü Paşa divan-ı harpte yargılanıp idama mahkum edildi. Fakat II. Abdülhamid onu Bağdat’a sürgüne gönderdi ve orada vefat etti. Kaderin cilvesine bakın ki Mithat Paşa’nın ekibinden olan paşamız Kanuni Esasi hazırlanırken Sultan II. Abulhamid’den sürgün cezalarının kaldırılmasını talep etmiş ve bu talebi red edilmişti. Eğer Sultan onun talebini kabul etmiş olsaydı kendisi sürgün edilemediği için belki de idam edilecekti...
Şıpka Geçidi Muharebeleri, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Osmanlı ve Rus birliklerinin çok büyük bir stratejik önemi olan Şıpka Geçidi'ni ele geçirmek üzere yaptıkları dört değişik muharebeden oluşan bir muharebeler dizisidir.


ŞIPKA TEPELERİNDE 4 KEZ SAVAŞILDI
 
Şıpka Geçidi günümüzde Bulgaristan'ın sınırları içinde yer alan Balkan Dağları üzerindeki bir geçittir. Şıpka Geçidi Tuna nehri boylarındaki Rusçuk kentinden başlar ve Edirne'ye kadar uzanır. En yüksek noktasında 1.150 metrelik bir rakıma ulaşan Şıpka Geçidi 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Balkanları aşarak İstanbul'a doğru saldırıya geçmiş Rus ordusu için büyük bir engel oluşturuyordu. Şıpka Geçidi ele geçirildiği takdirde Edirne'ye kadar Rus ordusunun önü açık olacaktı. O yüzden burada Osmanlılar ve Ruslar arasında 4 değişik muharebe yaşandı.
Osmanlı kumandanı Süleyman Hüsnü Paşa 1877 yılının Haziran ayında birliklerini Karadeniz yoluyla Dedeağaç'a nakletti. Sayıları 4.000-5.000 arasındaki Osmanlı orduları Dedeağaç'tan kara yoluyla Şıpka Geçidi'ne ulaştılar. Bu arada Temmuz ayında Rus generali İosip Gurko'nun kumandası altındaki bir birlik Tuna Nehri'ni geçerek Şıpka Geçidi'ne ulaştı.
I. Şıpka Geçidi Muharebesi: (17-19 Temmuz 1877),  Jozef Vladimiroviç Gurko Şıpka Geçidi'ni ele geçirdi.
II. Şıpka Geçidi Muharebesi: (21-26 Ağustos 1877), Osmanlılar Şıpka Geçidi'ni geri almak için taarruza geçtiler ama geri püskürtüldüler.
III. Şıpka Geçidi Muharebesi: (13-17 Eylül 1877), Osmanlıların ikinci bir taarruzu geri püskürtüldü.
IV. Şıpka Geçidi Muharebesi: (5-9 Ocak 1878), Bu sefer İosip Gurko son bir taarruza geçerek Şıpka Geçidi'ni saran Osmanlı ordularını kesin bir yenilgiye uğrattı.

SAVAŞIN MAĞLUBUNA SÜRGÜN, GALİBİNE İSE İKBAL YOLU AÇILDI

Bu muharebelerde yenilgiye uğramasına rağmen savunmada gösterdiği cesaretten dolayı Süleyman Hüsnü Paşa önce Şıpka Geçidi Kahramanı olarak görüldü. Ancak sonradan yenilgiden sorumlu tutularak Taşkışla'da hapsedildi. Bir yıl süren bir yargılamadan sonra idama mahkûm edildi, tüm rütbe ve madalyaları geri alındı; ama cezası daha sonra II. Abdülhamit tarafından sürgüne çevrildi. 14 yıl Bağdat'ta sürgün hayatı yaşayan Süleyman Hüsnü Paşa 1892 yılında orada öldü.
Muharebeleri kazanan tarafın kumandanı Mareşal Jozef Vladimiroviç Gurko ise kont unvanını kazandı. 1879-1880 yılları arasında Sankt-Peterburg kentinin valisi oldu. 1883-1894 yılları arasında ise Rusya'nın işgali altındaki Polonya'nın valiliğini yaptı. 1901 yılında öldü.
Bu savaşlar dizisi sonuçları itibarıyla incelendiğinde Doğu Cephesinde Kars’ın düşmesi, Rumeli’de de Edirne ve Sofya’nın düşmesi ile Osmanlı Devleti tam bir çöküş yaşadı. Sultan, Rus çarına haber gönderip barış isteğini iletti ve barış görüşmeleri Kızanlıkta başladı. Ruslar bazı mevkileri işgal etmek için görüşmeleri geciktiriyordu.

RUSYA’NIN ANLAŞMA İÇİN İLERİ SÜRDÜĞÜ 6 ŞART
  •       Bulgarların çoğunlukta olduğu yerlerde, İstanbul Konferansında alınan kararlar dâhilinde, bir Bulgar Prensliğinin kurulması ve bu prensliğin kendi ordusunu kurması ve Türk askerlerinin Bulgaristan’ı terk etmesi,
  •       Karadağ’ın bağımsızlığının tanınması ve ele geçirdiği topraklara göre Osmanlı Karadağ sınırının belirlenmesi,
  •       Romanya ve Sırbistan’ın bağımsızlığının tanınması, Romanya’ya bir miktar arazi verilmesi ve Sırbistan’ın sınırının düzeltilmesi,
  •       Bosna-Hersek’in bağımsızlığının tanınması ve kâfi derecede teminat verilmesi. Ayrıca Rumeli’de yaşayan Hıristiyan halk için ıslahat yapılması,
  •       Osmanlı’nın belirlenen miktarda savaş tazminatı ödemesi, 
  •       İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nda Rusya’nın hukukunun korunması için Çar ile Sultanın görüşmesi.
Ancak bu ağır taleplere ve koşullara rağmen Rusya, anlaşma imzalanıncaya kadar İstanbul yönünde ilerlemeye devam etti. Rus ordusu İstanbul önlerine kadar gelince İngiltere endişelenip donanmasını Çanakkale Boğazı’na gönderdi, donanma Mudanya önlerine demir attı. Düşman İstanbul’a bu kadar yaklaşınca Sultanın Gelibolu’ya gitmesi gündeme gelir, ancak 2. Abdülhamit bunu kabul etmez.
 
       AVRUPADAKİ 500 YILLIK TÜRK VARLIĞININ SONLANMASI

Anlaşma görüşmeleri için Ayestefanos (Yeşilköy) seçildi, nedeni ise anlaşma sağlanamadığı takdirde İstanbul üzerinde baskı kurmaktır. Önce 31 Ocak 1878’de Edirne ateşkesi imzalanır, 3 Mart 1878 günü 29 maddeden oluşan Yeşilköy (Ayestefanos) antlaşması imzalandı.
Anlaşmanın önemli noktaları şunlardır:
  •          Karadağ’ın bağımsızlığının Osmanlı Devleti tarafından onaylanması,
  •          Sırbistan’ın bağımsızlığının tanınması ve sınırlarının da genişletilmesi,
  •          Romanya bağımsız olacak ve isterse Osmanlı Devletinden tazminat isteyebilecek,
  •          Bulgaristan, Osmanlı Devleti’ne vergi veren bağımsız bir devlet olacak.
  •          Bulgar-Osmanlı sınırını, Rus-Osmanlı Devlet üyelerinden oluşacak bir komisyon belirleyecek.
  •          Bulgaristan’ın vereceği vergi miktarını, Rusya ve Avrupa Devletlerinin kuracağı bir komisyon belirleyecek.
  •          Osmanlı askeri Bulgaristan’ı terk edecek.
  •          Bulgarlar kendi ordusunu kurana kadar ülkede Rus askeri olacak.
  •          Tuna üzerindeki tüm kaleler yıkılacak, Sırbistan, Romanya ve Bulgaristan burada asker bulundurmayacak.  (Böylece Tuna bölgesi askerden arındırılıyor. Bosna-Hersek ile ilgili Avrupa’nın önerisi, Avusturya, Rusya ve Osmanlı arasında görüşülüp 1880’e kadar sonuçlanacak maddesi de vardır.)
  •         Doğu Anadolu’da Ermenilerin olduğu bölgede ıslahat yapılacak ve diğer unsurlara karşı korunacak.
  •         Osmanlı Devleti, son olaylara karışan tabası ile ilgili genel af ilan edilecek.
  •        İran sınırı kesin olarak tespit edilecek.
  •         Osmanlı Devleti, Rusya’ya toplamda bir milyar dört yüz bir ruble tazminat ödeyecek.
(Fakat Osmanlı Devleti’nin mali durumu göz önüne alındığında bu parayı ödeyemeyeceği için karşılığına, Kili, Süne, Mahmudiye, Islakçı, Tulça, Maçin, Babadağ, Hırsova, Köstence, Mecidiye kazaları, Delta Adası, Yılan Adası, Doğu’da ise Kars, Ardahan, Batum, Bayezid, bir milyar üç yüz milyon ruble karşılığında Rusya’ya verilecek, kalan miktarda iki devlet arasında halledilecek.)
  •         Rus vatandaşları diğer milletlere tanınan haklardan yararlanabilecek.
  •      Rus tabasının davaları dostça halledilecek Rusya’ya bırakılan yerlerde Rus tabası mülkünü satıp başka yere gidebilecek. 
  •         İstanbul ve Çanakkale Limanları, Rus limanlarına gelen giden gemiler için açık tutulacaktır.
  •       Anlaşmanın imzalanmasından 6 ay sonra Anadolu toprakları, 3 ay sonra da Bulgaristan hariç diğer Rumeli toprakları boşaltılacak.
  •      Osmanlı Devletine bırakılacak olan yerlerin idaresi Rusların başlattığı biçimde sürecek ve bir müdahalede bulunmayacak.

  •      Barış imzalandıktan sonra taraflar savaş esirlerini serbest bırakacaklar.                                                          
  •       YÜZBİNİN ÜZERİNDE TÜRK VE MÜSLÜMAN                                            KIYIMA UĞRATILDI 600 BİNİ MÜLTECİ OLDU

      Rusya, ağır şartlara sahip olan bu anlaşmaya Avrupa Devletlerinin müdahale edeceğini bildiği için bu anlaşma “Mukaddime-i Sulhiyye” adıyla anılmış ve Berlin Kongresi’nde de beklenildiği gibi değişikliğe uğramıştır.
Tarihinin en ağır anlaşmalarından birini imzalayan Osmanlı Devleti bu sonuçla hem insani hem de mali bakımdan büyük kayıplara uğramıştı.
Tüm bu gelişmelerden sonra Bulgar ve Rus zulmünden kaçan 600 binden fazla Türk ve Müslüman göçmenin başkente gelmesi devleti büyük sıkıntılara sokmuştur. Bu göçmenlerden yüz bin kadarı Anadolu’ya Suriye’ye, Halep’e yerleştirilmişlerdir. Yüz elli bin kadarı, Batı Trakya ve Rodop dağlarına sığınmak zorunda kalmıştır. Elli-altmış bin kadarı da yurtlarına geri döndü. Göçler, Ayestefanos Antlaşması’nın imzalanmasından sonra da devam etti. Birçok köy ve kasaba Bulgar ve Ruslar tarafından yakılıp yıkıldı. Mağlup Osmanlı askeri geri çekilirken onlarla birlikte hareket eden sivillere yönelik Kayacık ve Hasköy civarında Rodop dağlarına sığınmaya çalışan Türk ve Müslümanlara yönelik Rus ve Bulgarlar tarafından büyük katliam yapıldı.


HARMANLI KATLİAMI VE YAŞANILAN DRAM

Süleyman Paşa'nın Filibe'deki yenilgisinin ardından dağınık birlikleri Rodop Dağları'ndan ve Meriç vadisinden aşağıya, büyük ve kaotik Türk mülteci gruplarıyla birlikte çekildi. Yaklaşık 100.000 mülteci grubu, 20.000'den fazla vagonlu büyük bir karavandan oluşan insan Filibe'den çekiliyordu.
Rus ordusu ve Bulgar çetelerinin vahşetinden kaçan bu yüz bine yakın sivil Türkün amacı Edirne'ye sığınmaktı. Ancak Edirne savunma yapmadan Ruslara teslim olunca Yüz bine yakın Türk mülteci Filibe-Edirne arasında ortada kaldı.
16–17 Ocak 1878'de, Harmanlı'nın doğusundaki bir keşif Rus filosu, bu mülteci grupla karşılaştı. Grupta ne kadar geri çekilen asker vardı bilinmemekle beraber dağılan birliklerden mültecilere katılmış askerler görülüyordu. Çalışmayan silahlar, savaş ve yolculuk yorgunluğu ile arada sıkışan grubun kaçabileceği yollar da yoktu.
17 Ocak'ta bir Rus süvari bölüğü Harmanlı'ya girdi ve şehrin tren istasyonundan Osmanlı generallerinin Rus başkomutan Nikolay Nikolayeviç ile barış görüşmeleri için seyahat ettiği bir trene izin verdi. 19 Ocak'ta bir Rus alayı, Edirne'ye giden yolu açmak için Harmanlı'nın çevresini silahlı mültecilerden ve geri kalan Osmanlı güçlerinden temizleme emri aldı. Rus kaynaklarına göre olaylar kervana yaklaşıldığında, Rus güçleri arabaların arkasına saklanan Türk mülteciler tarafından vuruldu ve Türklerin kaçışı sırasında bazıları Hristiyan köyü Devraliy ile karşılaştı ve köyü yaktı. Türk kaynaklarına göre ise göre kervan, Rus birlikleri tarafından saldırıya uğramasıyla dağıldı. 
Çokça yaşlı ve çocuğun bulunduğu bir grubun istihkamlı bir Rus birliğine saldırmış olma ihtimali olamamakla birlikte dağılan gruplar kaçacak fırsat bile bulamadılar. Yol yoktu ve süvariler karşısında öküzlerin çektiği kağnılar çok yavaştı. Çok az araba dağlara kaçabildi, yaşlılar, hastalar ve geride kalan çok genç olanlar dondurucu havada hayatlarını kaybederken arabalarda kalan yaşlılar ise Rus güçleri tarafından katledildi.

     FRANSIZ GAZETECİ DİCK DE LONLAY’IN TANIKLIĞI

Sarambey'de bir grup Müslüman, bütün eşyalarına el koyan ve genç kadınları götüren Rus birlikleri tarafından yakalandılar. Karavanın büyük bir kısmı da komşu köylerdeki Bulgar çeteleri tarafından yağmalandı ve dağlara kaçacak kadar güçlü olmayan geri kalan mülteciler katledildi.
Kervanın dağılmasının ardından Rus komutan General Mihail Skobelev, Batılı askeri muhabirler eşliğinde olay yerine geldi. Fransız gazeteci Dick de Lonlay, savaşın sonuçlarını ve yaşanan vahşeti daha sonra gazetesine anlattı. Fransız gazeteci Lonlay'ın anıları şu şekildedir:
‘’Filibe - Edirne yolu boyunca donmuş insan cesetleri vardı.Sade Hasköy'de 600 donmuş ceset gördüm.
Türk muhacir kafileleri, durmak zorunda kaldıkları kış geceleri sabahında, geride yığınla ölü bırakarak Edirne'ye doğru ilerliyordu.
Birlikte donmuş aileler gördüm: Üstte anne altta çocukların cesetleri vardı. Anne kendini soğuğa siper etmişti ama hiçbiri kurtulamamıştı.
5-6 kişinin sarılmış bir şekilde donmuş olduklarını gördüm. Sarılarak birbirlerini ısıtmaya çalışmış olmalılar.
İki genç kız birbirine sarılmış olarak oturuyordu. Görenler onları canlı sanıp yaklaşıyor, donup öldüklerini o zaman anlıyordu.
Bulgarlar ve Çingeneler muhacirlerin ölülerinin ve bazı bazı eşyaların kaldığı mola yerlerine akbaba gibi üşüşüyordu.’’
Lonlay katliamın gelişimini kitabında da şöyle anlatır:
‘’Rus Kazak süvariler muhacir konvoyuna saldırdı. Konvoydaki asker ve siviller karşılık verince sivillerin üzerine top atışı başladı. Süvariler savunmasız yaşlı, kadın ve çocuk herkesi kılıştan geçirdi.
General Skobelev, kalan malzemeleri ve çocuklar dahil hayatta kalan mültecileri toplamak ve Harmanlı'ya geri getirmek için küçük bir Rus müfrezesine emir verdi. Çocuklar, beslenmeleriyle ilgilenen Harmanlı belediye başkanına teslim edildi.
(Ruslar savaşın psikolojik yönünü de unutmayıp katliamın izlerini silebilmek için Avrupa ve Dünya basınına bu durumu çocukları kurtarma olarak aktarır.)
Ruslara göre alınan iyileştirici önlemler, Skobelev'in Rus 30. Piyade Tümeni komutanına gönderdiği telgrafta kaydedildi. Dünya basınına çocuk kurtarıcısı diye yansıyan general şovunu yapmıştı.’’
Diğer yandan İstanbul ve Anadolu’nun bazı bölgeleri bu Rumeli ve Balkan göçleri yüzünden sıkıntılı günler yaşamıştır. Abdülhamid’in Genel Dış Politika Anlayışı padişahlığının ilk yıllarında, Osmanlı için büyük bir felaketle neticelenmiştir.

KAYNAKÇA
- Vahdettin Engin, 2. Abdülhamit ve Dış Politika, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2007, s. 24-25.
- Ö.Andaç Uğurlu, 2.Abdülhamit’in Hatıra Defteri,
- Ulu Hakan mı Kızıl Sultan mı ?, Örgün Yayınevi Kültür Dizisi,İstanbul,Mart,2009,s,255.
Vahdettin Engin, a.g.e,s. 27-30
.- Kemal H. Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 300-335.
- Çabuk, V. (2003). Osmanlı Siyasi Tarihinde Sultan 2. Abdülhamit Han, İstanbul: Emre Yayınları.
- Engin, V. (2007). 2. Abdülhamit ve Dış Politika, İstanbul: Yeditepe Yayınları.
- Turan, M. (2008) 2. Abdülhamit Han Ulu Hakan Mı Kızıl Sultan mı?, İstanbul: Elit Kültür Yayınları.
 - Pakdemir, M. K. (2008). Tarihin En Tartışmalı Padişahı Abdülhamit, İstanbul: Neden Kitap.
- Uğurlu, Ö. A. (2009). 2.Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Ulu Hakan mı? Kızıl Sultan mı?, İstanbul: Örgün Kültür Dizisi.
 - Ortaylı, İ. ve diğerleri (2009). Osmanoğulları ve Aydınların Anlatımıyla İmparatorluğun Yüzük Taşı 2.Abdülhamit, İstanbul: Yeditepe Yayınları.

      
TR.  WİKİPEDİA.ORG
-  The Congress of Berlin and after, William Norton Medlicott, page 157
- The Russian Army and Its Campaigns in Turkey in 1877-1878, F. V. Greene, page 360
-  http://www.runivers.ru/lib/book8944/479852/%7C 18 Şubat 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. "A collection of Materials on the Russo-Turkish War of 1877-1878 on the Balkans, 74th edition, Actions on the Southern Front 1–19 January 1878 (Advance to Adrianople and Constantinople), 1911"
- "Notre Armée. par DE LONLAY Dick: bon Couverture rigide (1890) | Le-Livre". www.abebooks.fr (Fransızca). 29 Mart 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Mart 2021.
-  http://www.runivers.ru/lib/book8944/479852/ 15 Aralık 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. | „A collection of Materials on the Russo-Turkish War of 1877-1878 on the Balkans, 74th edition, Actions on the Southern Front 1–19 January 1878 (Advance to Adrianople and Constantinople), 1911” 
        Ek okuma
-          Accounts and papers of the House of Commons, 1878, page 62
-          The Library magazine, 1880, page 141

27 Şubat 2022 Pazar

BRTK GÜNDEM BELİRLİYOR


Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop Rumeli Balkan Türkleri 'nin çatı ögütlenmesi Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Genel Başkanı Sabri Mutlu ve Genel Sekreter Sami Ömer'i kabul ederek soydaşlar hakkında kapsamlı bir görüşme yaptı. TBMM'nin İstanbul Beşiktaş'ta bulunan ofisinde gerçekleşen görüşmede BRTK yapılanması ve faaliyetleri başta olmak üzere Balkan ülkelerinin Türkiye ile işbirliği noktasında yürütülen çalışmalar ele alındı. Kendisi de bir Balkan göçmeni olan Şentop bölgedeki Türk ve müslümanların durumları ile yakından ilgilenirken özellikle çocuklar ve gençler hakkında oluşturulan projelere odaklandı. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişiminin de ele alındığı görüşmede gündemin en ağırlılı konusu yaşanan savaş nedeniyle magdur olan Ahıska, Tatar ve Gagavuz Türkleri idi.

RUSYA'NIN UKRAYNA İŞGALİ İNSANLIK ADINA UTANÇ VERİCİ

Vladimir Putin'in emri ile Ukrayna'ya giren Rus birliklerinin işgali Batı dünyasını ayağa kaldırdı. Çeşitli ülke liderleri ve STK Başkanları pervasızca gerçekleşen işgali kınamaya devam ederken bir tepki de soydaş camiasından geldi. Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu (BRTK) Genel Başkanı Sabri Mutlu konu hakkında yaptığı açıklamada Rusya'ya tepki göstererek Ukrayna'nın işgalini şiddetle kınadı. Açıklamasında Ukrayna'da yaşayan kardeş Ahıska, Kırım ve Gagavuz Türkleri'nin yaşamlarından endişe duyduklarını ifade eden Başkan Mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları dahil bölgedeki tüm soydaşların yaşamlarının tehlike altında oldugunu söyledi. İşgali insanlık adına utanç verici olarak niteleyen Başkan Mutlu' nun açıklaması şu şekilde;

"BRTK olarak yakın coğrafyamıza cereyan eden gelişmeleri kaygı ve üzüntü ile takip etmekteyiz. Rusya’nın Ukrayna topraklarında girişmiş olduğu askerî harekâtı şiddetle kınıyoruz ve bir an evvel bu harekâtın durdurulmasını talep ediyoruz. Öncelikle tüm vatandaşlarımız ve soydaşlarımız olan Ukrayna’da yaşayan Ahıska, Kırım ve Gagavuzya Türklerinin can güvenliklerinin temini adına yetkili makamlar ile görüşmelerimizin devam ettiğini ve bu süreçte vatandaşlarımızın en az hasarla güvenliğini sağlayabilmek adına tüm gücümüzle çalıştığımızı belirtmek isteriz. 21. asırda bağımsız bir devletin egemenliğine karşı yapılmış olan bu harekâtın insanlık adına utanç verici olduğu aşikârdır. Tüm halklar adına bu sürecin bir an önce barış ile çözümlenmesini ümit etmekteyiz.