3 Şubat 2021 Çarşamba

BULGARİSTAN’DA SAHTE 'RAMBO' PASAPORTU ELE GEÇİRİLDİ

Bulgaristan’da çökertilen kalpazanlık çetesinin hazırladığı sahte evrakların arasında "Rambo" filmiyle ün kazanan Hollywood yıldızı Sylvester Stallone adına düzenlenen sahte turistik pasaport bulundu.

Özel Savcılığın (SP) yayınladığı bildiride, Örgütlü Suçlarla Mücadele Genel Müdürlüğünün (GDBOP) operasyonunda, Karadeniz sahilinde “Slınçev Bryag" tatil merkezinde bir adrese yapılan baskın sonucu yüklü miktarda sahte evrak ve para ele geçirildiği belirtildi. ABD’nin Gizli Servis ajanları ile iş birliği ile yapılan operasyonda, 295 bin 800 avro ve 340 bin 750 dolar değerinde banknot, evraklar ve teçhizat bulundu.

Olayla ilgili başkent Sofya’nın yanı sıra Burgaz, Filibe, Pazarcık ve Şumnu kentlerinde 30’u aşkın adreste arama yapıldı, sabıkalı 4 Bulgaristan vatandaşı gözaltına alındı. Özel Savcılık, kalpazanlık çetesinin hazırladığı evrakların arasında, üretiminin yüksek kalitesinin “reklam kanıtı” olarak kullanılan, ünlü sinema yıldızı Sylvester Stallone adına düzenlenmiş sahte turistik Bulgaristan pasaportuna da rastlandığını duyurdu. Gözaltına alınan sabıkalı şahısların, 2018 yılında yine Slınçev Bryag’da diğer bir operasyonda ortaya çıkarılan sahte evrak matbaası işlettikleri, haklarında soruşturma işlemleri sürerken, yeniden ve daha gelişmiş teknolojiyle kalpazanlık işi yaptıkları öğrenildi.

Bosna Hersek’te Dayton Barış Anlaşması üzerinden yürütülen siyasi güç mücadelesi batı ülkelerini birbirine düşürdü

Bosna Hersek’te barış, bir kez daha, 1990’larda yaşanan şiddet olaylarını “insani” bir mesele olarak gören ve soykırım dehşeti karşısında “çevreleme” politikaları güden ülkelerin elinde.

Araştırmacı haber portalı Istraga, 2020’nin son haftasında Almanya’nın Bosna-Hersek’teki Avusturyalı Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun yerine başka birini tayin ettirmeye çalıştığını iddia eden bir makale yayımladı. Bu haber üzerine Bosna’da pek çok kişi büyük bir şok yaşadı. Bosna-Hersek Yüksek Temsilcilik Ofisi (YTO) Dayton Barış Anlaşması kapsamında, anlaşmanın “sivil alanda uygulanmasını” denetlemek üzere kuruldu. Bosna-Hersek’teki en güçlü uluslararası kuruluş olan YTO, yakın geçmişte Bosna’daki kurumsallık inşası sürecinde mühim roller oynadı. Ancak Angela Merkel’in şansölyeliğinin başlangıcından bu yana, YTO’nun rolü büyük ölçüde Sırp ayrılıkçılar ve Hırvat siyasetçilerin ülkenin barış ve istikrarını baltalamaya yönelik gittikçe artan cüretkâr girişimlerine ilişkin kamuoyu endişelerini dile getirme işlevine indirgenmiş durumda.

Istraga’da çıkan haber bir dizi nedenden ötürü ziyadesiyle şaşırtıcı oldu. İlk olarak, Almanya’nın bölgedeki Avrupa Birliği (AB) politikasına tahakküm etmek için (aralarında ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın da bulunduğu NATO üyelerinden müteşekkil gayriresmi bir grup olan) Quint’in diğer NATO ve AB üyesi mensuplarının arkasından iş çevirdiği belliydi. İkincisi ve daha da önemlisi, Almanya’nın yeni bir Yüksek Temsilci atama konusunda onayını almak için Rusya ile ayrı bir anlaşma yaptığı ortaya çıktı. Rus yetkililer on yıldan fazla bir süredir YTO’nun güvenilirliğini zayıflatmak için ter dökerek, defalarca kapatılması çağrısında bulundukları için, böyle bir anlaşmanın nasıl bir şey karşılığında yapılmış olduğu konusu gerçekten huzur kaçıran cinsten. Yaraya tuz-biber eken şey ise anlaşmanın, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un yakın tarihte Bosna’ya gerçekleştirdiği tartışmalı ziyaretten hemen sonra ortaya çıkmış olması. Son olarak ise yeni Yüksek Temsilci olması planlanan Christian Schmidt, birçokları için şüphe uyandıran bir tercih gibi görünüyor. Russland-Versteher (kelimenin tam anlamıyla “Rusya’yı anlayan”) şeklinde mimli birisi olmasına ek olarak, Schmidt’in hem Hırvatistan hem de Bosna’da iktidardaki Hırvat milliyetçi partileriyle güçlü bağları var. Hatta bir Alman yetkili olarak, bir kısmı Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından insanlığa karşı suçlardan hüküm giyen siyasi ve askeri şahsiyetlere tevcih edilmiş Hırvat devletinin “Ante Starčević Nişanı” ile ödüllendirildi.

ABD'ye karşı ön alıcı hamle

Istraga tarafından yayınlanan ilk haber Alman günlük gazetesi Tageszeitung’un yanı sıra saygın Alman gazeteci ve Balkan uzmanı Michael Martens tarafından da birkaç gün içinde doğrulandı. Martens daha sonra, Bosna’da barışa yönelik en büyük tehditlerin, AB muhalefeti karşısında başarılı olamayacak olan “ABD’nin dayattığı anayasal ‘çözümler’ ” olduğuna dair bir tweet attı. ABD’nin Joe Biden yönetiminde Bosna’ya geri dönüş yapması beklentilerine karşı bariz bir ön alıcı püskürtme hamlesi olan bu adım, Alman şansölyeliğindeki entelektüel iklime dair de epey aydınlatıcı bir gösterge vazifesi görüyor. Ne ilginçtir ki, Alman yetkililer ABD’nin bölgedeki müdahalesini kötülese bile, Alman hükümeti eş zamanlı olarak Almanya’daki Amerikan askeri varlığını korumaya yönelik lobi faaliyetleri için milyonlar harcıyor. “Erkek kaza uyan dişisine de uyar” diye bir laf vardır; ABD askeri ve siyasi varlığının aynı anda, Almanya için bir güvenlik avantajı oluştururken nasıl olup da Bosna-Hersek’te “barışa yönelik bir tehdit” oluşturabildiği ise had safhada müphem bir mesele.

Almanya’nın yeni bir Yüksek Temsilci için bastırması, AB’nin, daha da baskın bir şekilde, Birleşik Krallık güçlerini Bosna’daki ALTHEA askeri misyonundan dışlamaya yönelik çabalarına eşlik etmekte. “Ufukta” olarak bilinen bu gücün dahilindeki Birleşik Krallık birliği, acil durumlarda hızlı bir şekilde konuşlandırılmak üzere hazırlanmış tabur büyüklüğünde bir birimdi. Bir caydırıcı unsur olarak taşıdığı etkiye rağmen bu tabur artık misyonun bir parçası değil. Bosna Hersek’te barış, bir kez daha, 1990’larda yaşanan şiddet olaylarını “insani” bir mesele olarak gören ve soykırım dehşeti karşısında “çevreleme” politikaları güden ülkelerin elinde.

Almanya'nın hamleleri yıkıcı sonuçlar doğuruyor

Almanya’nın, en azından son on yılda, Bosna-Hersek’te pek de iyi niyetle hareket etmekte olduğu söylenemez. Angela Merkel’in birbiri ardınca kurduğu hükümetler, ülkenin hastalıklarına çarenin daha fazla [ırklar arası] ayrılık, daha fazla “apartheid”da yattığı düşüncesini yaymak suretiyle Bosna’nın liberal ve sivil bir demokrasi olarak ilerlemesinin engellenmesi çabalarına yardımcı oldular. Almanya, Bosna’nın, çok büyük zorluklarla elde tuttuğu beşerî sermayesini kaybetmesi pahasına nitelikli yabancı işgücünden yararlanmak için bile-isteye Bosna-Hersek tarihindeki en yıkıcı beyin göçlerinden birini de harekete geçirdi. Alman işgücü piyasasının muazzam baskısı, çok daha güçlü ekonomileri bile felce uğratırdı. Bosna-Hersek vatandaşları Avrupa işgücüne “aman efendim, yeter ki buyurun!” şeklinde bir coşkuyla dahil edilirken, geride bıraktıkları ülkeleri, Avrupa’nın dış çeperlerinin de en dışına itilmekte. Bu dinamikler, kendi kendini devindirip sürdüren kısır bir döngü olarak işlev görüyor: Avrupa topluluğundan dışlanma, işlevsizlik doğuruyor; işlevsizlik ümitsizlik doğuruyor; ümitsizlik ise sayıları giderek artan nitelikli genç erkek ve kadınları ülkelerini terk ederek Almanya’ya gitmeye itiyor.

Bu en son Alman hamlesi, Joe Biden’ın ABD’nin yeni başkanı olarak yemin etmesinden sadece haftalar önce gerçekleşti. Biden yönetiminin Balkanlar’a dönük daha sağlam bir yaklaşım benimseyeceği yönündeki yaygın beklentiler süredursun, Almanya’nın son eylemleri, bölgedeki müstakbel ABD girişimlerini köreltmeye yönelik aceleci ve prematüre birer girişim yahut anayasal reform çabaları gibi görünüyor. Rus faktörü de çok dikkat çekici; tüm bu olaylar dizisine etki alanları üzerinde oynanan büyük güç oyunları havası veriyor. Hatta bazı Bosnalı yorumcular bu en son düzenlemeye “Molotov-Ribbentrop Paktı 2.0” adını bile verdiler. Bu benzetme, tam nokta vuruş olmamakla ihtiva ettiği eksikliği bölge bazlı anlaşmalara yönelik yerel iştahları kabartma potansiyeliyle telafi ediyor. Bölgedeki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullar kötüleşmeye devam ederken, Avrupa’ya basit bir tarihsel gerçeği hatırlatmakta fayda var: yatıştırma siyaseti işe yaramıyor. 1990’larda işe yaramadı. 1940’larda da işe yaramamıştı. Ve günümüzde yeniden dirilmekte olan Sırp ve Hırvat milliyetçiliklerinin yatıştırılması çabaları da kesinlikle hiçbir işe yaramayacak. (Dr. Emir Suljagić)


[Dr. Emir Suljagić, Srebrenica Soykırım Anıtı Merkezinin müdürüdür. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümünde yarı zamanlı öğretim üyesi olan Dr. Suljagić, ayrıca iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence - Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” ve “Postcards from the Grave”]

[Bosna Hersek Federasyonu’nda kısa bir dönem Enerji Bakanlığı yapmış olan Reuf Bajrović halihazırda Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan US-Europe Alliance’ın eşbaşkanlığını yürütmektedir]

ARNAVUTLUK’TAKİ YATIRIMLARIMIZ 1 MİLYAR DOLARA YAKLAŞTI

Ticaret Bakanı Pekcan, Türkiye-Arnavutluk Ticaret ve Sanayi Odası Forumu 1. Ekonomi Konferansı'nda, Türk firmalarının Arnavutluk'ta gerçekleştirmiş oldukları yatırımların piyasa değerinin 1 milyar dolara yaklaştığını söyledi

Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, Türk firmalarının Arnavutluk'ta gerçekleştirmiş oldukları yatırımların piyasa değerinin 1 milyar dolara yaklaştığını belirterek, "Bu sayının daha da artması için önemli fırsatlar var. Sanayide, turizmde, tarımsal teknolojilerde ve altyapı yatırımlarında önemli iş imkanları olduğu açıktır." dedi.

Bakan Pekcan, Türkiye-Arnavutluk Ticaret ve Sanayi Odası Forumu 1. Ekonomi Konferansı'ndaki konuşmasında Arnavutluk Başbakanı Edi Rama'nın Türkiye'ye 6-7 Ocak'ta gerçekleştirdiği resmi ziyaretten sonra iki ülke arasında İş ve Yatırım Forumunun düzenleniyor olmasını oldukça önemli gördüğünü ifade etti. Pekcan, iki ülke arasındaki ilişkilerin stratejik ortalık seviyesine çıkarılmasına yönelik bildirinin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rama arasında imzalandığını hatırlattı.
Türkiye ve Arnavutluk arasındaki sağlam dostluğun köklü temelleri olduğunu dile getiren Pekcan, şunları kaydetti: "Amacımız, ticarette ve yatırımlarda dostane ilişkilerimize yaraşır bir iş birliği seviyesini temin etmek ve pek çok ortak projeye birlikte imza atabilmektir. Her iki ülkenin de Avrupa Birliği (AB) adayı ülkeler olması gerçekleştireceğimiz teknik ve ekonomik iş birliklerine ayrı bir önem kazandırmaktadır. Gerek devletlerimiz, gerekse özel sektörlerimiz arasında yapılacak yeni çalışmalarla en iyi sonuçları almayı ümit ediyoruz."

 "ARNAVUTLUK İLE HER TÜRLÜ İŞ BİRLİĞİNE AÇIĞIZ"

 Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının tüm dünyayı etkisi altına aldığı dönemde sergilenen dayanışma ve iş birliğinin daha da önemli hale geldiğine dikkati çeken Pekcan, "Her iki ülke için de turizm sektörünün önemli sektörler arasında yer aldığını biliyoruz ve maalesef turizm sektörü pandemiden en çok etkilenen sektörler arasında. Bu çerçevede, salgının ekonomik etkileriyle mücadele anlamında Arnavutluk ile her türlü iş birliğine açık olduğumuzun altını bir kez daha çizmek isterim." diye konuştu.

Türkiye ekonomisinin 2020'nin ortalarından itibaren özellikle de son çeyrekte önemli normalleşme emareleri sergilediğine değinen Pekcan, 51,2 milyar dolarlık ihracatla son çeyrekte bugüne kadarki en yüksek çeyrek dönem ihracat rakamının elde edildiğini, 2021 Ocak ayı itibarıyla kapasite kullanım oranının da 75,6 seviyesine yükseldiğini söyledi.
Doğrudan yatırımlar açısından 2020'nin ocak-kasım döneminde salgına rağmen 6,1 milyar dolar giriş olmasının oldukça önemini vurgulayan Pekcan, İmalat Sektörü (PMI) Endeksi'nin, geçen ay yeniden yükselerek 50 seviyesinin üzerinde gerçekleştiğini belirtti.
Pekcan, "Bu tür ekonomik göstergeler bir taraftan gelecekten beklentilerimizi güçlendirirken, bir taraftan da Türkiye ekonomisinin ne kadar dinamik olduğunu, ne kadar sağlam temeller üzerinde gittiğini de en güzel biçimde ortaya koymaktadır." dedi.

BÜYÜK POTANSİYELLER ARZ EDEN BİR ÜLKE

Uluslararası Para Fonunun (IMF) 2020 yılına ilişkin son güncellemelerine göre dünya ekonomisinde ve en önemli ihracat pazarlarında küçülmelerin yaşandığı bir dönemde Türkiye'nin, "pozitif büyüme sağladığı öngörülen az sayıda ülke" arasında olduğunu dile getiren Pekcan, şöyle devam etti:

"Türkiye bu dinamizmini her zaman komşu ve çevre ülkelerle olan ticaret ve yatırım ilişkilerine yansıtma arzusundadır. Bu anlamda, yeni iş birliği adımlarına ve bölgesel ekonomik entegrasyonlara da açığız. Şüphesiz Arnavutluk da bölgemiz içerisinde hızlı gelişim perspektifi olan bu anlamda önemli bir performans sergileyen ticaret ve yatırımlar bağlamında büyük potansiyeller arz eden bir ülkedir. Bu çerçevede Türkiye olarak Arnavutluk ile ikili ticari ve yatırım ilişkilerimizin derinleştirilmesini oldukça değerli görüyoruz."
Türkiye ile Arnavutluk arasında ticaret hacminin yıllar içerisinde giderek artarak "yarım milyar dolar" seviyesine geldiğini anlatan Pekcan, ticari ilişkilerin gelişimi bakımından 2008'den bu yana yürürlükte olan Serbest Ticaret Anlaşması'nın (STA) önemli olduğunu söyledi. Pekcan, bu hafta içinde STA'nın menşe kurallarının revizyonuna uygun protokolün TBMM Dış İlişkiler Komisyonunda kabul edildiğini belirterek, kısa süre sonra onay sürecinin tamamlanacağını ve yürürlüğe gireceğini bildirdi.
Bunun ticari ilişkiler açısından yeni ve önemli bir gelişme olduğunu vurgulayan Pekcan, şunları kaydetti: "Yenilenen Menşe Protokolü sayesinde firmalarımız Avrupa-Akdeniz ağında, girdi tedarik etme ve işleme bakımından yeni imkanlara kavuşmuş olacaktır. Gelecek dönemde STA'nın olumlu katkıları ile ticaretimizin dengeli, sürdürülebilir ve ortak fayda temelinde gelişmesini, bu çerçevede en kısa sürede 1 milyar dolarlık ticaret hedefini aşmasını ümit ediyoruz."
Pekcan, iki hükümet arasında başlatılan yeni bir teknik iş birliği alanına ilişkin, "Gümrük işlemlerinin etkin, hızlı ve verimli olması Arnavutluk ekonomisi ve dış ticaretinin gelişiminde kritik öneme sahiptir. Sayın Rama'nın son Ankara ziyareti esnasında, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat verdiği talimatlar doğrultusunda Arnavutluk Gümrük İdaresinin modernizasyonu çalışmalarına katkı yapmak üzere tüm imkanlarımızı seferber etmiş bulunmaktayız." ifadesini kullandı.
Bu çerçevede Arnavutluk Gümrük İdaresinin talepleri doğrultusunda gerekli teknik iş birliğini temin etmek üzere Bakanlıktan bir heyetin şubat ayı içerisinde Arnavutluk'a gideceğini bildiren Pekcan, iş birliğinin iki ülke ortaklığı için hayırlara vesile olmasını diledi.

YATIRIMLARIN PEK ÇOK AÇIDAN GETİRİSİ YÜKSEK

Bakan Pekcan, Kovid-19 salgını süreciyle uluslararası firmaların, üretimlerini uzak coğrafyalardan ziyade, kendilerine ve tüketiciye daha yakın coğrafyalarda yapma yönündeki ilgilerinin arttığını söyledi.

Bunun da Türkiye ve Arnavutluk gibi belli coğrafi avantajları olan ülkeler için yeni yatırım fırsatları oluşturabileceğine değinen Pekcan, "Umuyorum her iki ülke de bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilecektir. Türkiye olarak firmalarımızın Arnavutluk'ta yapacağı yatırımların pek çok açıdan getirisi yüksek yatırımlar olabileceğini biliyoruz." dedi.
Pekcan, halihazırda Türk firmalarının Arnavutluk'ta gerçekleştirmiş oldukları yatırımların piyasa değerinin 1 milyar dolara yaklaşmış durumda olduğunu belirterek, "Türk firmaları bugüne kadar Arnavutluk'ta telekomünikasyon, finans, enerji, madencilik ve tarımsal üretim gibi önemli sektörlerde yatırımlar yaptı. Farklı ölçeklerde 600'ün üstünde firmamızın Arnavutluk'ta faaliyet gösterdiğini biliyoruz. Bu sayının artması için önemli imkan ve fırsatlar bulunuyor." ifadesini kullandı.

TURİZM ALANINDA İŞ VE YATIRIM FIRSATLARI

Pekcan, altyapı yatırımları özelinde Türk müteahhitlik firmalarının bugüne kadar Arnavutluk’ta yaklaşık 1,8 milyar dolar değerinde 31 proje tamamladığını belirterek, şunları kaydetti: "Arnavutluk'un gelişen ekonomi ve altyapı sürecine paralel olarak müteahhitlik projelerinin de artmasını arzu ediyoruz. Özellikle Arnavutluk'un öncelikli olarak gördüğü Divjaka Turizm Bölgesi'nin geliştirilmesi, Durres Limanı'nın yenilenmesi, Muria-Milot ve Milot-Fier otoyollarının inşası ve diğer kara yolu, sağlık hizmetleri ve toplu konut projelerini birlikte gerçekleştirmeye hazırız."

Arnavutluk'un, turizm alanında iş ve yatırım fırsatları sunduğuna da dikkati çeken Pekcan, bu alanın pek çok farklı kolunda ortak girişim ve yatırımların söz konusu olabileceğini anlattı.
Pekcan, Trans Anatolia Projesi'nin Arnavutluk'u Şahdeniz sahalarından Balkan ülkelerine ve İtalya'ya bağlayan bir enerji koridoru haline getirdiğine işaret ederek, şu değerlendirmede bulundu: "Gerek bu enerji hattı, gerekse enerjinin dağıtımı anlamında öngörülen her türlü alt ve üst yapı projelerinde de Türk müteahhitlerinin etkin katkı sunabileceğini değerlendiriyoruz. Hidroelektrik ve yenilenebilir enerji yatırımlarında birlikte çalışılması mümkündür. Tüm bu konuları birlikte ele aldığımızda sanayide, turizmde, tarımsal teknolojilerde ve altyapı yatırımlarında önemli iş imkanları olduğu açıktır."

"İŞ İNSANLARI ARASINDA GERÇEKLEŞECEK

 HER TÜRLÜ GİRİŞİMİ DESTEKLEYECEĞİZ"

Söz konusu iş imkanlarının en iyi şekilde değerlendirilmesi için iş insanları arasında gerçekleşecek her türlü girişimi destekleyeceklerini anlatan Pekcan, "Ayrıca, iş insanlarımızın karşılaşabileceği herhangi bir sorunu hızla çözüme kavuşturma ticaret ve yatırımların önünü açmak için gerekli tüm katkıyı sağlama noktasında, iki ülke hükümetleri olarak güçlü bir iradeye sahip olduğumuzu da vurgulamak isterim." dedi.

Pekcan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile muadili Arnavutluk Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği arasında geçen yıl kurulan forumun ilişkilere önemli bir ivme kazandıracağına inandığına değinerek, bu anlamda Türkiye-Arnavutluk İş Konseyi'ne önemli sorumluluk düştüğünü söyledi.
Devlet başkanlarının vizyonları ve destekleri sayesinde ikili ticari ve ekonomik ilişkilerin çok daha ileri seviyelere taşınacağına inandığını dile getiren Pekcan, forumun gerçekleşmesine katkı sunan Arnavutluk Maliye ve Ekonomi Bakanı Anila Denaj, Arnavutluk hükümeti, büyükelçiler, TOBB ve Arnavutluk Odalar Birliğine teşekkür etti.

2 Şubat 2021 Salı

SREBRENİTSA VE DOBOJ SEÇİMLERİ 21 ŞUBATTA

Bosna Hersek Merkez Seçim Komisyonu, Srebrenitsa'da usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle iptal edilen yerel seçimin 21 Şubat'ta yapılacağını açıkladı. Seçimlerin iptal edildiği bir diğer kent olan Doboj'da da seçimler Srebrenitsa ile aynı gün yapılacak.

Bosna Hersek Merkez Seçim Komisyonu (CIK), Srebrenitsa'da "usulsüzlük yapıldığı" gerekçesiyle iptal edilen yerel seçimin 21 Şubat 2021'de yapılacağını açıkladı.

Müslüman Boşnaklara yönelik 1995 yılında soykırım yapılması sebebiyle ayrı bir öneme sahip Srebrenitsa'daki seçimin yeni tarihini açıklayan CIK, 15 Kasım 2020'de düzenlenen yerel seçimlerin iptal edildiği bir diğer kent olan Doboj'da seçimlerin Srebrenitsa ile aynı gün yapılacağını aktardı.
Srebrenitsa ve Doboj'daki yerel seçimin 21 Şubat 2021'de yineleneceğine işaret edilen açıklamada, Travnik'te belediye başkanlığına seçilen adayın aynı gün yaşamını yitirmesi üzerine yenilenecek seçimin ise Nisan 2021'de yapılacağı belirtildi.

SREBRENİTSA'DAKİ USULSÜZLÜK SÜRECİ

Bosna Hersek Savcılığının talimatıyla Bosna Hersek Araştırma ve Koruma Ajansı (SIPA) bünyesindeki özel polis birlikleri, yerel seçimlerde usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle 1 Aralık 2020'de Srebrenitsa'da operasyon düzenlemiş ve çok sayıda kişiyi gözaltına almıştı.

Seçim öncesi ve sonrası Srebrenitsa'daki ana gündem Sırpların usulsüzlük yaptığına dair iddialar olurken, seçim günü Sırbistan plakalı çok sayıda aracın Srebrenitsa'ya seçmen taşıdığı görülmüştü.
Boşnakları tek çatı altında toplayan "Benim Adresim: Srebrenitsa" isimli inisiyatif, seçim günü yaklaşık 200 kişinin sahte belgelerle oy kullandığını ve şehirdeki seçimin iptal edilmesi gerektiğini belirtmiş, iddialar üzerine CIK de soruşturma başlatmıştı.
CIK, 21 Ocak 2021'de düzenlediği oturumda, Srebrenitsa'daki seçim merkezlerinin büyük çoğunluğunda çok sayıda seçmenin geçersiz belgelerle oy kullandığının kanıtladığına hükmetmiş, oy çokluğuyla seçimlerin iptaline karar verilmişti.

Arnavutluk ve Yunanistan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorununu Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'na taşıyor

Yunanistan parlamentosunun İyon denizinde kara sularının 6 milden 12 mile çıkarılmasını öngören yasa tasarısını 20 Ocak’ta onaylamasıyla, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu yeniden gündeme geldi.

Yalnızca Arnavutluk’ta değil, bölgenin birçok ülkesinde en çok tartışılan konulardan biri olan Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu, Yunanistan parlamentosunun İyon denizinde kara sularının 6 milden 12 mile çıkarılmasını öngören yasa tasarısını 20 Ocak’ta onaylamasıyla yeniden gündeme geldi. Son aylarda Arnavutluk’ta çokça tepkiye ve tartışmaya yol açan meseleye ilişkin Yunanistan’ın böyle bir karar alması, Arnavutluk kıta sahanlığındaki münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ve iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi konuları başta olmak üzere birçok soruyu beraberinde getirdi.


Son aylarda Arnavutluk’ta çokça tepkiye ve tartışmaya yol açan meseleye ilişkin Yunanistan’ın böyle bir karar alması, Arnavutluk kıta sahanlığındaki münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ve iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi konuları başta olmak üzere birçok soruyu beraberinde getirdi.

ANLAŞMAZLIĞIN TARİHİ

Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki sınırları belirleyen ilk belge 1913 yılında düzenlenen Londra Büyükelçiler Konferansı’na dayanıyor. Bunun ardından 27 Ocak 1925 tarihinde de iki ülke arasındaki sınırları belirleyen bir protokol imzalandı. Son olarak, Arnavutluk sınırlarına ilişkin nihai karar 30 Temmuz 1926 tarihli Paris Büyükelçiler Konferansı’nda tasarlanarak verildi ve karar Arnavutluk, Yunanistan ve Yugoslavya temsilcileri tarafından imzalandı. Söz konusu kararlar ve protokoller Arnavutluk ve Yunanistan için zorunlu sınır hattını belirlese de, son yıllarda deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu iki ülke arasında çözümlenemeyen bir mesele olarak yer almaya devam ediyor.


2009 yılında Sali Berisha başbakanlığındaki Arnavutluk ile Kostas Karamanlis başbakanlığındaki Yunanistan hükümetleri arasında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da “uluslararası hukuk doğrultusunda tarafların ilgili alanlarının, kıta sahanlığının ve diğer deniz alanlarının sınırlandırılmasına” ilişkin anlaşma imzalanmıştı.

Uluslararası deniz hukukuna ilişkin en önemli belge olarak 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) ön plana çıkıyor. Bu sözleşme öncesinde ise 1958 ve 1960 yıllarında Cenevre’de deniz hukukuna ilişkin iki ayrı BM konferansı düzenlenmişti. Yunanistan UNCLOS’u 1995 yılında, Arnavutluk ise 2003’te onayladı. “Deniz hukukunun anayasası” olarak da bilinen bu sözleşmeye göre, her ülkenin kara sularını 12 deniz mili geçmeyecek şekilde genişletme hakkı bulunuyor. Ancak söz konusu sözleşmede, bu hakkın uygulanmasını düzenleyen ve sınırlayan başka hükümler de var. İşte bu hükümler, Arnavutluk ve Yunanistan kıyılarının özellikleri ile Korfu, Lazaretto, Ereikoussa ve Othonoi gibi bazı Yunan adalarının sahip olabileceği durum ve ayrıntılar hakkında hukuki tartışmalara ve farklı yorumlara neden oluyor. Deniz yetki alanları sorununun çözümü için, tarafların ilgi ve isteklerinin ötesinde, bağlayıcı olan belirli kural ve ilkeleri dayatan uluslararası hukuk normları söz konusu.

Tartışmalı bir diğer husus, denizcilik sözleşmesi kapsamında bir anlaşmanın gerekli olduğu MEB sınırlandırması. Hem Arnavutluk’un hem de Yunanistan’ın taraf olduğu UNCLOS’a göre, kıyıları birbirine bakan veya birbirine bitişik kıyılara sahip devletler arasında, MEB sınırlandırması uluslararası yasalar temelinde mutabık kalınan bir anlaşma temelinde gerçekleştirilir. Kıyıları birbirine bakan veya birbirine bitişik kıyılara sahip devletler arasındaki kıta sahanlığı sınırları da bu temelde gerçekleşir.
Uluslararası deniz hukukunun yukarıda bahsedilen tanımları ve aynı zamanda Arnavutluk ve Yunanistan kıyılarının özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, karasularının genişletilmesi için, özellikle Yunanistan’ın küçük adalarının karasuları veya kıtasal karaya göre statüsü konusunda tarafların mutabakatı gerekiyor. Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki bu mesele, Arnavutluk’taki uluslararası hukuk uzmanlarının “küçük bir adanın kıtasal karayla eşit haklara sahip olamayacağını” bildirmeleriyle daha da tartışmalı hale geliyor.


UNCLOS’un 15’inci maddesine göre, “İki devletin sahilleri bitişik veya karşı karşıya olduğunda, aralarında aksine anlaşma olmadıkça, bu devletlerden ne birinin ne de diğerinin kendi karasularını, bütün noktaları bu iki devletin her birinin karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatların en yakın noktalarından eşit uzaklıkta bulunan orta hattın ötesine uzatmaya hakkı yoktur”.

İyon denizi ve Ege denizinde birçok adanın Arnavutluk veya Türkiye’nin ana karasına yakın olduğu göz önünde bulundurulduğunda, durum Yunanistan için daha da karmaşık hale geliyor. Bu nedenle karasularının genişletilmesi veya deniz alanlarının bölünmesi konusunda tarafların, yani Yunanistan ve komşularının anlaşmasını gerektirecek bir durum ortaya çıkıyor.

ARNAVUTLUK-YUNANİSTAN 

(2009) ANLAŞMASI VE İTİRAZLAR

Arnavutluk’ta komünist rejim döneminde (1944-1991) ihmal edilen deniz yetki alanları sorunu, rejim yıkıldıktan sonra gündeme alınarak resmi müzakereler süreci başlatılmıştı. 2009 yılında Sali Berisha başbakanlığındaki Arnavutluk ile Kostas Karamanlis başbakanlığındaki Yunanistan hükümetleri arasında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da “uluslararası hukuk doğrultusunda tarafların ilgili alanlarının, kıta sahanlığının ve diğer deniz alanlarının sınırlandırılmasına” ilişkin anlaşma imzalanmıştı.

Bahsi geçen anlaşmaya, o dönem muhalefette olan Arnavutluk’un mevcut Başbakanı Edi Rama’nın genel başkanlığını yaptığı Sosyalist Parti (PS) tarafından itiraz edilmişti. PS anlaşmanın anayasaya aykırı olduğunu savunarak Arnavutluk Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. PS incelemenin ardından reddedilen ve meclisten onay alamayan anlaşmaya ilişkin, “Arnavutluk ile Yunanistan arasında deniz alanları sınırının daha önce belirlendiği için yeniden belirlemenin gerekli olmadığı” ve “anlaşmanın müzakere ve hazırlık sürecinin gizlice, şeffaflık olmadan gerçekleştirildiği” iddialarını öne sürmüştü. PS o dönemde, Arnavutluk’un temel çizgisinin önceden belirlenmediğini öne sürerek, bunun kıta sahanlığı ve diğer alanların belirlenmesinde önemli olduğunu, Arnavutluk ve Yunanistan’ın sahillerinin aynı olmadığını, bu hususun da su sınırının belirlenmesinde uygulanacak ilkenin seçimini etkilediğini savunmuştu.
PS’nin iddialarına göre Korfu adası Arnavut devletine ait olması gereken deniz yetki alanına girdiği için Yunan tarafına avantajlı coğrafi koşullar oluşturuyordu. Anayasa Mahkemesi’ne şikâyette bulunan PS’ye göre, Othonoi adası da Arnavutluk aleyhine Yunan su alanının kuzey yönündeki bir diğer uzantısını oluşturuyordu. Arnavut heyetinin, Yunan tarafının Korfu körfezinin iç su statüsünde bir körfez olarak görülmesi talebini kabul etmesi ve Saranda körfezinin de aynı statüyü kazanması yönünde çaba göstermemesi, deniz alanının azalmasına ve dolayısıyla deniz sınır hattının Arnavutluk’un çıkarlarına zarar verecek şekilde Saranda kıyılarına doğru haksız şekilde yaklaşmasına yol açmıştı. PS Barketa kayalığına deniz alanı tanınması için bir sebep bulunmadığını, çünkü gel-git olaylarına bağlı olarak kayalığın ortaya çıktığını ve kaybolduğunu savunmuştu.

ANLAŞMANIN ARNAVUTLUK ANAYASA 

MAHKEMESİ TARAFINDAN REDDEDİLMESİ

Arnavutluk Anayasa Mahkemesi 2010 yılında yapılan incelemelerin ardından anlaşmayı “hukuken geçersiz” ve “anayasaya aykırı” ilan ederek geçersiz kıldı. Anayasa Mahkemesi söz konusu anlaşma taslağında, ülkenin anayasası ve UNCLOS’la çelişen, usule ilişkin somut ihlaller tespit etti. Mahkeme anlaşmanın UNCLOS’un deniz yetki alanlarının belirlenmesinde gerekli olan “hakkaniyet” ilkesine uymadığına, “hakkaniyet” ilkesinin sadece kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırmalarında değil, aynı zamanda sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan ülkelerin karasularının bölünmesinde de uygulanabileceğine dikkati çekti ve sözleşmenin 15’inci maddesini hatırlattı. Buna göre, “özel durumlar” kavramı altında kıyı uzunluğu, şekli, adaların veya kaya kütlelerinin varlığı ve doğası gibi durumlara işaret ediliyordu. Yukarıda belirtilen “özel durumlar” kavramı ile “hakkaniyet” ilkesi göz önünde bulundurulduğunda, mahkeme Arnavut tarafının, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki sınır çizgisinin tanımlanması hususunda, her iki ülkenin özellikleri ve özellikle sınırlandırmaya tabi olan deniz yetki alanlarındaki ada veya kaya kütlelerinin varlığının dikkate alınması gerektiği kanaatini açıkladı.

Mahkeme yerleşik adalar olan Lazaretto, Ereikoussa ve Othonoi adalarının etkilerinin ayrı ayrı değerlendirilmesinin yanı sıra, ana ada olan Korfu’nun da ayrıca değerlendirilmesi gerektiği görüşünü paylaşarak, anlaşmanın sınır çizgisinin çizilmesinde tüm adalara (haksız yere) tam yetki verdiğini, bu durumun ise söz konusu adaları Arnavutluk’un kıtasal karasıyla eşit tuttuğunu belirtti. Mahkeme ayrıca Yunanistan ile İtalya arasında 24 Mayıs 1977 yılında kıta sahanlığı sınırlandırması için varılan anlaşmayı hatırlatarak, burada Othonoi ve Ereikoussa adalarına kısmi yetkiler verildiğine dikkat çekti.
Anayasa Mahkemesine göre, 2009 yılında imzalanan anlaşmadaki bir başka önemli sorun da Barketa kayasına ilişkin verilen karardı. Anlaşmada bu kayalığa tam yetki verildiğine işaret eden mahkeme, küçük, ıssız ve herhangi bir ekonomik faaliyetin söz konusu olmadığı bir kaya kütlesi olan bu kayalığın Arnavutluk’un kıtasal karasıyla eşit tutulması sorununu gözler önüne serdi. Dahası, bulunduğu konum nedeniyle kaya parçası iki ülke arasındaki karasularını bölen sınır çizgisinin de önemli ölçüde yer değişmesine sebep oluyordu.
Sonuç bildirgesinde mahkeme, ayrıca Arnavutluk ile Yunanistan arasında imzalanan söz konusu anlaşmanın, Arnavutluk heyetinin Arnavutluk cumhurbaşkanı tarafından müzakereleri yürütmek için tam yetkiyle donatılmaması, anlaşmanın içeriğinde ciddi eksiklikler bulunması, adil ve dürüst bir sonuç elde etmek suretiyle iki ülke arasında denizcilik alanının bölünmesine yönelik uluslararası hukukun temel ilkelerinin uygulanmaması, adaların deniz alanlarının sınırlandırılmasında özel koşul olarak dikkate alınmaması gibi nedenlerden dolayı anayasayla uyumsuz olduğu değerlendirmesinde bulundu.
İki ülke arasında olası müzakere süreçleri veya meselenin uluslararası mahkemelere taşınması durumunda, Arnavutluk Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bu karar göz önünde bulundurulmalı.

MÜZAKERELERİN BAŞLAMASI VE 

ULUSLARARASI MAHKEMEYE GİTME KARARI

Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları meselesi, anlaşma 2010 yılında “düşürülse” de, açık bir sorun olarak kalmaya devam etti ve konu hem Arnavutluk’ta hem de Yunanistan’da tartışmalara neden oldu.

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ile dönemin Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras yönetimindeki hükümetler, Nisan 2018’de iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda yeniden resmi görüşmelere başladı. Birkaç tur görüşmenin ardından nihai bir anlaşmaya varılamadı ve müzakereler yarıda kesildi. Ayrıca Yunanistan’ın İyon denizindeki deniz yetki alanlarını genişletme yönündeki iddiaları, Arnavutluk üst düzey yetkililerince sıkça tepkiyle karşılandı. Rama bu iddialara karşı “12 millik hak ancak uygulanması mümkün olan yerde uygulanır” tezini ortaya koyarak 12 mil hakkının UNCLOS’tan kaynaklandığını ve ülkesinin de bu hakkı 1990 yılında hakkaniyete uygun bir şekilde kullandığını hatırlattı.
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen anlaşmayı imzalayan eski Başbakan Berisha ise geçtiğimiz Ağustos ayında Yunanistan’ın kara sularını 6 milden 12 mile çıkarma planıyla ilgili yaptığı bir açıklamada “Bu, Arnavutluk için zararlıdır. Bölge özellikle Türkiye ile Yunanistan arasında var olan ihtilaflı iklimle ilgili olarak sorunludur ve bunun ciddi sonuçları olacaktır” ifadelerini kullandı.
Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki son anlaşmazlık ise 2020’de meydana geldi. Arnavutluk yetkilileri tarafından 20 Ekim 2020’de yapılan açıklamada, Yunanistan ile konunun uluslararası mahkemelere taşınması için anlaşmaya vardıkları bildirilirken, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias Tiran ziyareti sırasında konunun Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na incelenmek üzere gönderileceğini doğruladı.
Önümüzdeki aylarda tarafların dosyalarını hazırlamasının ardından, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na giderek iddialarını savunması bekleniyor. Mahkemenin meseleyi nihai karara bağlamasıyla, sorunun iki ülke arasında “açık bir sorun” olmaktan çıkacağı ve artık bir nihayete ereceği düşünülüyor.

31 Ocak 2021 Pazar

SLOVENYA’DA EN UZUN TIRMANIŞ REKORU KIRILDI


Slovenyalı serbest tırmanıcı Janja Garnbret ve Domen Skofic, 360 metre uzunluğundaki Avrupa'nın en yüksek elektrik santrali bacasına ikinci denemede 8 saatte tırmanarak, "en uzun tırmanış" rekorunu kırdı. Slovenyalı serbest tırmanıcılar Janja Garnbret ve Domen Skofic ülkenin Trbovlje kasabasındaki Trbovlje Elektrik Santrali'nin Avrupa'nın en yüksek bacası olduğu ifade edilen yaklaşık 360 metrelik bacasına tırmandı. Tırmanıcıların ilk denemelerinin 12 saat sürdüğü kaydedilirken, en uzun tırmanış rekorunun ikinci denemede geldiği ifade edildi. İkinci girişimlerinde "en uzun tırmanış" rekorunu kıran sporcuların zirveye ulaşmalarının yaklaşık 8 saat sürdüğü belirtildi.

https://www.instagram.com/p/CKjTmcnBs_I/?igshid=1q1ff8soo51od 

Parlamento seçimlerinde oy kullanmak isteyen ve yurt dışında yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının seçmen kaydı başladı


Bulgaristan’da 4 Nisan’da yapılacak genel seçimlerde oy kullanmak isteyen yurt dışındaki Bulgaristan vatandaşları için kayıt süreci başladı. Özellikle Türkiye’de yaşayan ve oy kullanma hakkı bulunan 300 bin soydaşı yakından ilgilendiren işlem için 10 marta kadar süre bulunuyor. Bu zamana kadar bulundukları ülkelerin Bulgaristan temsilciliklerine ve konsolosluklarına müracat edecek Bulgaristan vatandaşlarının seçimlerde oy kullanabilmek için beyanname vermesi gerekiyor. Başvuru şahsen yapılabildiği gibi mektupla veya Merkez Seçim Komisyonu’nun internet sayfasından da yapılabiliyor. 
Başvuru yapmamış ancak yine de oyunu  kullanmak isteyen Bulgaristan vatandaşları yurt dışında kurulan  seçim sandıklarından birine şahsen gidip oyunu kullanmadan önce bir deklarasyon formu doldurarak da oy verebilecek. Elektronik başvuru formu ve yurt dışında oy kullanmak konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlerin mutlaka Merkez Seçim Komisyonu’nun www.cik.bg adresindeki internet sayfasından veya Bulgaristan dışişleri bakanlığının internet sitesinden konu hakkındaki prosedürleri incelemeleri gerekiyor.
Oyunu Bulgaristan’da kullanacak soydaşların bu haklarını yitirmemeleri için Türkiye’de veya bulundukları ülkelerde işlem yapmamaları gerekiyor aksi durumda isimleri Bulgaristan’daki seçmen listelerinden silinecek. Seçmen listelerinde adı olmayan ve oy kullanmak isteyen soydaşlardan Bulgarca bilmeyen ve kiril alfabesini kullanamayan seçmenlerin oy kullanma formlarını önceden mutlaka bilen birilerine hazırlatmaları ve bu evrakla seçim sandığına gitmeleri gerekiyor aksi durumda sandık görevlileri kendi huzurlarında bu evrağın hazırlanmasını istedikleri için gereksiz izdiham oluşmakta ve oy vermek isteyen kişilerin hakkı zayi olmaktadır.