16 Kasım 2018 Cuma

BULGARİSTAN'DA SAHTE PASAPORT OPERASYONU

Bulgaristan'daki savcılar binlerce kişiye sahte pasaport veren bir çeteyi çökerttiklerini açıkladı. Bulgar pasaportu alanlar, diğer Avrupa Birliği ülkelerinde oturma ve çalışma iznine sahip oluyor. Polisler soruşturma kapsamında Yurtdışı Bulgarlar Devlet Ajansı ofislerine baskın düzenledi. Yetkililer 20'den fazla kişiyi gözaltına aldıklarını duyurdu. Zanlılar sahte pasaport karşılığında 5 bin 690 dolar almakla suçlanıyor. Ajans çalışanlarının "AB üyesi olmayan komşu ülkelerin vatandaşlarına" pasaport satışı yaptığı açıklandı. Bazı haberlere göre ajans haftada 30 civarında sahte pasaport veriyordu. Savcılık zanlılara rüşvet, evrakta sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçlaması yöneltildiğini duyurdu.

BULGARİSTAN BM GÖÇ SÖZLEŞMESİNDEN ÇEKİLİYOR

Bulgaristan hükümeti, Birleşmiş Milletler'in (BM) göçü küresel çapta düzenlemeyi amaçlayan süreçten çekilme kararı aldı. İktidar koalisyonunun büyük ortağı Bulgaristan'ın Avrupalı Gelişimi için Yurttaşlar (GERB) partisinin Parlamento Grubu Başkanı Tzvetan Tzvetanov, hükümet toplantısında konunun değerlendirildiğini ve BM'nin Göç Sözleşmesinin imzalanmayacağını duyurdu. Kararın alındığı toplantıya, iktidarın koalisyon ortağı olan Birleşik Vatanseverler (BM) koalisyonunu temsilen katılan Avrupa Parlamentosu Milletvekili Angel Camsbazki de "Doğrudan doğruya milli güvenliğimizi tehdit eden bu belge ile ilgili karar kesinlikle ülkenin yararınadır." değerlendirmesinde bulundu. Söz konusu karar onaylanması için parlamentoya sevk edilecek. Ana muhalefetteki Bulgaristan Sosyalist Partisi de (BSP) Küresel Göç Sözleşmesinin ülkenin çıkarlarına aykırı olduğunu ve düzensiz göç akınını teşvik ettiğini kaydetmişti. Parlamentodan beklenen onayın ardından Bulgaristan, BM Göç Sözleşmesine karşı çıkan ABD, Polonya, Macaristan, Avusturya, Slovenya ve Hırvatistan'ın yanında yer almış olacak. Göçü küresel çapta düzenlemeyi amaçlayan belgenin aralıkta Fas'ta imzalanması bekleniyor.

ATİNA POLİTEKNİK AYAKLANMASI ALARMINDA

Yunanistan’ın başkenti Atina her yıl 17 Kasım’da düzenlenen ve kitlesel katılımların olduğu Politeknik ayaklanmasının 45. yıldönümünde gerçekleşmesi beklenen olası gösteriler nedeniyle alarmda. Ülke genelinde düzenlenen ve ABD büyükelçiliğine doğru gerçekleştirilecek büyük yürüyüş için başkentte 5 bin polis ile olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Bugün gerçekleşmesi beklenen eylemler nedeniyle metro istasyonları da geçici olarak kapatılacak. Caddelerde ve sokaklarda kolluk kuvvetleri barikatlar oluştururken, güvenlik önlemlerinin Megaron, Evangelismos ve Syntagma metro istasyonları ile Alexandra, Patissia, Stadyum, Vas. Sofias caddelerinde yoğunlaştığı belirtiliyor. Yunan basınında yer alan haberlere göre geçmiş yıllarda anarşist grupların saldırıları nedeniyle büyük zararlara uğrayan Atina kent merkezindeki mağazalar bugün kepenklerini açmayacak. 17 Kasım ayaklanmasının yıldönümü öncesi dün Atina üniversitesinde gerçekleştirilen sembolik öğrenci eyleminde açıklama yapan Averof Komisyonu kutlamaların sakin geçmesi için çağrı yaptı. Atina Politeknik Ayaklanması 1973 yılında iktidarı elinde tutan askeri cuntaya karşı başlamış gerçekleşen eylemler sonucu Yunanistan'da 1967 yılından beri sürmekte olan askeri cunta devrilmişti.

ENGELLİ ANNELERİ BULGARİSTAN'IN IRKÇI BAŞBAKAN YARDIMCISI SİMEONOV'U KOLTUĞUNDAN ETTİ


Bulgaristan’da Türklere ve Romanlara yönelik ırkçı söylemleriyle tanınan Başbakan Yardımcısı Simeonov engelli annelerine yönelik sarfettiği çirkin sözleri üzerine başlayan ve 26 gün süren protestoların ardından istifa etti. 

Bulgaristan’da iktidardaki koalisyon hükümetinin ortaklarından Bulgaristan Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (NFSB) Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Valeri Simeonov istifa etti. Simeonov’un istifası Başbakan Boyko Borisov tarafından onanırken konu hakkında basın açıklaması yapan Simeonov, kendisine karşı bir karalama kampanyası yürütüldüğünü ancak toplumda protestolara sebebiyet verip iktidara yük olmak istemediğini söyledi. Mevcut iktidarı ‘En başarılı yönetimlerden biri’ olarak nitelendiren Valeri Simeonov, istifa kararını baskı altında kalmadan verdiğini söyledi. Simeonov’un istifası, 26 gündür aralıksız devam eden ve engelli çocukların anneleri tarafından gerçekleştirilen protestoların ardından geldi. Engelli çocuk sahibi yüzlerce annenin, çocuklarına sağlanan sosyal hakların iyileştirilmesi için yaptıkları gösteriler sırasında Simeonov ‘’Sözde hasta çocuklarını spekülasyon için kullanan çığırtkan kadınlar’’ sözüyle kamuoyunda tepkilere neden olmuştu. İstifa kararı engelli çocuk anneleri tarafından sevinçle karşılanan Valeri Simeonov Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve Romanlara yönelik ırkçı söylemleriyle tanınıyor. Daha önce de Etnik Azınlıklar Entegrasyon Konseyi’nin başına getirildiği için kamuoyunda büyük tepki alan Simeonov, son parlamento seçimleri sırasında Türkiye’den Bulgaristan’a oy kullanmaya giden soydaşları Türkiye-Bulgaristan sınırında tartakladığı görüntülerle de biliniyor.

15 Kasım 2018 Perşembe

ARTVİN YENİ BİR YAŞAMIN VE ÇAĞIN GÜN DÖNÜMÜNDE






Artvin’e gidip oraları görünce yöre insanının ruhundaki yüceliğin nedenini anladım. Azamet’ kelimesinin bir coğrafyayı tarif etmede yetersiz kaldığı yer Artvin. 
Burada ve Artvin’e ait her şeyde sevdaların ve tutkuların bunca derin ve sarsıcı olması belki de bundan. 
Bu yaz rotamızı Artvin’e de çevirdik, çünkü buranın insanına ve mayaladığı değerlere sevdalıyız. 
Yaşam harcı Artvin'de karılmış insanlarımız ortak paydamız, gönül sultanımız. 
Kalbi Artvin ve Artvinlilerin sevgisi ile çarpan herkes gibi bu coğrafyanın çocuklarına ve bizlere düşen görev buraları iyi gözlemlemek, anlamak, gelecek kuşaklara iyi anlatabilmek. 
Amacımız, yazdıklarımızla, eylemlerimizle, duruşumuzla birbirimizin yüreğine tutunabilmek. 
Zor coğrafi koşulların olduğu, sert rüzgarların estiği, ancak yaşama ve yeryüzü değerlerine anlam katan insanlarımızın olağanüstü gayreti ile şekillenmiş bu bölgeyi hak ettiği değere taşıyabilmek. 
Bu nedenle ortak bilincimizin iradeye, güce dönüştüğü bir süreci yaşadık bu gezide. 
Burayı görmeyi  istedik, çünkü uzun bir süredir yerinden yurdundan kopmak zorunda kalmış kardeşlerimiz, arkadaşlarımız ile birbirimize kenetlendik. 
Sosyal yaşam ile iş dünyasında yeni bir sinerji yarattık Bursa’da. 
Örnek vermek gerekirse TOSYÖV Bursa ile ARSİYAD’ın iş insanları kardeşliklerini kurumsal yapılarına taşıyarak örnek bir davranış sergilediler.

ARTVİNLİLER NE KADAR KIVANSA AZDIR

Bu gezimizle yaşadıkları her karış yurt parçasında olduğu gibi Bursa'mızda da farkındalık yaratan dostlarımızın, gönüldaşlarımızın kökbağları ile bütünleşmek istedik. 
Artvinimiz ve bölge ile kısa süreli de olsa değerleri, herşeyden önemlisi de havası, suyu, ağacı toprağı, deresi ve yüreğimizdeki sevdasıyla birlikte olduk. 
Yücelerini sis bulutlarının sarmaladığı doruklarıyla dağları kadar ihtişamlı bu kent dünyanın en büyük Atatürk anıtıyla da fark yaratıyor. 
Mustafa Kemal ve cumhuriyet tutkusunun Ankara hariç bu denli yüceltildiği bir yerleşim yeri görmedim daha. 
Artvinliler ne kadar kıvansalar azdır. 
Anıtı kente kazandıran Sıtkı Kahvecioğlu adını bu eser ile adeta ölümsüzleştirmiş. 
İsmini taşıyan vakıf tarafından yaptırılan ve 19 Mayıs 2012’de törenle açılışı yapılan, sonrasında ise yaşanan yasal sıkıntılar nedeniyle 5 yıl kullanılamayan 22 metre yüksekliğindeki ve 50 ton ağırlığındaki anıt sadece Türkiye'nin değil aynı zamanda dünyasında en büyük Atatürk anıtı niteliğinde. 
Yolu Artvin'e düşenlerin Atatepe'yi ziyaret etmeden buradan ayrılmak istemeyeceklerine yemin edebilirim. 
Sevgili Atamızın adına yaraşır bu anıtı, Artvin'e de yakışan bu eseri bizlere kazandıran sayın Kahvecioğlu'na sonsuz minnet ve şükranlarımı sunuyorum. 
Ünlü tarihçimiz Sinan Meydan bence bir gün kendi kentini, yöresini ve insanını da yazmalı.





          
          ARTVİNLİLİK İKİNCİ AİDİYETİM


Notlarımıza ve gözlemlerimize gezinin en başından parantez açmakta fayda var. 
Sabah 03.00’te yola çıktığımda uçağımı kaçırma telaşımdan eser yoktu. 
Adeta aylardır devam eden Doğu Karadeniz, özellikle de Artvin seyahati programlamasının ruh boşalmasındaydım. 
Öyle ya, yıllardır Artvinliliği ikinci aidiyeti yapan ben nihayet amacıma ulaşacaktım. 
Başkanı olduğum STK’nın yönetim erkini oluşturan Türkiye Orta Ölçekli Sanayiciler ve Yöneticiler Vakfı (TOSYÖV) Bursa Destekleme Derneği’mizden dostlarla Trabzon’da buluşacağız. 
Liderliğini gezimizi de programlayan Bahadır Celal Manasoğlu’nun yaptığı ekipte Gül Çiçek Zengin Bintaş, eşi Mustafa bey ve oğulları Kağan, Fatih Norman, Esra İnhanlı ile eşi Metin bey, manevi kardeşim Ali Sinan Duran ve eşi Aslı hanım, Ruhiye Çetin ve Filiz Ermiş var. 
Bursa’dan yola çıkan ekibimizin bireyleri Sabiha Gökçen Havalimanı’na ulaşma çabasındayken ben çoktan Atatürk Havalimanı’na varıyorum. 
Heyecandan uyku tutmayınca uçuşa epey zaman varken geldiğim havalimanında sabahın bu saatinde bile kendimi insan selinin içinde buluyorum. 
Onur Air’in buradan yurtiçi uçuşlar yapması İstanbul’un Avrupa yakasında oturan benim gibiler için büyük kolaylık. 
Sabiha Gökçen’e gitme çilesinden kurtuluyoruz. 
Hoş bu durum da geçici artık bildiğiniz gibi. 
Malumunuz yeni yapılan İstanbul Havalimanı nedeniyle burası ne yazık ki bir zaman sonra tarih olacak.

 BIÇAK SIRTI ZİRVELERDE APARTMAN


Son demlerindeki tarihi alanda bu nedenle daha dikkatliyim ve her noktayı uzun uzun inceleyip hafızama kaydediyorum. 
Atatürk’teki yoğun trafik bizim seferimize de yansıyor ve 06.00’da kalkması gereken uçağımız tam 50 dakika gecikmeli havalanıyor. 
Sabahın bu saatinde pistlerdeki uçak trafiği yolcuların büyük ilgisini çekiyor. 
Ancak görüntü alanlara yer görevlisinin müdahale etmesine bir anlam veremiyorum. 
Bu nedenle beni de uyaran bu arkadaşı biraz da gazetecilik refleksim ile yarı azarlar şekilde tersliyorum. 
Sanki yasaklı askeri bölgedeyiz. 
Uçağa adım attığımızda yaşanan yerleşme ve uçuş heyecanı bir süre sonra yapılan gecikme anonsları ile yerini ihtiyatlı bir bekleyişe bırakıyor. 
Bir saate yakın bir sürenin ardından havalanan uçağımızın camından İstanbul’un bu noktasını uzun uzun fotoğraflıyorum. 
İki saate yakın zaman dilimi çok çabuk tükeniyor ve beklediğimiz anons geliyor. 
Trabzon uçuşu ile Karadeniz’in en uç noktasındaki havalimanımıza inişe geçtiğimizde dikkatimi çeken dağlar ve zirvelerindeki yapılaşma oldu. 
Bıçak sırtı zirvelere yerleşen insanımızın doğaya ve fiziki şartlara meydan okuyan tavrı ile inşa ettiği mini gökdelenler beni hayrete düşürdü. 
Trabzon Havalimanı denize paralel konumda. 
Şartlar ancak bu kadarına el vermiş. 
Başka havaalanlarında yaşadığımız o uzun transfer karmaşası burada yok. 
Uçaktan indiğinizde 50, bilemediniz 100 adımda havalimanının içindesiniz. 
İlk gözüme çarpan turist zannettiğim Araplar oldu. 
TOSYÖV ailemin değerli bireylerinden oluşan ekibimizi beklerken esnaf ile sohbet ediyorum. 
İletilen notlar ekonomik sıkıntıya dair.

          ARAPLAR TRABZON’UN YERLİSİ OLMUŞ

Arkadaşlarımın da Trabzon Havalimanı’na ulaşması ile heyecanım zirve yapıyor. 
Hasret kucaklaşmasının ardından kent turuna çıkıyoruz. 
Amacımız kahvaltı etmek ve az da olsa Trabzon’u solumak. 
Sera Gölü Gül Tesisleri’ndeki kısa molada daha sonra bölgede sık göreceğimiz suyun ve yeşilin ahenkli dansı bizi kendimize getiriyor. 
Molamızın ardından yola düşmeden işletmeye ait hediyelik eşya dükkanını geziyoruz. 
Birbirinden ilginç el yapımı hediyelikler oldukça ilgimizi çekti. 
Daha yolun başında olduğumuzu düşünerek alışveriş etmek istemedim. 
Ancak buradaki el işçiliği ürünlerden bir iki örnek almadığıma sonradan pişman oldum. 
Tavsiyem buraya uğrayanların benim düştüğüm hataya düşmemeleri. 
Çünkü bir daha benzer bir yer görmedim. 
Trabzonspor tutkusunun ve 1967 ruhunun gözle görülür bir şekilde hissedildiği kent Arap turist kaynıyor. 
Buranın yerlisi olmuşlar ve bu durum Trabzon’un kültürel dokusuna şimdiden işlemiş. 
Kentteki yoğun Arap varlığı emlak alımları ile de kökleşmiş. 
Nitekim daha sonra ziyaret ettiğimiz Uzungöl ve Ayder’de de bu durumu gözlemledim. 
Arapça tabelalardan tutun da Arap kılığına bürünmüş esnaf ve satıcılar beni oldukça şaşırttı. 
Sohbet ettiğim gençten bir işletmeci döviz kurlarındaki yükselişin işlerin bıçak gibi kesilmesine neden olduğunu belirtirken durumun hiç de iç açıcı olmadığını vurguluyor. 
Bu yakınmayı daha sonra gezdiğimiz her yerleşim yerinde not ediyorum. 




FINDIK VE ÇAY YAŞAMIN TEMELİ
Bölgenin ana ekonomisi ve tek geçim kaynağı ise çay ve fındık üretimi. 
Ancak bu iki konuda da Gürcü işçi sorunu yaşanıyormuş. 
Bölge insanımızın iş gücü açığını kapatan Gürcü işçiler bu yıl emeklerine öyle bir fiyat biçmişler ki çoğu bahçe sahibi ürününü kendi toplamayı tercih etmiş.
Yalçın dağların dik yamaçlarındaki fındık ve çay bahçelerinde yürütülen hummalı çalışmada dikkatimi çeken bir görüntü de her yerde kadınların çokluğuydu. 
Öğreniyorum ki Karadeniz erkekleri pek tarla ile bağ ve bahçede görülmezmiş. 
Sanayisi yok denecek kadar az olan bölgenin fındık ve çayı yaşamın temel taşı olmuş. 
Bölge insanımız açıklanacak taban fiyatına bel bağlamış. 
Ortaya çıkacak rakamlar üreticimizin yüzünü güldürür, bölgede ticareti hareketlendirir mi bilinmez ama dağ, bayır her yer hasat telaşındaki insanımızın enerjisiyle bereketlenmiş. 
Yeşilin bin bir tonu kısa bir zaman diliminde kaldığımız Trabzon’da bizi adeta büyülüyor. 
Jetlag etkisindeki arkadaşlarım kahvaltı edince kendine geliyor ve gülüş cümbüş, neşe içerisinde Doğu Karadeniz turumuz için Artvin’e doğru yola çıkıyoruz.



UZUNGÖL YAPILAŞMA İSTİLASINDA
Öncelikli rotamız, yolumuz üzerindeki Çaykara’da bulunan ünlü Uzungöl.
Burası, turistik bir mahalle konumunda. 
Sık ormanları ve doğal güzelliği ile ziyaretçilerini adeta büyülüyor. 
Yerli turistler kadar yabancılar, özellikle Arap turistlerin de ilgi odağı. 
Adını kıyısında bulunduğu gölden alan Uzungöl hakikaten kıyısı boyunca yürünerek turlanan harika bir yer. 
Yamaçlardan yuvarlanan kayaların Haldizen Deresi’nin önünü kapatmasıyla oluşan bu göl ve çevresi eski sakinliğini yitireli çok olmuş. 
Adeta yapılaşma istilasındaki Uzungöl’ün önlem alınmazsa cazibesi çok çabuk yitebilir. 
Çirkin bir imar sorunu şimdiden göz kirliliği yaratıyor. 
Sadece bu mu? 
Arap kılığına girmiş esnaf ile Arapça tabelalar da cabası. 
Ben Türkler’in yoğun olarak gittikleri hiçbir Arap ülkesinde Türkçe tabela olduğunu zannetmiyorum. 
Maddi kazanç uğruna vazgeçtiğimiz manevi değerlerimiz yüreğimi burktu. 
Sanki kimlik bunalımındayız. 
Arap erkeklerinin geleneksel kıyafeti ‘Kandura’ giymiş, sakallı esnafımızı bu haliyle görünce  üç kuruşluk kazanç için değer mi diye düşünmekten kendimi alamadım. 
İnsan zebilliğinin yol açtığı çevre kirliliğine ise değinmek bile istemiyorum.





İHTİŞAMLI GÖRÜNÜMÜ İLE 
AYDER BÜYÜLÜYOR
Gezimizin ilk günkü ikinci etabında ise Rize’nin ünlü Ayder Yaylası’na uğrayacağız. 
Kilometreler geride kaldıkça sahil boyunca uzanan otoyolun kenarına sıralanmış yerleşim yerleri güzellikleri ile beni adeta içine çekiyor. 
Ben şimdiye kadar yeşilin bu kadar yoğun tonunu ve güzelini hiç bir coğrafyada görmedim, yaşamadım. 
Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinin 19 kilometre güneydoğusunda yer alan bin 350 metre rakımdaki Ayder Yaylası da kesinlikle gezip, görülmeli. 
Ladin ve kayın ormanlarıyla kaplı bu doğa harikası vatan parçası da insanı sarsan ilk görüntüsünün ardından dikkatli bakıldığında imar çarpıklığı ile dikkat çekiyor. 
Yoğun ilgi ve kalabalık içinde yalnızlaşan bu turistik mekanda yaşamını sürdürenlerin bir kısmı günübirlik ziyaretçilerden bıkmış. 
Fotoğraf çekmeme tepki gösterenler bile oldu. 
Akarsuları, vadileri,  birdenbire yükselen tepeleri ile sisler içerisinde ihtişamlı bir görünümü olan Ayder Yaylası aynı zamanda kişisel cesaretimizi de sınadığımız bir yerdi. 
Ben deneme şansı bulamadım, ancak arkadaşımız Esra İnhanlı tel üzerinde adeta akrobatlık gösterisi niteliğindeki telesiyejde yaptığı yolculukla cesaret timsalimizdi. 
Burada dikkatimi çeken karmaşa, bir de seyyar satıcılardı. 
Yaylanın talan kurbanı hali ise anlatılmaz, mutlaka görülmeli ve önlem alınmalı. 
Burada esnaf bile durumdan dertli. 
Birbirlerinden pek hazzetmediklerini de anlatan bir işletmeci “Siz farketmiyorsunuz ama biz burada çok zor durumda kalmadıkça birbirimizden alışveriş etmeyiz. 
Zor olsa da her şeyimizi kilometrelerce mesafeden, tek tek taşırız“ diyor. 

Bu durum yöre insanının rekabetçi yanının göstergesi olsa da dikkatle not alınması gereken sosyal bir yara aslında. 
Ancak buradaki insanımız birbirlerine mesafeli olsa da, dışarıdan gelen biz yerli turistlere izzeti ikramda kendi içtenliğini sınırsızca ortaya koyuyor. 
Yanlışlıkla girdiğim bir mekanda yemek yiyen personel beni görünce sofradan bir iki parça almadan dışarıya bırakmadı. 
Bu da gezimin güzel, çok hoşuma giden bir yanı, anısı oldu. 
Geleneksel konukseverliğimizin şahsımda hayata geçtiğini görmenin kıvancıyla arkadaşlarıma dahil olduğumda hava neredeyse yağdı yağacak durumdaydı. 
Nitekim çok gecikmeden yağmur bulutları bizi vadide yakalıyor. 
Uzungöl’de olduğu gibi bol bol fotoğraf çektiğimiz ve kayıt aldığımız bu muhteşem yerden yağmur bulutlarının altında Fırtına Vadisi’ne doğru uzanıyoruz.

          TALANIN ADI İMAR BARIŞI
Gelirken anı olarak kalması için tarihi köprülerinden birinde soluklandığımız Fırtına Vadisi, Fırtına Deresi’nin Karadeniz’e aktığı güzergah boyunca uzanan 57 kilometrelik doğa harikası bir kanyon. 
Kaçkar Dağları'nın Karadeniz'e bakan yamaçlarındaki derelerin birleşmesi ile oluşan bu vadi Rize’nin ilçesi Ardeşen'in yaklaşık 2 kilometre batısında.
Gelirken pek dikkat etmediğim ve farkına varmadığım bir durum dönüşte gözümden kaçmıyor. 
Burası da kaçak yapılaşmadan nasibini almış.İmar barışını fırsat bilerek Doğu Karadeniz’i talan eden fırsatçılara karşı kamunun tavrı ne olur onu uygulamalardan ve gündeme gelen tepkilerden izlemeyi sürdüreceğim. 
Benim gördüğüm buralarda tam bir yağma yaşandığı. 
Basına yansıyan haberlere göre 'İmar barışı' düzenlemesiyle Doğu Karadeniz'deki yaylalarda inşa edilen ve yıkım kararı verilen kaçak yapılar yasallaştırılmaya çalışılıyormuş. 
Ayder Yaylası ve turizm merkezi Uzungöl'dekiler başta olmak üzere kaçak yapıların sahipleri, 31 Aralık 2017'den önce inşa edilen yapıları için 'imar barışı' başvurularını yapmışlar bile. 
Ancak bölgede etkin sivil toplum örgütlerinin tepkisi kendini hissettirmiş olacak ki kaçak yapılaşmaya karşı kamu harekete geçmiş. 
Jandarma, Doğa Koruma ve Milli Parklar ile Orman Müdürlüğü ve belediye ekipleri, kaçak inşaatlarla ilgili tutanaklar tutarak, suç duyurusunda bulunup yasal işlemler başlatmış. 
Habertürk’te yer alan haberlere göre Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ile İl Özel İdaresi ekipleri de yaylalardaki ve dere yataklarındaki kaçak yapıları yıkmak için çalışma yürütüyormuş. 
Umarım bu güzelliklere kıyan anlayışa karşı başarı sağlanır. 
Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nca (WWF) korunması gereken 200 ekolojik saha arasında gösterilen ve yerli-yabancı turistlerin akınına uğrayan Rize'nin Fırtına Vadisi'ndeki dere yatağına kaçak olarak inşa edilen onlarca otel, pansiyon, restoran ve otopark yıkım sırası bekliyor. 
Ardeşen ile Çamlıhemşin arasında bulunan Fırtına Vadisi üzerinde tespit edilen, içlerinde işletmelerin de bulunduğu 26 kaçak yapı hakkında yıkım kararı alınmış bile. 
Ancak bu durum kaçak inşaatların sahiplerini yıldırmıyor anlaşılan. 
Yıkımların da sürdüğünü öğrendiğim vadide dere yatağında inşa edildiği belirlenen 9 bina yerle bir edilmiş. 
Bölge insanı çevre talanına karşı örnek bir hassasiyet sergiliyor.

TÜNELLER VE BARAJLAR KENTİ ARTVİN
Trabzon’dan yola çıkalı Rize’nin ilçeleri dahil o kadar çok ve güzel irili ufaklı yerleşim yeri gördüm ki buralara gönül koymamak elde değil. 
Kıyı boyunca ilerleyen aracımız Hopa’dan sonra sağa kıvrılıp Karadeniz dağlarının muhteşem vadilerine daldığında hava kararmak üzereydi. 
Birbiri sıra tünellerden geçmeye başlayınca şaşırıyoruz. 
Bura dağları dantel gibi örülen tünellerle birbirine bağlanmış. 
Sadece bu mu? 
Ya geceyi ışıl ışıl yapan elektrik santrallerine ne demeli. 
Bugüne kadar sadece hayallerimizde yaşayan Artvin’e dair türlü düşünce ve duygular içinde kilometreleri hızla tüketiyoruz. 
Gece vakti ulaştığımız Artvin sunduğu görsel ışıltısı ile hepimizi heyecanlandırıyor. 
Elektrik santralinin aydınlattığı yoldan geçip kente doğru ilerliyoruz. 
Uzaktan, koyu karanlığın içinden bize doğru uzanan Atatürk silüetinin rehberliğinde Artvin’i gözlemliyoruz. 
Görmeyene Artvin’i anlatmak çok zor. 
Bilmeniz gereken coğrafi konumu ve yerleşimi itibarıyla gördüğünüz, gezdiğiniz hiçbir kente benzemediği. 
Kentin büyüleyici seyrindeyken birbirimize yaptığımız esprilerle 18 saate yakındır yollarda olduğumuzu unutmaya çalışıyoruz. 
Kenti bir baştan diğerine yukarı doğru tırmanışla geride bırakıp karanlık orman içlerine dalıyoruz. 
Her yeri görme, yaşama telaşından geç vakit anca Koliva Hotel‘e varıyoruz. 
İlk izlenim sürekli tepelere tırmandığımız yönünde.
Sanki Himalayalar’da kutsal yolculuktayız. 
Gecenin ve yolculuğun kasvetinden kendimizi odalarımıza zor atıyoruz.
 
GÖKYÜZÜNDE KONAKLAMANIN ADI KOLİVA
Sabah 05.45 gibi erkenden uyanıyorum. 
Eskilerin kuşluk vakti dediği saatler.
Balkon camından baktığımda gökyüzünde bir yerlerde konakladığım hissine kapılıyorum. 
Kaçkarların sisler içindeki muhteşem görüntüsünün büyüsündeyim. 
Tan yeri ağardıkça seyrine doyum olmayan Artvin manzarasının içinde yitip gidiyorum. 
‘’İyi ki gelmişim’’ diye hayıflanıyorum bir an. 
‘’Geldim, gördüm ve yazdım’’ diyebileceğim bir keyifteyim. 
Sabah bizim için itina ile hazırlanmış mükellef bir Koliva sofrasındayız.
Anlatmakla bitmeyecek, Karadeniz yöresinin tüm tatları ile adeta damak şöleni sunan kahvaltı masamız hiç şüphesiz çok özeldi. 
Koliva Hotel sadece konaklama rahatlığı ve coğrafi güzelliği ile değil bu yönüyle de fark yaratıyor. 
Buranın yürüyüş parkurları ile daha ilk sabah tanışmış arkadaşlarımızın anlatımı tam bir masalsı ortam oluşturuyor. 
Bu büyü ekip liderimiz Bahadır Celal Manasoğlu’nun yoğun program hatırlatması ile sonlanırken kendimizi kentin sokaklarına atıyoruz.
Burada hayatın akışı ağır aksak. 
Kimsenin acelesi yok. 
Çarşıda işi olan aracını yol ortasında bırakıp gidiyor. 
Herkes bekliyor çaresiz. 
Çünkü yollar daracık ve park yeri yok. 
Esnaf dertli. 
İş akışı ve ticaret de kent içi trafik gibi yavaşlamış. 
Aşırı fiyat artışları ve TL’nin değer kaybı Artvin ekonomisini de vurmuş. 
Sohbet etmekten keyif alan insanlar.
Eğrisi, doğrusu ne ise ortaya konuşuyorlar.


          DERİNER BARAJI MÜTHİŞ BİR PROJE
Manasoğlu'nun memleketi Yusufeli'ne doğru yol aldığımızda görüntüsü ile bizi büyüleyen Deriner Barajı ve Hidroelektrik Santrali (Artvin Barajı), Türkiye'nin en büyük ikincisiymiş. 
Tamamlandığında Deriner Barajı ve Hidroelektrik Santrali sahip olduğu 249 metre gövde yüksekliği ile Türkiye’nin en yüksek, Dünya’nın 6. yüksek barajı olacakmış.
Deriner Barajı ve HES, Doğu Karadeniz Bölgesinde Çoruh Nehri üzerinde ve Artvin İl Merkezini Erzurum İl Merkezine bağlayan Devlet Karayolu üzerinde.
Muratlı ile Borçka barajlarından sonra Çoruh Nehri’nin üçüncü gerdanlığı olacak Deriner Barajı, ülkemizde üretilen hidroelektriğin yüzde 6’sını karşılayacakmış.
Bir milyar 400 milyon Amerikan dolarına mal olması planlanan barajda 1 milyar 970 milyon metreküp su depolanacakmış. 
          Halen yoğun bir çalışmanın              yürütüldüğü bölgede                          gördüklerim akıllara zarar.
Barajın HES ünitesinin kurulu gücü 670 MW olup, yılda 2 milyar 118 milyon kilowatt saat  elektrik üretecek.
Ülkemizde 2011 yılında kişi başına elektrik tüketiminin ortalama 2.870 kWh olduğu düşünülürse, Deriner Barajı ve HES’ten elde edilecek elektrik ile 750 bin kişinin yıllık elektrik ihtiyacı karşılanabilecek.
Bu da demektir ki Deriner Barajı ve HES; Mardin, Trabzon, Eskişehir ya da Malatya illerimizden birinin yıllık bütün elektrik ihtiyacını karşılayabilecek kapasiteye sahip.
Diğer bir deyişle Artvin, Rize, Bayburt ve Gümüşhane illerimizin toplam nüfusundan daha fazla kişinin elektrik ihtiyacı bu barajla karşılanacak.
Boyu kilometrelerce uzanan zincir barajlar çalışmasının görkemi beni büyüledi.
Görülmeye değer kesinlikle.
Barajın üzerinde nehrin iki yakasını birbirine bağlayan 4 köprü inşa edilmiş. 
Buralardan geçerken baraj sularına kuş bakışı göz atmak bile içimi ürperiyor. 
Ancak yol boyu beni bilgilendiren kaptanımız Tuncer Alparslan buralardan gide gele durumu kanıksamış, heyecan sıfır. 
Kaçkarların kuytularında bazen öfkeli, bazen de nazlı nazlı salınan Çoruh Nehri bu baraj ile uysallaşmış. 
Müthiş bir proje görüyorum kısacası. 
Emeği geçenlere sonsuz minnetimi sunarım.
 
GEÇİT VERMEZ KAÇKARLAR DELİK DEŞİK
Sizin anlayacağınız velhasıl Artvin yüksek tepeler, ormanlar, yalçın kayalıklar ve sudan ibaret. 
Bir nevi tüneller kenti de olan Artvin Türkiye’nin en uzun 2. tüneli olan 5 bin 228 kilometre uzunluğundaki Cankurtaran Tüneli ile de dikkat çekiyor. 
Bu yatırımlar ve çalışmalar da muhteşem eserlere dönüşmüş ve dönüşmekte. 
Eskiden ulaşılmaz, geçit vermez Kaçkarlar artık insanımızın umutlarının çarpıp parçaladığı doğal sur olmaktan çıkmış. 
Yolculuğumuzda kilometreleri tüketip Yusufeli’ne doğru yaklaştıkça bitki örtüsü de değişiyor. 
Artvin merkezindeki muhteşem yeşillik ve büyülü ormanlar burada yok. 
Çam, ladin ormanları yerini makiliklere bırakıyor. 
Tünellere gire çıka Yusufeli’ne ilerlerken uzunlukları farklı farklı, tamamı 42 adet olan tünellerin muhteşemliği bir kez daha gözümü kamaştırıyor. 
Devletimiz bu bölgede insanlarımızın bilgi birikimini yoğun bir emekle harmanlayıp büyük bir dönüşüme imza atmış. 
Buraların makus talihi değişiyor anlayacağınız.
Barajlarda yapılacak kültür balıkçılığı ve taşımacılık yeni ve gözde yatırımlar olarak girişimcilerimizi ve KOBİ temsilcilerimizi bekliyor.
Sportif amaçlı yatırımları ise söylememe bile gerek yok.
Yoksulluğun belini büktüğü bölge insanı çalışkanlığı ile fark yaratıyor. 
Ben en iyi zeytini sadece Bursa üretir biliyordum, yanılmışım. 
Burada da zeytin üretimi var. 
Vadi boyunca uzanan zeytinlikler göz kamaştırıyor.
Çölün ortasında yükselen vahalar gibi hepsi.
Bir de bağcılık almış başını gitmiş. 
Üzüm işi de gelecek vadediyor.
Bu arada Artvin ile Rize belediyeleri arasındaki farkı da belirteyim. 
Şavşat yolu üzerindeki üzüm bağları yoktan var etmenin adı olsa gerek. 
Artvin pahalılığı ve asosyal yapısıyla dikkat çekerken, kente değer katan ekolojik güzelliği bu güne kadar iyi değerlendirilememiş.
Gönlü ve ruhu yüce insanlarının, hayatı adeta yeniden var eden duruşuyla Artvin ayrı bir kıymet oluşturuyor.
YUSUFELİLİ KAMULAŞTIRMA MAĞDURU
Yusufeli’ni anlatıp Ardahan'a geçmem gerek ama kolay değil öyle bir çırpıda her şeyi özetleyivermek.
Yusufeli kaderine terkedilmiş adeta.
Bölge baraj gölünün altında kalacak yakında.
Bura insanı vadinin içerisinde sıkışmış kalmış. 
Öyle bir bunalma var ki öyle böyle değil.
Su tutmaya başlaması ile birlikte baraj alarmı verilmiş ilçede.
Devlet tepelere yeni bir ilçe inşa etmiş.
Ancak gel gelelim bura insanımız kamulaştırma uygulamasındaki haksızlıkların kurbanı edilmiş.
Ellerindeki evleri ortalama yüzer bin liraya alınan vatandaşlara yeni Yusufeli'nden 200 ila 300 bin lira aralığında bir fiyata krediyle ev verilmesi tepkiye neden olmuş.
Birebir değişim, yani becayiş istiyorlar.
Eeee haklılar hani.
Arazisinde geçimini sağlayan, bağını bahçesini işleyip karnını doyuran insanımız yeni yerleşkede kuru bir evi ne yapsın.
Üstelik de dünya borç ile.
Bu yüzden “Bizim arka çıkanımız yok” diyorlar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderdikleri temsilcilerine bile dertlerini anlatamamanın, seslerini duyuramamanın ızdırabındalar.
Kamulaştırma bedelini alan insanımızın büyük bir bölümü şimdiden Bursa'ya göç etmiş.
Yusufeli tarihin izlerini suyun altına taşıyacak ancak insanları düşünceli ve üzgün.
İlçeyi yaya gezerek tahta asma köprülerinden geçip son bir kez çayını içiyoruz.
Bahadır beyin gözlerindeki hüzün yüreğimde epey yer etti.
Hele tanış çıkan insanlarıyla yarenliği görülmeye değerdi.
Öğlen yemeği için Yusufeli’ni bir baştan yukarı geçip vadilere dalıyoruz.
KORKU GÖZBEBEKLERİMİZDEN YAMAÇLARA YANSIYOR
Patikayı andıran yollar ve dik yamaçlar arasında rafting yapılan Altıparmak nehri boyunca yukarılara tırmandıkça boşaltılmış, terk edilmiş hayalet evler görüyorum.
Bir göç çocuğu olduğumdan her hal, bu tablo beni burkuyor.
Bir zamanlar hayat fışkıran bu yerler ıssızlaşmış, hüzün sarmış dört bir yanı.
Öğle yemeği için tercih ettiğimiz ve nehir kenarına inşa edilen alabalık restoranı ise buranın atan kalbi konumunda.
Konaklama da yapılan bu işletme görülmeye değer güzellikte.
Sahibi Bursa'dan.Buraların çocuğu olduğu için yaşam boyu biriktirdiği parayı ve sevgiyi burada değerlendirmiş.
İyi de etmiş.
İşletme raftingçiler nedeniyle sürekli ful ve çakılı imiş.
Nefis balık ziyafeti sırasında bastıran sağanak heyelan tehlikesi oluşturuyor.
Bu nedenle kararan gökyüzü ve uyarılar nedeniyle bir süre burada oyalanıyoruz.
Ancak yağmurun duracağı yok.
Birbirimize gaz verip yola çıktığımızda korku gözbebeklerimizden yamaçlara yansıyor adeta.
Yavaş ve dikkatli bir yolculuk ile Yusufeli’ne ulaştığımızda rahatlayan ekibimiz kendini manav tezgahlarına atıyor.
Meyveye hücum var anlayacağınız.
Yusufeli kendi hüznü ile geride kaldığında günün anısına asma köprüler üzerinde zıplayıp fotoğraf çektiriyoruz.
Çocuklar gibi, çığlıklar eşliğinde neşenin zirvesindeyiz.
Aracımız gerisin geri vadileri ve tünelleri geride bırakıp yolu yarıladığında sola barajın karşı kıyısına geçip Artvin'e uzanıyoruz.
ARKADAŞLARIM ADINA ENDİŞELENİYORUM
Gezimizin süper kahramanı ise hiç şüphesiz Kağan.
Bir insan o yaşta olup da hiç mi mızmızlanmaz.
Hayret bir durum.
Gezimizin tamamı boyunca ne hotelde, ne de yollarda ilgisini ve pozitifliğini hiç yitirmedi.
Artvin'e gelip de Hatila Vadisi Milli Parkı'ndaki Türkiye'nin en yüksek cam seyir terası ile Şavşat Sahara'daki muhteşem Karagöl ile Şavşat'ın yaylalarına değinmeden edemeyeceğim.
Yöresi ne kadar anlatsam, yine de eksik kalacağım, yeterince ifade edemeyeceğimi biliyorum.
Seyir teras için yola çıktığımızda neşemiz kısa bir süre sonra hüzne dönüşüyor.
Yolu kesen jandarmanın bilgilendirmesine göre bir araç uçuruma yuvarlanmış ve can veren sürücüsü alınmaya çalışılıyormuş.
Kedere boğulduğumuz bir an.
Tüm neşem ve enerjim sönüyor.
Olay yerinden yaya olarak geçip cam terasa ulaştığımızda benim ruh halim pek iç açıcı değil.
Bazılarımız yarı yoldan dönse de, sebat edenler hedefe varıyor.
Arkadaşlarım tüm tehlikeleri göze alarak kilitli kapıların üzerinden atlayıp 220 metre yükseklikte sarp kayalara monte edilen terasa çıkıyorlar.
Bu hareket cesaret istiyor doğrusu.
Bende ne uygun ayakkabı var, ne de kıyafet.
Kayar düşerim endişesiyle önce yakında, sonra az ilerideki kafeteryaya geçip bekliyorum.
Gelirken de tanık olduğumuz kaza nedeniyle hüzünlü hüzünlü sarp yamaçları, dipsiz gibi duran altımızdaki uçurumları izliyorum.
Karşılarda tek tük birbirine mesafeli olarak kümelenmiş evler.
Bu insanlar buralarda, bu yükseklikte nasıl yaşar aklım sırrım almıyor.
Kent merkezine yaklaşık 12 kilometre uzaktaki Sıkıldım Kayası mevkiindeyiz. 
Yükseklik 490 metre rakımda.Hatila Deresi ve salına salına süzüldüğü vadileri kuşbakışı izlerken aklım ve bir gözüm 50 metrekarelik cam terasta. 
Arkadaşlarım için endişeleniyorum bir an.
Türkiye’nin en yüksek seyir terasını geldiğimiz gibi yaya olarak geride bıraktıktan 15 dakika sonra aracımız en geride kalan beni almaya geliyor.
Nihayet yol araç trafiğine açılmış.
Kaza yerinden geçerken gözüm kederli insanlara ilişiyor.
Hayat ne tuhaf.
Kimimiz yaşam kavgasında yitip giderken, biz geride kalanlara, o kederli ana tanıklık etmenin burukluğu düşüyor.
Dibi bile görülmeyen uçurumdan yitip giden insanımızın bedenini almışlar ancak aracı çıkarmanın mümkünü yokmuş.
Kaptanımızın dediğine göre buralarda o şekilde terkedilmiş onlarca araç varmış.
Zor yaşam koşullarının bileşkesindeki insanlarımız burada ince bir çizgi ve dengede.
ALP DAĞLARI GÖLGEDE KALIR
Buralara gelmişken Artvin'in ‘Sakin Şehir’ unvanına sahip Şavşat ilçesindeki Karagöl ile seyrine doyum olmayan manzarasına da değinelim.
Doğal güzelliği ile adeta büyüleyen Karagöl sonbaharda bir başka güzel.
Sahara Milli Parkı içerisinde yer alan Karagöl ve çevresi antik çağlardan beri insanların yaşam kaynağı.
Kitabesi böyle söylüyor.
Saklı cennet Karagöl ve çevresindeki ormanlık alanlarda kamp yapma imkanı da var.
Ahdım olsun bir gün çadırımı alıp tekrar gideceğim buraya.
O kadar güzel bir yer.
İskelede elimle balık tutmaya çalışsam da nafile. Bir türlü beceremiyorum.
Bazı arkadaşlarımızın tekne turu yapmasının ardından Karagöl'ün etrafını yaya olarak turlayıp o doyumsuz güzelliği beynimize nakşettikten sonra yönümüzü yaylalara çeviriyoruz.
İki bin metre yükseklikteki Şavşat yaylaları, hele hele Yavuzköy diyarı İsviçre Alplerini bile gölgede bırakacak güzellikte.
Şavşat-Ardahan karayolu üzerinde, Artvin'e 71 kilometre mesafedeyiz.
Elimizi uzatsak Ardahan'a değeceğiz neredeyse.
Bitki örtüsünün güzelliği bir yana, seyrine doyum olmayan manzaranın güzelliğinden yaylanın göbeğindeki restoranın terasından ayrılmak istemiyor canımız.
Ve nihayet dağlara tırmanıyoruz.İstikamet Ardahan.
Yaylalara tırmanıp Ardahan'ı da görüp tekrar Artvin'e ineceğiz.
Yani kocaman bir daire çizeceğiz Gürcistan ve Ermenistan sınır hattına doğru.
Uçsuz bucaksız gibi görünen yaylaların içinden zamanın boşluğuna akıp gidiyoruz.
Ardahan ile Artvin'i birleştiren yol üzerindeki yaylalarda gördüğüm yüzlerce büyük ve küçükbaş sürüsü ülke olarak kendimize ihanetimizi hatırlattı bana.
Biz çeşitli ülkelerden canlı hayvan ithalatı yapacağımıza kendi besicimize destek versek eskisi gibi ‘karnımız tok, sırtımız pek’ oluruz.
Bizim onlardan eksiğimiz yok, fazlamız var. Kendi tarımımızı ve hayvancılığımızı batıran uygulamalardan vazgeçmeliyiz.
Yaylalarımızı iyi kullanır, birkaç yıl da kemeri sıkar, sanayi tipi besiciliğimizi destekleyip girişimcilerimizi örnek projelerle yüreklendirirsek kısa zamanda eksilerimizi artıya çeviririz.
SİSLER İÇERİSİNDEN HAYATA GÜLÜMSEME
Bu süreçte bizi Bilbilan, yeni adıyla Bülbülen yaylasında ağırlayan Huseyin Yılmaz ve ailesini anlatmaz isem bu yazının eksik kalacağı düşüncesindeyim. 
Sisin iyice bastırdığı vadiler bembeyaz bulutların içinde görünmez olduğunda Bülbülen Geçidi’ne ulaşıyoruz. 
Ardahan ile Artvin arasındaki sınırdayız. 
Burası 2 bin 581 metre yüksekliğinde uçsuz bucaksız bir yayla. 
Kaptanımız rakımı gösteren tabelanın yanında aracı durduruyor. 
Kısa bir mola olmasına rağmen aşağı boşalıyoruz.
Saatlerin ikindiyi geride bıraktığı zaman diliminde oyun havaları eşliğinde üzerimizdeki miskinliği atıyoruz.
Yol yorgunluğumuz sona erdiğinde kendimizi arazinin içinde buluyoruz. 
Neden yoldan ayrıldığımızı sorduğumda “Artvin'e kestirmeden gideceğiz “ yanıtı alıyorum.
Kimsenin aklı almasa da taşlık ve toprak, izi bile olmayan bildiğiniz arazi içinden ilerliyoruz.
Bu arada sis iyice bastırdığı için çevreyi belli belirsiz inceleyebiliyoruz.
Biz asfalt yol arayışında iken arazinin tam ortasında, yayla evlerinde, ağıllar içerisinde buluyoruz kendimizi.
Sislerin arasından beliren bisikletli bir çocuk bize eskortluk yapıyor.
Belli ki birileri kendisine önemli bir görev vermiş.
Heyecanından saatlerdir yolu gözlediği belli.
Bir süre sonra duruyor kaptanımız.
Şaşkın bakışlarımızdan keyif alarak durumu açıklığa kavuşturuyor.
Bize sürpriz yaptığını anlıyoruz.
Daha adımımızı yere basmadan yaylanın sakinleri sökün ediyor.
Büyük ve sıcak bir ilginin cazibesi bizi kendine çekiyor ve yayla evine atıyoruz kendimizi.
Ev sahiplerimiz Hüseyin Yılmaz ile eşi Ayşe hanım ve kızları Özlem Nur, Nazlı Can ve evin delikanlısı Fırat Yasin büyük bir sevgi ile bizleri bağırlarına basıyor.
Gördüğümüz ilgi, yaşatılan sevgi gösterisi karşısında o yoksul yayla evinin gönlümdeki yerini saraylara değişmem.
İnsanlarımızın geleneksel konukseverliğini ve içtenliğini yaylada da yaşıyoruz.
Neleri var, neleri yok sofraya döküyorlar.
Arkadaşlarım buraya gelmeden önce midelerini tıka basa doldurmuş olmalarından pişman.
Yaşanan sıcak, koyu sohbetin ardından büyük bir hüzünle vedalaşıyoruz.
Sanki kırk yıllık dostlarımdan kopuyormuşçasına kederliyim.

SONSUZLUĞUN İÇİNE HAPSOLMAK
Aracımız yoğun sis içerisinden kendine yol ararken dumanın içerisinden yaşlı bir çift beliriyor.
O kadar etkileyici bir andı ki anlatamam.
Bize doğru gelen bu insanları arkalarındaki sis tabakası ile sonsuzluğun içine hapsedip fotoğraflıyorum.
Yayladaki sevgi anlatılmaz yaşanır.
Bu amca ile teyze de ısrarla bizleri misafir etmek istiyor.
Hüzünleniyoruz.
Çünkü zamanımız yok.“Hiç olmaz ise bir çayımızı için” yakarışları hala kulaklarımda.
Muhteşem plato ve vadilerin arasından dönüşe geçtiğinizde yolda bir yere daha uğrayacağımız bilgisi veriliyor.
Cehennem Deresi Kanyonu anlatılmaya değer.
Ardanuç yolu üzerindeki bu yer tarihin içinden fırlamış bir gizli geçit gibi.
Gecenin karanlığında da olsa tırsak bir ruh haliyle kanyonu geziyoruz.
Cep telefonlarımızın aydınlattığı bu unutulmaz anlarda heyecan zirvede.
Maceracı ruh hali tüm ekibi kasıp kavuruyor.
Velhasıl dostlar Artvin'e anlatmak zor.
Bahadır arkadaşımın dediği gibi göğe komşu toprakların adı Artvin.
Başını duman sarmış bir sevdanın öyküsünü, yiğitliğin, özgürlüğün türküsünü söylüyor Artvin.
Yüzyılı aşkındır göç ediyor Artvinli, aş için, iş için.
Ancak kopamıyor bu cennet yöreden.
Ve Artvin güzel doğasıyla, verdiği huzurla ağırlıyor konuklarını.
Vakur duruşuyla, kucaklıyor, bağrına basıyor misafirlerini.
Son gece yine Koliva'ya özel bir sahne şovuyla muhabbetin dibine iniyoruz.
Muhteşem yemekleri ile coşan mutfak şefimiz damak lezzetimize imza atıyor adeta.
Gündüz gördüğümüz, gezdiğimiz Koliva'nın hemen üst tarafındaki kayak pistleri ve Yankı Vadisi’nin de çağrısına uyup kışın da buralara geleceğimizin sözüyle vedalaşıyoruz.
Sabahın alaca karanlığında dönüş yoluna düşsek de birbirimizi gönülden sarmalamanın huzurundayız.Velhasıl son sözde bile “Ben Artvin'im. Bensiz sevda, bensiz yaşam olmaz “ diyor buralar.